27 Eylül 2009

Rıdvan neşen daim olsun, anlayışın sana kalsın

Maç sonu görüşleri dinliyorum, mazoşist bünye itibariyle. Rıdvan'ı dinlemek yetti de arttı bile. "Türkiye, İspanya'ya benzemez", "Rijkaard'ın B planı yok. C planı hiç yok."

Sonra kilit cümle geliyor; "Galatasaray şöyle iyi, böyle iyi. Ne oldu ha? Kötü oynayan Fenerbahçe 21. İyi oynayan Galatasaray 19"

Fenerbahçeliliğine, tarafsız diye yutturulmasına filan lafım yok. Şu yukarıdaki cümle çeldi aklımı. "Ne oldu ha? Kötü oynayan Fenerbahçe 21, iyi oynayan Galatasaray 19."

Türk futbolunun, bu zihniyetteki insanlarla ilerleyebildiği nokta, Bosna Hersek'in yenilgilerine dua etmek yani 'el ..... gerdeğe girmek'. Bu düşünce yapısı yüzünden 3-0 yenilgilerde havalara zıplayacak duruma geldik, bu düşünce yapısıyla 8-0'larda dizlerimizi dövdük.

Ne oynandığının önemi yok nasılsa değil mi? Sizi gidi Makyavel tohumları sizi. Sonuca gider her yol mübah değil mi? Sizin matematiğiniz 21-19= 2'den ibaret. Ligin sonunda üstteysen haklısın, alttaysan hatalısın.

Rıdvan Dilmen işin kolayında tabii. Teknik direktörlüğünü biliriz. MTK'ları filan unutmuş değiliz, her ne kadar balık hafızalı toplum olsak da. Şimdi salla sallayabildiğin kadar. Kendi B planları ve C planları o kadar çoktu ki, birkaç haftada 'eline verdiler' yani bavullarını.

İtirazım, söylediklerine değil, her deli zırvalar. Tüm itirazım, tarafsız spor yorumcusu diye yutturulmasına aslında. Programı izlemeyenler izlesin. Gülücükler, nefes nefese kalmış heyecanlı bir anlatım v.s. v.s.

Şimdi benim iddiam şudur; sezon bitmeden Rıdvan şu cümleleri söyleyecek: "Eskiden böyle miydi Fenerbahçe? Anelka çıkar Nobre girerdi. Aurelio orta sahayı dikine kat ederdi." gibi 3 yıldır ezbere alınmış cümle bütünleri.

Boktan bir futbol oynayıp şampiyon olmaktansa, izlenilebilir bir futbol oynayıp şampiyonluğu kaçırmayı yeğlerim. Benim futbol anlayışım bu. Ama burası Türkiye; kazananın her zaman haklı olduğu ülke yani.

Not: Şu Bahri isimle maç yayıncısı kurumun muhabirine acilen seviye tespit sınavı yapılarak, IQ'su ölçülmeli. Soru olarak sorduklarını değil sokaktaki adam, en embesil insan bile soramaz. Tonla para verip, maçları izliyoruz ama adam gibi muhabir ve spiker göremiyoruz. Kendisi hakkında post yazmak istemedim, gereksiz yere bloğu işgal etmeyeyim.

Ayhan'ı arıyor gözlerim



Fenerbahçe 7'de 7 yaptı, Galatasaray, Eskişehirspor'a takıldı. Maç analizi yapmayacağım, beraberlik değil canımı sıkan. Daha köprülerin altındak akacak çok su var.

Herkes biliyor ki, Galatasaray ve Fenerbahçe ligin sonuna kadar kupanın kulbunu birlikte tutacak. Galatasaray'ın golü bulduktan sonra ve önceki oyunları birbirine zıttı.

Özellikle ikinci yarıda; orta sahadan şişirmeler, aceleci futbol tavrı bana geçmiş yılları anımsattı. Rijkaard belli ki, Aydın'a güveniyor ve inancı var ama bu tipte bir oyuncunun rakip orta saha ve defansı kalabalıklaştırmışken etkili olabilmesine imkân yoktu, öyle de oldu.

Ayhan, Ayhan, Ayhan. Bu takımdaki en büyük eksiklik Ayhan'dır. Formayı üstüne geçiren kolay kolay vermiyor. Umudum o ki, Ayhan o formayı üstüne geçirir ve bir daha da kimseye vermez.

Hollandalı, sisteminden vazgeçmiyor ve taviz vermiyor. Uzun vadede kesinlikle doğru bir davranış ancak böylesi maçlarda forveti ikilemek, risk almak uygulanabilir. Yine de, Rijkaard ya da Neeskens'e akıl verecek durumda değilim.

Eskişehirspor'a gelince; İstanbul'da ve Ali Sami Yen deplasmanına Ümit Karan, Burak Yılmaz, Youla ve Mehmet Yılmaz gibi 4 forvetle sahaya çıkmak cesaretti skor 1-1'e gelince bu cesaretten döndü.

Bu 4 adamın aynı anda sahada bulunması orta saha-forvet hattında kaotik bir ortam yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Fakat kaos futbolu bu ülkede geçerli bir sistem.

Bugünkü Galatasaray'ı yenebilirlerdi fakat ne yazık ki, bütün Türk hocalarında örneklerine rastladığımız gibi vizyonu 1 puanla sınırlı kaldı.

Belki adrenalin dolu bir yıl izleyeceğiz ancak kalite açısından çok zevksiz bir sene bizi bekliyor. Galatasaray dışında, futbolunda güzelliklere rastladığımız takım pek yok, buna 7'de 7 yapan Fenerbahçe de dahil.

Türkiye liglerinin kalitesini, dün Antalyaspor-Fenerbahçe maçında son dakikada gelen gol gayet iyi gösterdi.

Zekâdan uzak, ne yaptığını bilmeyen, tabir-i caizse kafası kesilmiş tavuklar gibi bir sağa bir sola koşuşturan 11 adamdan oluşan takımlari izliyoruz ve izlemeye de devam edeceğiz.

Yorumlu, yorumsuz (!)


Yıl 1929, Türkiye manzarası...



Yıl 2009, yine bir Türkiye manzarası...

Bu iki fotoğraftan sonra "Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz." sözü hatırıma geldi.

İsteyen yırtınsın, isteyen kendini paralasın ama bu ülkenin yönü çok önceleri değişmeye başladı. Şu bloglarda okuduğum "Biz siyasete girmeyiz." cümleleri sarf ediledursun, atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti.

Kurtarılmış bölgeler, satılan topraklar... Geleceği karartılan nesiller; sizler rahat uykularınızdan ve boş hayatlarınızdan ödün vermeden ilerleyin (!) Nasılsa yakın bir zamanda siz isteseniz de, istemeseniz de uyanmanıza izin verilmeyecek.

Siyasete de girmeyin, suya sabuna da dokunmayın. Hatta yanı başınızda olup bitenlere sesinizi hiç çıkarmayın, gerekirse olay yerini terkedin.

Haydi siz siyasete girmeden bloglamaya devam edin, pardon uyumaya...

Benim spordan anladığım...


Spor bazen reddetmektir,


bazen korkusuzca karşı durmak.


bazen mesaj vermek,


bazen engelleri aşmaktır.


kimi zaman hırstan havalara uçurur,


kimi zaman sevinçten.


çok zaman konsantrasyon gerektirir,


bazı anlardaysa rahatlama.


kimi motor sesinden,


kimi alkış sesinden etkilenir.


bazen üzülür,


bazen de seviniriz.


bazen hayranı oluruz,


bazen nefret ederiz.


ama hep severiz...

İbra'nın içi gol atmadan rahat değil


Henry-Zlatan ikilisinin, sezon sonuna dek 45 gol atacağı iddiasında her ne kadar Henry konuya Fransız kalsa da, Zlatan oynadığı 5 maçın hepsinde gol atarak iddiamda bana yardımcı olmaya devam ediyor.

İbra-Eto'o takasında hemen hemen herkesin genel yargısı, Barcelona'nın bu işten verdiği para da gözönünde bulundurularak, hesapsızlık yaptığıydı.

Herkesin gözden kaçardığıysa, Barça'nın bir sistem takımı oluşu ve Messi gibi insanüstü bir varlığa sahip olması. Elbette ki, Eto'o ve Zlatan İbrahimovic bambaşka özellikler taşıyor. Her ikisinin de, birbirine göre avantajları ve dezavantajları bulunuyor.

Zlatan'ı çok sevmeme karşın, Eto'o'da bulunan hırsın yarısı bile yok. Bazı maçlarda oynamak istemez, bazılarındaysa maçı tek başına kopartmak ister. Bu yüzden onun gelişi, düzenli işleyen makineyi çomaklamak sayılacaktı.

Fakat Barcelona'yı takip edenler çok iyi bilir ki, bu takımın forvetinde oynayan adamlar, hep farklı olmuştur. İsimleri ne olursa olsun, hep söz edilen adamlar statüsündeydiler. Bazıları gittikleri yerde aynı havayı yakalayamadılar.

Şimdi geldiğimiz noktada Zlatan'ın Barcelona'da başka bir kimlikle ve başka bir havayla oynadığını görüyoruz. Takımın yıldızı gibi değil de, sanki bir parçasıymışcasına oynuyor.

Elbette, sezon sonu çetele tutulup artı-eksi hanelerine bakılacak fakat şimdiden söylememek gerekir ki, Barcelona bu takastan söz edildiği oranda zararlı çıkmadı. Hatta bence gayet iyi bir iş kotarıldı.