30 Aralık 2009
Futbolun içine kaliteli sıçmak!
Bütün bir haftadan beri NTV'nin bütün yayın yaptığı kuruluşlarda oley.com reklamı, videosu, banner'ı, boku püsürüğü var.
İlk çıktığı günden bu yana 'kalite' üstünden giden, ekmeğini bundan yiyen, bu özellik sayesinde rakiplerinden sıyrılan bir kurumun, bahis pastasından ekmek yeme çabasının artık suyu çıktı.
Türkiye halen bahis-şike skandalı ile boğuşup dururken, hakkındaki ciddi ithamları ve iddiaları aklamadan bahis oyunlarının tümünün durdurulması gerekiyor.
Ama burası Türkiye, burada her şeyi serbestçe yapabilirsiniz. Yeter ki, kılıfınızı bulun, o kılıfa isterseniz gemi(-cik) bile sığdırabilirsiniz.
Şimdi temel sorun şu; biz futbolu seviyor muyuz? Seviyorsak, bahis oyunlarının bu oyunu kirlettiğini düşünüyor muyuz? Düşünüyorsak, bu konu hakkında herhangi bir şey yapıyor muyuz?
Kendi adıma; Rıdvan Dilmen, Sergen Yalçın, Kaan Kural ve her kim varsa (Siteye girip bakmadım sadece haber portalından gördüğüm isimleri sayıyorum) spor insanı olarak kabul etmiyorum. Çünkü bu isimlerin her biri, benim için suyu yeni temizlenmiş bir yüzme havuzuna işiyor. Sonra da, herkese "Haydi ne duruyorsunuz? Su çok güzel, yüzsenize" diyor.
Bu saydığım isimlere iddaa bültenleri için maç yorumlayan, yazı yazan isimleri de dahil ediyorum.
Herkes biliyor ve kabul ediyor ki, bahisin girdiği her ülkede futbol çok seri biçimde kirleniyor. Bu denli büyük paraların döndüğü bir sektörün temiz kalmasını beklemek, çocukça bir hayal çünkü.
"Neremiz doğru ki?" tezini savunacaklar için şimdiden söyleyeyim, bari her yerimizi kirletmeyelim. Neyi yazıp çiziyoruz ki, o zaman, neyi seviyoruz?
"Biz yaparsak her bokun kalitelisini yaparız" anlayışı ile hareket edenler de, pisliğin içine kadar gömülmüş durumdadır. Hoş, o kaliteyi kaybedeli en az 2-3 yıl oluyor ya o da ayrı bir konu.
Son sözüm de herkese gitsin; Afrikalı'nın vuvuzelası'na laf edeceğinize, futbolu boka bulaştıranlara laf edin...
Biz bize benzeriz
En baştan eteğimdeki taşı dökeyim sonra taarruza geçeceğim. Bu blog hadisesine girmeden önce öyle takip ettiğim bir blog filan yoktu. "Zaten işim başımdan aşkın" cümlesiyle işin içinden sıyrılmayacağım ama bir taraftan da öyleydi.
Bir Temmuz akşamı evde otururken, "Niye olmasın ki?" dedim, oturdum yazmaya başladım. Tabii yazdıktan sonra sağı-solu takip etmeye başladım. Şahane işler yapan insanlar var tabii, tek-tek isim-isim vermeye gerek yok. Zaten arada sırada 'takip edilmeli' diye burada da yazıyorum.
Neyse, aslında söylemek istediğim bu değil, başka bir şey. Artık konunun özüne gireyim. Bunu "Blog söyleşileri" hadisesinde yazacaktım ama sivri adam görüntüsünün tepe noktalarında görünmek istemediğimden "Bırak" dedim.
Bir kelebek etkisi söz konusu oluyor bloglarda zaman zaman. Elbette, konu futbol olduğunda benzerlikler olabilir fakat bazen öyle şeyler oluyor ki, çok net biçimde birinin yaptığı ya da yazdığının farklı versiyonları, birdenbire türeyiveriyor.
Misal 'Blog söyleşileri'. Ben, yazanın kim olduğunu, nasıl biri olduğunu filan önemsemiyorum. Belki normal hayatta elini sıksam o an nefret edeceğim biridir ama adam döktürüyordur kelimeleri, belki de tam tersi. Ancak birçok kişi merak ediyor olmalı, blogların sahipleri kimdir, nedir, necidir, ne değildir, neyi sever filan. Bu iş zaten Türk halkının bu denli magazin sevmesinin de nedenlerinden biridir, ya o kadar derine inmeyelim.
Biri blog söyleşi yapıyor, bir bakıyorum; pek çok kişi söyleşi yapmaya başlamış. Sakın kötü anlamda eleştirdiğim sanılmasın, cidden böyle bir niyetim yok. Kişisel olarak, ben bir yerde bir yazı bile görsem yazmaktan imtina ediyorum, çekiniyorum. Tabii ki, herkesten benimle aynı tepkileri göstermesini beklemiyorum.
Son günlerde de 2000-2010 arası envai çeşit; karşılaştırma, değerlendirme, en iyi ve en kötü 11'ler gibi postlarla karşı karşıyayız. "Sana ne kardeşim okuma" diyen varsa, zaten okumama yolunu seçiyorum.
Özgün olmak, yaptığınız her işte sizi farklı kılar, benzerlerinizden ayırt etmeye yarar. Özellikle ayırt edilmek için çaba göstermekle karıştırmamak gerekir, özgünlüğü. Zaten o yüzden bazı yazarları seviyoruz, bazılarını sevmiyoruz.
Verilen emeğe, düşünceye sözüm yok ama iğneyi kendine çok görürken, başkalarının böğrüne çuvaldız sokmamak gerekir.
Yok, hayır bir de, bu kadar birbirimize benzersek yaşanmaz bu dünyada.
Bir Temmuz akşamı evde otururken, "Niye olmasın ki?" dedim, oturdum yazmaya başladım. Tabii yazdıktan sonra sağı-solu takip etmeye başladım. Şahane işler yapan insanlar var tabii, tek-tek isim-isim vermeye gerek yok. Zaten arada sırada 'takip edilmeli' diye burada da yazıyorum.
Neyse, aslında söylemek istediğim bu değil, başka bir şey. Artık konunun özüne gireyim. Bunu "Blog söyleşileri" hadisesinde yazacaktım ama sivri adam görüntüsünün tepe noktalarında görünmek istemediğimden "Bırak" dedim.
Bir kelebek etkisi söz konusu oluyor bloglarda zaman zaman. Elbette, konu futbol olduğunda benzerlikler olabilir fakat bazen öyle şeyler oluyor ki, çok net biçimde birinin yaptığı ya da yazdığının farklı versiyonları, birdenbire türeyiveriyor.
Misal 'Blog söyleşileri'. Ben, yazanın kim olduğunu, nasıl biri olduğunu filan önemsemiyorum. Belki normal hayatta elini sıksam o an nefret edeceğim biridir ama adam döktürüyordur kelimeleri, belki de tam tersi. Ancak birçok kişi merak ediyor olmalı, blogların sahipleri kimdir, nedir, necidir, ne değildir, neyi sever filan. Bu iş zaten Türk halkının bu denli magazin sevmesinin de nedenlerinden biridir, ya o kadar derine inmeyelim.
Biri blog söyleşi yapıyor, bir bakıyorum; pek çok kişi söyleşi yapmaya başlamış. Sakın kötü anlamda eleştirdiğim sanılmasın, cidden böyle bir niyetim yok. Kişisel olarak, ben bir yerde bir yazı bile görsem yazmaktan imtina ediyorum, çekiniyorum. Tabii ki, herkesten benimle aynı tepkileri göstermesini beklemiyorum.
Son günlerde de 2000-2010 arası envai çeşit; karşılaştırma, değerlendirme, en iyi ve en kötü 11'ler gibi postlarla karşı karşıyayız. "Sana ne kardeşim okuma" diyen varsa, zaten okumama yolunu seçiyorum.
Özgün olmak, yaptığınız her işte sizi farklı kılar, benzerlerinizden ayırt etmeye yarar. Özellikle ayırt edilmek için çaba göstermekle karıştırmamak gerekir, özgünlüğü. Zaten o yüzden bazı yazarları seviyoruz, bazılarını sevmiyoruz.
Verilen emeğe, düşünceye sözüm yok ama iğneyi kendine çok görürken, başkalarının böğrüne çuvaldız sokmamak gerekir.
Yok, hayır bir de, bu kadar birbirimize benzersek yaşanmaz bu dünyada.