31 Mart 2010

Bir Türkiye klasiği


Ekonomik rakamlar, büyüme ve kalkınma hızı, Gayri Safi Milli Hasıla, dolar, Euro, altın....

İşte Türkiye'nin ekonomisinin fotoğrafı bu. Rakamlar, insanları aldatmak için çıkartılmıştır İnsanların algılamasını altüst etmek için çıkartılmış terimler.

Bu ülkede her gün yüzbinlerce insan çöpten karnını doyurmaya çalışıyor, üstüne başına bir şeyler bulmak için didiniyor.

Ülkenin geldiği nokta her gün daha da vahim bir hal alıyor. Anayasa paketi, demokratikleşme, TBMM'deki kayıkçı kavgaları...

Şu gördüğümüz fotoğraf iyiden iyi yaygınlaşmaya başladı. Çocuklar, kadınlar çöp konteynırları başında hayata tutunmaya çabalıyor.

Açlığa mahkûm edildi bu halk, ölmemek için çöpten besleniyor. Bu halkın bir gün akıllanması dileğiyle.

30 Mart 2010

O hareketi pankart yapıp asmak lazım


Bugün Vatan gazetesinde Gökmen Özdemir imzalı ilginç bir haber çıktı. Haberin özeti Rijkaard'ın Galatasaray'a oynatmaya çalıştığı futbolun, 5 futbolcu tarafından basına jurnallenmesi en basit biçimiyle.

Haber doğrudur, yalandır bunların hiçbirini tartışmayacağım. Altına imzasını çakmış sonuçta. Ancak haberde ciddi anlamda gariplikler var, bu 5 yeniçeri özentisi adamın ağzından çıkan.

1- "Hoca takımı tahtaya yazdığında herkes birbirine baktı. Şoke olduk. Kimse taktiği anlamadı. Frank Rijkaard ’Çift forvet oynayacağız’ dedi. Keita-Jo forvet oynayacak, Giovani sağdan top getirecek, Elano sol kanadı kapatacaktı. Tek kanatlı 4-4-2 mi olur? Elano ne zaman sol kanat oynamış? Mehmet Topal, Alex’e adam markajı yapacakmış.. Bu zamanda böylesine ilkel bir anlayış olur mu? Bu tercihler sahadaki bütün özgüvenimizi yerlebir etti"

Öncelikle haberin doğru olduğundan yola çıkarak, 5 tane aptal futbolcumuz olduğunu görüyoruz. Tahtaya yazılanın ne olduğunu anlayamayan, kendilerine anlatılanı fark edememiş bir güruh yani. Takımın sahaya nasıl çıkacağını bilemeyen adamdan değil derbi kazanmasını beklemek, hazırlık kampında en dandik Alman 5. lig takımını bile yenmesini beklemek, haliyle bizim aptallığımız oluyor.

Herif bildiğin; o yazılanı, söylenileni algılayamıyor. En kibar haliyle söylüyorum herif ahmak. Biz neyi tartışıyoruz ki. Şu 5 herife "En son hangi kitabı okudun?" diye sorsan "Cin Ali tatilde" diye yanıt verir.

2- "İleride baskı yapmamızı istemedi. Biz kendi kendimize arada baskı başlattık. Zaten ileri ucumuz baskı yapacak bir yapıda değil. Baskı yapmadan Ali Sami Yen’de maç kazanılır mı? O zaman nasıl iç saha avantajını kullanacağız? Hoca hâlâ Türkiye’yi anlayamadı. Bu ligin ne kadar zor ve mücadeleye dayalı olduğunu çözemedi... Bizim tanıdığımız, bize anlatılan Rijkaard bu olamaz. Takım içi adaleti de sağlayamıyor. Elano ve Giovani’ye yer açmak için denemediği taktik kalmadı. Galiba Dünya Kupası için Elano ve Giovani’nin forma garantisi var."

Teknik direktör diyor ki, "İleride baskı yapmayın" ama bu bizim 5 gerizekâlı, kendi kendilerine saha içinde karar alıp baskı yapmaya başlıyor. Bunlar biliyor çünkü takımın nasıl oynaması gerektiğini. Saha avantajı filan nasıl kullanılır hepsini biliyor.

Sonra analiz yapıyorlar; "Rijkaard Türkiye'yi anlayamadı" diye. Jargon birebir Türk basını jargonu. Aynı kelimelerle anlatıyorlar durumu.

Arada Elano ve Dos Santos'a geçiriyorlar. Niye ısrarla oynadıklarını filan sorguluyorlar. Arda sakat, kim oynayacak Dos Santos yerine. Hayatı boyunca pozisyon almasını bilmeden sığır gibi bir sağa bir sola koşturan Barış mı, kanatta oynayabilmesi imkânsız Ayhan mı, Emre Güngör mü? Kim oynayacak peki? Ona yanıt yok, isim söyleseler, jurnalcilikleri dökülüverecek ortaya.

3- "Resmen F.Bahçe’ye benzedik. Bu yabancıları çok mu arıyorlar, merak ediyoruz. Takım sirke döndü. G.Saray karakterli yabancılar, mücadeleci yabancılar getirmek zorunda. Burası zor bir lig. Kimse farkında değil ama kalite burada sökmüyor. Önce mücadele edeceksiniz. Baros ve Neill dışında hiçbiri tempo yapacak mücadele edecek, bize bu anlamda katkı yapacak futbolcu değil. Eğer rakip zayıfsa, maç yumuşaksa şov yapıyorlar. Zor maçlarda kayıplar. Harcanan paralara yazık."

Bak burası kritik işte. Türkiye'deki genel yansımanın bir sonucu. Bir milli takım teknik direktörü seçerken, nasıl milliyet tartışdıysak, takıma gelen yabancı oyuncuları 'sirk malzemesi' olarak gören, 5 kafatasçı beyinsiz var takımda. Zaten ezelden beri, Galatasaray'da Hakan Şükür'ün bayraktarlığını yaptığı bir yabancı düşmanlığı, kafatasçı zihniyet süregelir. Bir götleri Hagi'ye yemedi, onun dışında Lincoln, Felipe filan herkesi yediler.

Adamlar gelecek oyuncunun nasıl olması gerektiğini biliyor. Kalite sökmüyormuş Türkiye'de, mücadele edecekmiş gelen yabancı. Burası da, klasik spor basını jargonu ile söylenmiş kelimeler. Yani sözün özü, bizim 5 gerzek, oturup bütün gün gazete okuyor ve papağan gibi de ezberliyor yazılanları.

4- "Rijkaard bu takımın 4-3-3 oynayamayacağını anlamadıysa artık çok geç. Biz kendimizi biliyoruz, takımı görüyoruz. Böyle oynayamayız. Ali Sami Yen’de de çift forvetle oynamalıyız. Deplasmanda da! G.Saray tek forvetle maça çıkmaz. Orta sahanın göbeğinde bir türlü istikrar sağlayamadık. F.Bahçe maçında Elano dökülürken, Balta’yı sola, Caner’i onun önüne koymayı bile düşünmedi Rijkaard. Bize gerçekten yazık oluyor. Çok rahat şampiyon olacağımız ligde sırf hocanın inadı ve yanlış yabancı tercihleri sebebiyle avantaj kaybettik."

En eğlenceli kısmı burası. Fenerbahçe maçında Elona dökülürken, Balta'yı sola Caner'i de onun önüne koymayı düşünmemiş Rijkaard. Bir önceki hafta Trabzon maçı sonrası Hıncal Uluç'un söylediklerinin birebir aynısı. Anlıyoruz ki, bizim 5 mal sıkı bir Hıncal Uluç takipçisi. Bu 5 benzemez sığır, sahada futbol oynama işini bitirmişler, artık işin taktiği ve tekniğine gelmişler.

Vay anam vay, biz de diyoruz ki; "Bu kadroyla nasıl futbol oynayamıyoruz." Sahada futbol oynayamayan gerizekalıların olduğu bir takım yaratmışız da ondan. Çünkü herifler artık futbolculuktan, teknik direktörlüğe yelken açmışlar. Kimin nerede oynaması gerektiğini, hangi diziliş ve stratejiyle sahaya çıkmamızı filan bu 5 öküzden dinleyeceğiz yani.

En başa döneyim. Eğer bu haber doğruysa, 5 andavalı parasına, puluna, ismine cismine bakmadan yollayacaksın. İsmi Arda'ysa da, Sabri'yse de, Barış'sa da, Ayhan'sa da, Servet'se de yollayacaksın. Kim olduklarının zerre önemi yok.

Sen bunlara hakikaten Ferguson'u getirsen, kıçına teneke bağlayıp yollamak için ellerinden geleni yaparlar. Size yapılacak en iyi şey; o Volkan'ın hareketini tüm tribünlere asıp "Bunu siz hakettiniz" deyip, sezonun geri kalanı boyunca boş tribünlere oynamanız. Çünkü biz hak etmedik.

'58 kurbanları unutulmadı


6 Şubat 1958'de, 7'si Manchester United futbolcusu toplam 21 kişinin hayatını kaybettiği kazanın kurbanları, Şampiyonlar Ligi maçı için Münih'e giden taraftarlarca anıldı.

Lehmann 'Jübile' dedi


Alman Jens Lehmann, Bundesliga'da sezonun sona erdiği 8 Mayıs’ta futbolu bırakacağını açıkladı.

Kariyerine 1989 yılında da Schalke’de başlayan Lehmann, 9 yıl ardından 1998’de Milan'a transfer oldu fakat büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak 5 maç sonunda ülkesinin yolunu tuttu.

1999 yılında geldiği Borussia Dortmund'da 4 yıl süresince oynadı. Bütün Galatasaraylılar Hagi'nin attığı o golü hatırlayacaktır. Kariyerinde yediği en güzel gollerden biridir.

2003'te Arsenal'e transfer oldu ve 5 yıl boyunca kariyerinin en verimli dönemini geçirdi.

Bundan sonra yazacağım kısmı bir kişi hatırlar, ondan da bir tepki bekliyorum. "Lehmannn efsane Almannnn"

Yumruk şova enerji var


Fenerbahçe maçında Arda'yı gösterdi televizyon. Isınıyordu, maça girmek için. Zıplamaya çalıştığında belini tutuyordu, yüzü ekşi mi ekşi.

Maç fotoğraflarına bakarken gördüm. Yumruk şov için havalara zıplamış. Yüzünde en ufak bir ekşime belirtisi yok, zorlanma yok.

Her konuşmasında Galatasaraylılığının tartışılmayacağını söylüyor Arda. İsteyenle karşı karşıya oturup tartışacağını filan. Hoş, ben ve benim gibi milyonlarca adam cebinden para verip Galatasaraylı oluyor, sen üste para alıp Galatasaraylı oluyorsun. Tartışılacak çok şey var, bu seferlik es geçelim.

İki Fenerbahçe maçında belki ufak, belki büyük hiç yapılmaması gereken işler yaptı. Eğer Galatasaraylılığını tartıştırtmamak istiyorsa, sakat olduğunu bile bile oyuna girmemeli ya da yumruk şova harcadığı enerjiyi sahaya yansıtsın.

Söyleneyecek çok şey var, Fenerbahçe maçı kızgınlığı demesinler diye yazmayacağım.

29 Mart 2010

Yaptığın harekete sahip çık önce yavşak

Volkan Demirel: "Maçın son anlarında, bir pozisyonda topu sırtımı dönerek kontrol etmiştim. Bu olay yanlış anlaşıldı ve benim bu hareketi rakiple alay etmek için yaptığım şeklinde yorumlar yapıldı.

Bizim ülkemizde bu tarz şeyler biraz abartılıyor. Hiçbir şekilde içimden kötü bir niyet geçirerek o hareketi yapmamıştım, ama yanlış anlaşılmaya sebep olduğum için özür diliyorum.

Tüm futbol camiasının şunu bilmesini istiyorum ki hiçbir şekilde içimden kötü bir niyet geçmemişti ve rakibimizle alay etmek gibi bir niyetim yoktu.

Futbol bir şov oyunudur. Ben de o an şova yönelik bir hareket sergilemek istedim. O an içimden gelen basit bir hareketti. Kötüye çekilmesini hiçbir şekilde istemedim. Yanlış anlaşıldıysam tekrar tekrar özür dilerim."


Yavşak, yaptığın hareketin arkasında dur en azından. Önce "Şov yaptım", sonra "Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim" diyorsun.

Bu statta taşaklarını avuçladın taraftara dönüp "Sakatlandım" dedin, Lincoln'e saldırdın "Ana avrat küfür etti" dedin, dün Keita'ya, Baros'a saldırdın onlar neye küfretti. Milletle dalga geçmek için götünle top tutuyorsun "Yanlış anlaşıldım" diyorsun. Adam ol, yaptığın işe sahip çık. Hep sen haklısın zaten anasını sattığımın stadınsa, herkes suçlu sen haklısın.

Neyse sinirlenmeyeceğim daha fazla. Ruhunda var ibnelik.

Edit: Gerçi koskoca gazete genel yayın yönetmeni "Şöyle becerdik, böyle becerdik" deyip kahkaha atıyor, sonra suçlu küfürü yiyen oluyor. Vay efendim nasıl olurmuş da, aile içindeki görüntü dışarı sızarmış, iki kişinin özel konuşması nasıl yayınlanırmış. Telekulakçı olduk küfür yediğimiz için. O yüzden ne istersen yapabilirsin.

Gönderin Rijkaard'ı (!)


Bu ülkenin 'spor yazarları' neyse sokaktaki insanı, Meclis'teki politikacısı ya da şuralarda yazıp çizen blogger'ları da aynı zihniyettedir.

Rijkaard'a sallayanların haddi hesabı yok. Futbolu bilmediğinden tutun, yeteneksiz ve başarısız olmasına kadar uzayıp gidiyor liste.

Hakim futbol görüşü istiyor ki, Daum ve kalibresinde teknik direktörler bu ülkede çalışsın. Neden? Çünkü medyaya kırmızı gül vermeyi sever, Ortaköy Camii önünde senenin en az iki günü fotoğraf çektirir, boynuna koynuna Türkiye rozeti çakar.

O yüzdendir ki, Zico onlar için stajyer, iş bilmez, Fenerbahçe'yi yönetecek yetenekte değil v.s. v.s.

Şimdi 1996-2010 yılı arasındaki Galatasaray teknik direktörlerine bakalım. Malum 96-00 arası Fatih Terim'in yıllarıydı. Ne dendi Ali Sami Yen'deki 4-0'lık Fenerbahçe mağlubiyeti sonrası: "Terim bu takımı taşıyacak kalitede değil"

Eyvallah fikirdir, söyler isteyen istediğini. Sonuç ne oldu peki? 2000 yılında kazanılan UEFA şampiyonluğu. Peki ne dendi? "Fatih Terim Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük teknik direktördür."

Sonra Lucescu dönemi geldi çattı. Pek tabii ki, o dönem sonrası kim gelse işi zor olacaktı ama Türk spor basını kendisine "Çingene, şopar" gibi aşağılık yakıştırmalar dışında 'sportif' olarak da, "Zaten Hagi getirdi. Bugüne kadar hangi takımda başarılı olmuş ki?" türünden zırvalarla yerden yere vuruldu. Sonuç ne oldu? Türkiye'de en başarılı olmuş teknik direktörlerden biri damgası üstüne yapıştırılıp, her takımın teknik direktör değişimi döneminde ismi anılan ilk adam oldu.

Sonra Fatih Terim yeniden geldi. O, "Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörü" başarısız sonuçlar almaya başlayınca, birdenbire "Kendini geliştirememiş" bir adam haline geldi. Ehh onu da yolladık.

Sonra Hagi geldi. Hagi için zaten söylenecek bolca malzeme vardı, teknik direktörlük kariyerinin başında olduğu için. Neydi söylenenler: "Bu iş futbolculuğa benzemez, egoları kaldıramıyor teknik direktörlüğü." Onun döneminde alınan Türkiye Kupası'ndan sonra, yetersizliği öne sürülerek gönderildi.

Eric Gerets geldi ardından. Gerets zaten "Galatasaray gibi büyük bir takımı çalıştırmamıştı o yüzden gelmesi baştan hataydı" sözleri, Türkiye'ye adım atmadan söylenmeye başlandı. Oynattığı futbolu "korkak"lıkla nitelendirenler -4 forvetle en az 10 maçta oynadık nasıl bir korkaklıksa bu-, futbolu yeteri kadar bilmediğini iddia edenler, oyunu okuyamadığını, oyun içinde gereken değişiklikleri yapamadığını söyleyenler. Liste daha uzayıp gidiyor.

Unutmadan bu "Zaten futbolu bilmiyor, oyunu okuyamıyor, yetersiz" gibi eleştiriler sektirmeden her teknik direktöre söyleniyor. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor filan fark etmiyor. Hangisinin ayağı tökezlese bu cümleler sıralanıveriyor.

Neyse uzattım; "Kalli yaşlı", "Cevat Güler kumar", "Skibbe kariyersiz"...

Bu eleştirileri yapan adamlar kim? Futbolu en son 1980'li yıllarda oynamış -yenileri de 'Üstadım izindeyiz' tadında takılmayı sürdürüyor-, futbolun gelişiminde bihaber, Avrupa'da ne oluyor ne bitiyor sorsan, "Saviola mı, hani şu Barcelona'da oynayan oğlan değil mi?" diye yanıt veren, her yenilgi, galibiyet ve beraberlik için yazı şablonları olan, zaten o yazdıklarını da telefonla 100 kelimeyi bile geçmeyecek şekilde yazdırıp, masa başındaki editörün eline bakan, spontane konuştuğunda 3 kelimeyi biraraya getirmeyen insanlardan oluşuyor.

Şimdi en son kurban Rijkaard. "Barcelona elimde olsa ben de şampiyon yaparım", "Rijkaard futbolu bilmiyor", "Rijkaard'ın Florya'daki çaycıdan daha fazla yararı olmadı Galatasaray'a", "Türkiye'nin gerçeklerinden habersiz" gibi ipe sapa gelmeyen eleştiriler yapılıyor.

Bak şimdi ne diyeceğim; "Ulan zonta Barcelona elimde olsa ben de şampiyon yaparım" diyorsun da, bırak teknik direktörlüğü Nou Camp'a gazeteci olarak akreditasyon yaptırabilir misin şüpheli. Eleştirdiğin adamın teknik direktörlük kariyerini filan bir kenara bıraktım, futbolcu olarak karşısında oynamamak için "Çek bir Moldova" türünde yazılar yazıyordu abilerin. Eline Barcelona'yı ancak CM'de verirler. Yoksa normal şartlarda hakikaten eline verirler.

Bu hakim spor görüşü öyle bir sinmiş ki, insanların içine; bloglarda, forumlarda da aynı şeyler yazılıyor, çiziliyor. Eyvallah Rijkaard gitsin. Var mı önerin? Yok. Yegane önerin olumsuzluk üzerine kurulu. Öyle üç tane Premier Lig maçı izlemekle, iki La Liga karşılaşması yazmakla olmuyor bu işler. Sen öyle oturduğun yerden elinde klavye beyinsel mastürbasyonunu gerçekleştiriyorsun o kadar. Olma birader üç yıl şampiyon, nedir dünyanın sonu mu?

Ben hep söylüyorum, "İyi ki Derwall şu dönemde gelmedi Galatasaray'a" yoksa neler söylenebileceğini tahayyül bile edemiyorum. Hoş, gerçi tahmin ediyorum şu olurdu argüman, "O Alman Milli Takımı bende olsa..."

Sabır filan değil bu, ilgisi yok. Bir-iki kez söyledim, yine söyleyeceğim: Biz toplum olarak başarı köpeğiyiz. Koskoca bir toplum kaybedenlerden oluşunca, hep güçlünün yanında yer almayı kendimize görev edinmişiz. Boşuna mı bu toplumun ataları "Düşene bir tekme de sen at" demiş. Kim düşerse, ismi önemli değil tekme için sırada bekliyoruz.

Blogger'ız, bilmem kimiz diye ortalarda dolanan bu kadar adamdan toplasan 10 tane adam çıkmaz, şu başarı köpekliğini oynamayan. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi, Beşiktaşlısı istisnasız bu söylem ve eylem içinde. Toplumdaki başarısızlığın, kendini yüceltmek ve varolma noktasında yegane söz sahibi olabildiği taraftarlık konusunda başarısızlığa bu yüzden tahammülü yok. Şampiyonluğun gitmesi, Fenerbahçe'ye yenilmek, son 16 dakikada kaybetmek, 6 yemek v.s. v.s. Hepsi aynı yola çıkıyor, hepsi aynı yolun yolcusu.

Artık insanlara tekme atmayı bırakmak gerekir. Haa, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı zaten istemez Rijkaard'ı. Niye istesin ki? Sen ister misin? Transfer mahiyetinde olursa istersin. Bir ay geyiğini döndürürsün bloğunda, forumunda üstünlüğünü taslarsın, rakibine karşı, başarısızlık gelince de, "Ya abi olmuyor, yeter ama" demeye başlarsın, ki diyorsun da.

Hakikaten Rijkaard gibi adamlar bu ülkeye fazla. Bunu samimi olarak söylüyorum. Emin olun, Alex Ferguson gelse "Moruk, dede, heyecanını kaybetmiş", Mourinho gelse "Şımarık, ukala", Lippi gelse "Zaten puro içmekten başka bir işe yaramıyor", Werger gelse "Arsenal'i o kadar yıl çalıştırdı iki şampiyonluğu dışında başarısı yok" diye itin kıçına sokarız.

Bu ülkenin ideal hocası Rijkaard değil. Çünkü adam efendi, kariyerli, kendisini eleştirenleri karşısına adam diye alıp da dinlemiyor, bildiğini yapıyor ve futbolu biliyor.

Hepiniz futbolu çok biliyorsunuz, haklısınız. CM'de şampiyon olup, FM'de kupa kazanınca, bilinç altınız hepinize "Ulan harbiden ben bu işi yaparım" diyor.

Futbolcu eskilerini zaten kategoriye sokmuyorum. Onlar için gelen, giden kim fark etmiyor. Kaşı üstünde gözü olması yeterli.

28 Mart 2010

O g*t elbet açılır bir gün


Geçen yıl Hacettepe maçıydı, rakip 10 kişi kalmış Lincoln top sektiriyor. Türkiye'deki televizyon yorumcularının hemen hepsi "Bu terbiyesizliktir, ben olsam ayağını kırardım" tadında yorumlar yaptı.

Bugünkü Galatasaray-Fenerbahçe maçı. Maç bitmiş bu insan taklitçisi yaratık, kendince rakibini aşağılamaya çalışıyor, dalga geçiyor.

"Volkan'ın ayağını kırmak lazım" demiyorum, demem de. Yapılana da bir isim vermekte zorlanıyorum ama bir isimlendirmek de istemiyor değilim tabii.

Kazanmışsın, maç bitmiş, ne bu şimdi? Yüzyıllık rekabet, ezeli dostluk filan hikâye oluyor bir noktadan sonra. İnsan sinirleniyor haliyle.

İki yıl önce, "Lincoln bana ana-avrat küfretti o yüzden sinirlendim" dedin. Bak şimdi insanlar, bu hareketlere sinirleniyor, hiddet yapıyor, küfrediyor.

Ne gerek vardı buna? Götünle topu tuttun, herkesi aşağılayabildin mi? Bütün Galatasaraylıları yerin dibine soktun mu? Yarın sadece bu hareket için Türkiye'deki tüm Galatasaraylılar başı önde mi olacak? Bütün bir futbol kariyerin boyunca götünle tuttuğun bu topla övünecek misin? Takım otobüsünde "Ulan ne makara yaptım, heriflerin hepsini yerin dibine soktum, t*şşağımı geçtim" deyip, kahkahalarla gülecek misin?

Sana söylenecek çok laf var ama anlama yetinin olabileceğini sanmıyorum. İnsan olsan anlardın ama böyle kötü bir insan kopyası şeklinde ortalarda dolanınca anlatılmıyor ağız tadıyla.

Sen, daha bol bol forma giyeceksin bu ülkede. Bu hareketin altı keçeli kalemle çizili bir biçimde duruyor orta yerde. Bugün olmadı yarın, olmadı başka gün tozlu raftan çıkartılır bu hareket, emin ol.

Haaaa, bir de unutmadan iyi kaleci olmanın yanı sıra sağlam götverenmişsin bunu da tekrardan hatırlattın bize. Eyvallah sana...

Fotoğraf: Chaogrey

Atak yapmadan maç kazanmayı becerebilmek

İşte Galatasaray-Fenerbahçe derbileri böyledir. Rakip Fenerbahçe olunca, Galatasaray'ın futbol IQ'su sıfırın altında bir noktada dolanıyor.

Maçın 25. saniyesi Mustafa Sarp kaleciyle karşı karşıya, kaleye vuramıyor, ortaya çıkartıyor topun olduğu noktada tek bir sarı-kırmızılı formalı oyuncu yok.

Maçın 70. dakikası, tıpkı Trabzonsporlu Colman'ın olduğu gibi Galatasaray maçlarının gole abone oyuncusu Selçuk 30 metreden vuruyor, top önce yere sekiyor, sonra kalecinin (kaleci diyorum ben ama pozisyon açısından söylüyorum yoksa sezon başından beri Galatasaray'ın kalesinde bir adam duruyor o kadar) elinden sekiyor ve gol oluyor.

Bu maçın 25. saniyesi ve 70. dakikasının Kadıköy'de yaşandığını düşünürsek o 25. saniyedeki pozisyon gol olur, maç 4'e 5'e gider, 70. dakikadaki pozisyonda dağlara taşlara gider.

Yenilen gole kadar Galatasaray gayet iyi futbol oynadı, sahada yapması gereken her şeyi yaptı. Benim için maçın dönüş anı Arda'nın oyuna girişidir. Gereksiz yere zorlama bir değişiklikti, takımın orta alandaki tüm ahengini ve rimtini bozdu.

Oysa Mehmet Topal gayet iyi ve başarılıydı. En azından rakibin orta alanda rahat top yapmasını engelledi.

Maçın ikinci kırılma anıysa Dos Santos'un yapamadığı goldü. O pozisyon dışarı çıktıktan sonra iç ses olarak "Bu maçı kaybettik" cümlesini gayet net biçimde duydum.

Dedim ya, rakip Fenerbahçe olunca Galatasaray'ın futbol zekâsı kalmıyor, saçmalıyor.

Söylenebilecek bir şey yok. Ligin bu gidişatında her şeyin değişebileceğini görüyoruz fakat o kadar çok bireysel hata yapıyor ki Galatasaray, işte bunlar insanı umutsuzluğa itiyor. Son Trabzonspor ve Fenerbahçe maçlarındaki iki hata 6 puana mal oldu. Elbette, hata yapacak sahada futbol oynayan bu adamlar ama böylesi kilit maçlarda hataları minimize etmezsen, sezon sonu da ligin tepesini göremezsin.

Fenerbahçe'yi tebrik ederim. Hakem, makem hiçbir şey söylenecek maç değildi. Çıkacaksın, alacaksın bu kadar basit.

Aklıma gelmişken, Hakan Balta'nın suyu mu çıktı? Daha önce bir yerlerde söyledim mi bilmiyorum. söylemediysem, söyleyeyim. Caner'den hiç hazzetmiyorum. Saçma sapan ortalar, garip hareketler. Hakan Balta'nın oynamadığı hiçbir maçta bu takımın savunmasına güvenmiyorum.

Son söz tribünlere olsun. 20 dakika boyunca kalecisini yuhalayan taraftar, tek kelimeyle 'rezildir'. Ama bunlara alıştık, taraftar dediğin böyle bir şey. Üç hafta önce Güiza ağlayarak sahadan çıktı, sonra alkışlarla. İki maç kurtarsa Leo Franco (ki, bunu asla yapamaz) herkes omuzlarda taşır.

Böylesi iğrenç bir taraftar kitlesi ile futbol izlemek de, futbol oynamak da mümkün değil. Türkiye'deki insan malzemesi bu. Ne söylesen boş.

27 Mart 2010

Derbi sonrası...


Bilinçli ve istekli bir susuştu iki günden bu yana. Derbiye kadar, kendimi nadasa alayım dedim.

Yarın akşam derbiden sonra görüşmek dileğiyle. Temiz maç olsun gerisi hikâye...

25 Mart 2010

Biletix soygun ve karaborsa kurumu


Hadi diyelim ki, bundan önceki senelerde milyonlarca taraftar bilet için internete aynı anda girip, sistemi kilitliyordu.

Ehh, artık kaçış da yok. Galatasaray Bonus Card sahibi kaç kişi vardır ki, biletler anında tükenir ya da internete girdiğimiz an sistem kilitli ibaresi görürüz.

Şunun bir gerçek olduğunu görelim; bu kurum biletleri el altından karaborsaya sunmaktadır. Başka bir açıklaması olamaz. Pazar günü maça giden herkes görecek, karaborsada deli gibi bilet satılacak.

Uzman sorumu sorayım o zaman: Herkesin bir bilet aldığı yerde, bu biletler nasıl karaborsaya düşüyor peki? Hakikaten komik olmaya başladı. Birileri eşek yüküyle para kazanıyor kulüplerin üstünden ve kimse bunu sesini çıkarmıyor.

O zaman aklıma bu rant ve karaborsanın içinde daha yüksek düzeyde birileri var diye geçiyor. Yeter artık bu milleti soyduğunuz.

Not: bonaventure'den bir yorum var, mutlaka okuyun...

Adam olmayı başarabilmek

Dolandırıcılık ve çete üyesi olmak suçundan tutuklandı. Ağır suçlamalar, insanın asla üstüne yapışmasını istemediği suçlar, hele ki dolandırıcılık.

Karaktersizlik, başlıca karakter özelliğiydi, ne tip bir adam olduğu net bir biçimde anlaşıldı.

Galatasaray'dayken, Fenerbahçeli taraftara saldırdı; Fenerbahçe'ye gitti ana-avrat sövüp eliyle '6' işareti yaptı.

Girdiği kabın şeklini alanlardan, en sıvı en vıcık vıcık olanından hem de. Futbolcu olmak, para kazanmak, meşhur olmak, sevilmek hepsi hikâye, öncelikli şart adam olmak. Ne yazık ki, başarabilmiş değildi.

6 yıl ceza alırsa fazla ironi yüklü olur.

Centilmenlik sınırı


Saygı iyi hoş da; bir dakika alkış, iki pankart 90 dakika küfür.

Centilmenlik de bir yere kadar ama değil mi?

24 Mart 2010

Sporda Şiddet Yasası'nda verilecek cezalar


STATLARA YASAK MADDE SOKMAK VE KULLANMAK

3 yıldan 5 yıla kadar müsabakalardan men, 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası.

USULSÜZ BİLET SATIŞI

2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ve 5 bin liradan 10 bin liraya kadar para cezası. Ayrıca ilgili kulübe 250 bin liradan, 1 milyon 500 bin liraya kadar para cezası.

ÇİRKİN VE KÖTÜ TEZAHURAT

2 yıldan 4 yıla kadar men, 5 bin liradan 10 bin liraya kadar para cezası.

MAÇLARDA YASAK ALANA GİRMEK

Tribünlerden oyun alanına giren kişiye 2 yıla kadar müsabakalardan men, oyunun durmasına neden olanlara 3 yıldan 5 yıla kadar müsabakalardan men cezası.

YASAK BEYAN VE DEMEÇ

100 bin liradan başlayan para cezası.

DİNİ VE ETNİK AYRIMCILIK

3 yıldan 5 yıla men ve para cezası.

TAHRİK EDİCİ YAYINLAR

Haber ve yorum yazan medya mensubuna 200 bin, ilgili medya kuruluşuna 500 bin liradan başlayan para cezası.

ŞİKE VE TEŞVİK PRİMİ

5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası.

ŞİDDET OLAYLARINDA KAVGA EDEN VE YARALANMAYA NEDEN OLANLAR

3 yıldan 5 yıla kadar men ve 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası.

SPOR ALANLARINA HASAR VERENLER

1 yıldan 3 yıla kadar müsabakalardan men cezası.

Evladım sizi kim işe alıyor?

Anadolu Ajansı'nı ben yazmaktan bıktım, bunlar sığırlık yapmaktan bıkmadı. Yeni bir vaka bu kez cahilliğin ötesinde bir durum var. Aynen alıntılıyorum:

"Almanya Birinci Futbol Ligi (Bundesliga) takımlarından Bayern Münih’in teknik direktörü Franz Beckenbauer, Wayne Rooney’nin, İngiltere’ye Dünya Kupası’nı kazandırabileceğini söyledi."

Evet, 15 yıl önce teknik direktörüydü. Sanırım haberi 'yapamayan' arkadaş biraz gerilerde kalmış.

Bülent Arınç'a tavsiyem, Anadolu Ajansı ve TRT'ye editör alırken; partizanlığı, cemaatçiliği dışında biraz da bilgisi olmasını kriterler arasına soksun. Çünkü hemen her gün, bu gibi aptallıkları yapıyorlar.

Tabii copy-paste habercileri de bunu aynen yapıştıracakları için, haber portallarının birçoğunda da Beckenbauer, teknik direktör olarak geçecek.

Offff, offfffff.

Ağlak imam operasyonu olmasın bu?

Kimse kusura bakmasın da, haftalardır gerçekleştirilmeyen operasyon tam da İstanbul Büyükşehir Belediyespor-Bursaspor maçı öncesi yapılırsa insanın aklına çok şey geliyor.

Misal Fethullah Gülen geliyor, toplumda yaratılacak yeni bir rüzgâr geliyor, Bursaspor'un şampiyonluğunda yazılacak destanın baş aktörü geliyor.

Gerizekâlılar ülkesi Türkiye'de herkes uyumaya devam etsin.

Türkiye'de ilginç şeyler oluyor, olmaya da devam edecek. Bu siyasi iktidarın varlığında daha çok şey göreceğiz, kimsenin endişesi olmasın.

Eleştirebilme özgürlüğü


Sevmek zorunda değilsin, hatta nefret bile edebilirsin ama öldükten sonra "Zaten sevmezdim" türünden yorumlar yapmak, en hafif tabiriyle terbiyesizlik oluyor.

Hayatını Galatasaray'a adamış, Galatasaray uğruna yüzlerce işe imza atmış, bu kulüp için ter akıtmış, forma giymiş, sen bir dergi-bilet almak için otuz takla atarken 40 milyon doları hibe etmiş birinden söz ediyoruz.

Hepsini geçtim, böylesine birinin arkasından "Kör ölür badem gözlü olur" demek, haysiyetsizlik örneğidir.

Muhtemelen bunları yazanlar, çizenlerin başlıca savunması "Bu benim kendi fikrim" demek olacaktır. Her fikre saygı duymamayı çok önce öğrendiğim için, kendi açımdan kabullenilebilir bir durum değil.

Siz İnamotoların, Saidou'ların kızgınlığı içindesiniz. Sizi ve beni başka şeyler heyecanlandırıyor. En son Kosecki transferinde heyecanlanmıştım, o zaman da ortaokula gidiyordum. Anlayan anlamıştır.

Aslında yazacak çok şey var ama yazmayacağım. Keşke Özhan Canaydın'ı eleştirenler, onun yaptıklarının milyonda birini bu kulüp için yapabilseler.

Bir de, başka taraftan konuşanlar var. Adam çıkıp "Bizim şampiyonluğumuzu çalmıştı" diyor. Yavşak herif, 16 dakika boyunca bir gol atamadıysan bunun suçlusu Özhan Canaydın mı?

Güle güle başkanım...

22 Mart 2010

Ulan ölüm kahpesin


Şu kulübün başında gördüğüm en büyük adamdı benim için. Gözü dönmüş taraftardan tepki alacağını bile bile, rakibinin elini sıkmayı bilen bir centilmendi.

Spor adamıydı, adamdı.

Ulan bazen yazmak zor oluyor. Sarıyla-kırmızıyla birlikte yat başkanım. Sevdiğim ilk başkandın, duruşunla. Öyle kalmaya devam edeceksin.

Embesil taraftar modeli

Şu bloglarda biraz gezinince, insan neler görüyor, neler. Herkes Trabzonspor-Galatasaray maçının hakemi Yunus Yıldırım üstünden, Galatasaray'a alabildiğine giydirmeye çalışmış.

A benim embesilim; çıkıp bunları takır-takır yazmışsın. Bak sen bir Galatasaraylı olarak gayet açık ve net biçimde diyorum ki; "Sabri atılmalıydı, Caner ve Baros da sarı kart cezalısı olmalıydı."

Şimdi sen diyebiliyor musun, "Benim başkanımın soyunma odasında hakem azarlamakla ne işi var? Hemen her maçta Emre'nin maçı bitirebilmesine şaşırıyorum."

Yok haliyle söyleyemiyorsun. Çünkü bu ülkede işler böyle yürüyor. Birtakım olayları unutturmaya çabalamak için, başka olayların üstüne gidersin.

Bir başkan, hem de maç sürerken devre arasında hakem azarlıyor ama bunun yazılır, çizilir bir durumu yok değil mi? Gayet doğal bir durum bu. Aziz Yıldırım, her yere girebilir, herkese her şeyi söyleyebilir, gerekirse ağzının payını verir.

Bak, ben diyorum ki; ortada haksız bir durum varsa buna herkesin tepki vermesi gerekir. Doğrunun sarısı, kırmızısı, laciverti, siyahı, yeşili, beyazı yoktur. Doğru herkes için doğru olmalı. Senin doğrun ve benim doğrum gibi olgu yok.

Adalet mi istiyorsun? Valla ben de istiyorum adalet. Senin için, onun için, ötekisi için, benim için yani herkes için istiyorum.

Sen çıkacaksın; bir maçı cımbızlayıp çekeceksin, başka bir olayın üstünü de, kedinin pisliğinin üstünü örtmesi gibi örtmeye çabalayacaksın. Yok öyle yağma.

Acemi katil misali, şüpheleri başka yöne çekmeye çalışmak. Hadi canım, hadi, bunları yutturacak birkaç klavye miniği bulun, onlara yedirin bunları.

Son olarak ekleyeyim, Yunus Yıldırım'a düdük astırılsın mümkünse. Yönettiği bütün maçlar skandal niteliğinde. Kendisini geçen sezon oynanan Sivasspor-Galatasaray maçından unutabilmiş değiliz ancak unutmayı umuyoruz.

21 Mart 2010

Yumuşak futbola puan yok

Çok uzun uzadıya yazmayacağım, yarın daha uzun bir yazı gelir. Çok moda olan birkaç kırılma noktası vardı maçın.

Dos Santos'un daha karşılaşmanın başında dürterek vurduğu top, gol olsaydı çok farklı bitebilecek bir maçtı ne yazık ki olmadı.

Bir takım kendi evinde bambaşka, deplasmanda daha başka top oynuyorsa şampiyon olmasının imkânı yok. Ankaragücü maçında alınan 3-0'lık mağlubiyet, Galatasaray'ın bütün futbol dengesini bozdu. O günden bu yana, deplasmanlarda alınan beraberliğe bile sevinir olduk.

Bir laf da, Rijkaard için olsun. Elano'nun bu takımdan sürekli ilk çıkartılan oyuncu olması can sıkıcı bir durum oluşturmaya başladı. Arda da yokken orta sahanda top yapabilecek yegâne adamı oyundan alınca, Mustafa Sarp ve Barış gibi iki 'yeteneksiz'e maç teslim etmek çok akıllıca değildi. Zaten sonuç da bunu gösteriyor.

Bursaspor yarın, Denizlispor maçından 3 puanı çıkartırsa geriye kalanlar ikincilik mücadelesi yapmaya hazırlansın. Tam da, kamuoyu rüzgârını arkalarına almışken.

Bu arada; Colman, Galatasaray maçlarının kadrolu golcüsü haline geldi, boşu yok.

Trabzonspor'u tebrik etmek gerekir. Galatasaray'ı yenmek için gerekli olan iki şeyi maç boyunca yaptılar. Biri ön alanda baskı -ki, golü getirdi-, bir diğeri de sert oynamak. Umut biraz daha becerikli olsaydı sağlam bir fark atabilirlerdi.

Daha önce de söylemiştim, fena halde yumuşak top oynuyoruz ve sertliğe yanıt veremiyoruz. Kadronun bu açıdan özellikle orta alan bölgesinde gözden geçirilmesi gerekir.

20 Mart 2010

Formanı sevsinler güzel Kekom


Daha 10 gün önce gözyaşları içinde deprem enkazında annesini arıyordu, ağlaya ağlaya.

Şimdi Galatasaray uçağında, yüzünde gülücükler. Çocuk olmak çok güzel şey, hep öyle kalabilsek keşke. Çıkarsız, kin gütmeden, sevgi dolu.

Üstünden düşen formanı sevsinler. Çok yaşa sen Kekom...






Galatasaray Kulübü'ne de teşekkürler..

Yalan haber üretme merkezleri

Sabık internet portalı milliyet'i biraz önce açtım ve sırasıyla "Baros'a dev teklif", "İşte evlen baskısının sırrı", "Franco gidiyor, O geliyor", "Umudu Gökhan'ın eşi", "Uçmayı bilmiyorsan tribinde işin ne?" ve "Rijkaard'a dev teklif" gibi birbirinden eşsiz, birbirinden nadide haberlerle karşılaştım.

Tabii insan sorgulamadan edemiyor; bu haberlerin tam da Trabzonspor ve Fenerbahçe maçlarından önce çıkmasını. Neden, niye gibi sorularla aslında kafamın meşgul olmaması gerekiyor.

Çünkü yapılmak istenenin, yapılmaya çalışılanın, herhangi bir tökezleme öncesine denk getirilmesinin, şark kurnazlığı mantığıyla hareket edildiğini zaten biliyorum.

Yaşları 20 ila 25 arasında değişen, gazetecilikle uzaktan yakından hiçbir bağları olmayan, kendilerine gelen DHA mailleri ile birlikte AA'dan aldıkları tüm haberlerin, noktasına virgülüne bile dokunmadan kopyala-yapıştır yaptıklarını gayet iyi biliyorum.

Daha önce pek çok kez, internet gazeteciliğiyle ilgili birkaç kelime yazmıştım. Türkiye'de bu işin ne kadar pespaye bir biçimde yapıldığını, verdikleri minimum maaşla, kendilerine "Ben gazeteciyim" diyen ama Control+C ve Control+V'den başka bir şey bilmeyen insanları çalıştırdıklarını söylemiştim.

Neyse, aslında bu değil söylemeye çalıştığım. Medyanın benzer reflekslerine o kadar sık rastladık ki, artık rutine döndü bu iş. Ancak haklarını da yememek lazım ki, haber sallama konusunda kendilerini aşıyorlar. Artık iyiden iyiye ailesel konulara merak sardılar.

Keita hunharca ve gaddarca bir biçimde eşini dövüyor; Servet kendisine iş arıyor; Barış'ın babası 16'lık kızla evlen baskısı yapıyor; Jo, evini geneleve çevirmiş çılgınca sevişiyor...

Bu haberlerin dozunun az olduğunu düşünüyorum. Misal, "Neill'ı tek kesmiyor gruba döndü", "Eşi İstanbul'a yerleşmeyen Kewell, kendine harem kurdu", "Keita eşinin üstünde takla atıyor", "Sabri'ye aile kızı", "Servet'e müjde, Gökhan Zan'ın eşi adayları belirledi" türünden daha uçuk, daha zekâ sınırlarını zorlayan haberler verilmeli.

Zaten, sayfanda seks olmadan haber vermiyorsun. Ehh, bu ülkede futbol satan bir malzeme, seks zaten vazgeçilmez unsur. O zaman ne yapacaksın? Tabii ki, seks ve futbolu birleştirip, ikisi bir arada lezzetinde haberler sunacaksın.

Millet, sağda-solda 'Galatasaray lobisi', 'Galatasaray medyası' diye yazıpdursun, bu ülkede son 16 dakikada kazanılan şampiyonlukta kaç spor müdürünün bir gün öncesinden sayfa hazırladığını, "Lanet olsun" deyip, o hazırladıkları sayfaları gözyaşları içinde devirdiklerini gayet iyi biliyorum.

Bu ülkenin internet medyasının iyiden iyiye gözden geçirilmesi gerekir. Hatta tümden lağvedilip yeni baştan inşa edilmeli. Okuyoruz işte bir dolu blog, artık 'en kabadayı' haber portalından daha iyi haber verir durumda.

Komik ve gülünç duruma düşmekten öte insanların sinir katsayıları ile oynamak ve bu mesleğin itibarını altüst emekten başka hiçbir işe yaramayanlara selam olsun...

Haa, ama bu kadar insan ısrarla okumaya devam ediyorsa da, bir noktadan sonra alan memnun satan memnun durumuna geliyor. Okumazsan, daha iyi olması için zorlarsan eşek gibi değişirler.

Yazının başına gelecek olursam, tam da Trabzonspor ve Fenerbahçe maçları öncesinde işin cılkı çıkartılmaya başlandı. Fenerbahçe maçına doğru sınırlar daha da zorlanır, hele de Trabzon'dan mağlubiyet çıkarsa...

19 Mart 2010

Renalut


Bu belediye, değil bir kenti mezrayı bile yönetemez.

Bir aracın hem markası, hem model ismini yazamıyorsan ya art niyet ararım, ya beceriksizlik.

Bunlardan ikisi de o belediyeyi yönetmeye yetinin olmadığını gösterir.

Hoş, 2 Temmuz 1993'ten bu yana, bu kent ağzıyla kuş tutsa fark etmez.

18 Mart 2010

Seninle, benim aramdaki fark

Şimdi, sen bakıyorsun takımına, gurur duyarak futbol oynayan tek kişi Emre Belözoğlu. Ben yetiştirmişim, senelerce emek vermişim.

İsim koymuşsun "Cesur Yürek" diye, daha üç-beş sene önce "Katil, Piç" diye bağırdığın adama.

"Bilica, Servet'den iyi; Gökhan Gönül Sabri'yi katlar; Güiza, Baros'tan çok daha iyi golcü, Kewell ve Deivid'i karşılaştırmam bile; Andre Dos Santos kim Hakan Balta kim; Mustafa Sarp ne yaaa Cristian var bende, Keita çakma" diye sağda-solda karşılaştırmalar yapmışsın, aptalca bir inanmışlık içinde.

Başkanın desen, tek bir sözüne bile güvenemiyorsun artık. Her "İstifa ediyorum" açıklamasının ardından dönmüş tekrar istifa ettiği kapılardan. Sezon başı yaptığı "3 şampiyonluk sözü veriyorum" gazıyla, alabildiğine ümitlenmişsin. Ne de olsa, ilk olacak senin için.

Zico gibi güzel bir insanı yollamışsın sebebi; Galatasaray'a kaptırılan şampiyonluk. Ama Galatasaray'a kaptırılan bir başka şampiyonluktan sonra gönderdiğin Daum'u geri almışsın.

Bakıyorsun yedek kulübesine Daum-Rijkaard. İçinde isyanlar var, bağır bağır bağırıyorsun aslında ama kendini haklı çıkartmak için "Türkiye'yi tanıması büyük avantaj" diye bir masalın peşinden gidiyorsun.

Her elendiğin Türkiye Kupası sonrası yıllardan bu yana "Türkiye Kupası kadar gereksiz bir şey yok. Bana ne abi almayalım zaten" söylemini, her yarı final ya da finale çıktığın gün rafa kaldırıyorsun. Çünkü, üstünlük kuramıyorsun bana karşı o yüzden gereksiz senin için. Ta ki, sen kazanana kadar.

"Şampiyonluk yarışında varım" diyorsun ama görüyorsun oynanan rezil futbolu, o yüzden daha şimdiden Bursasporlu olmuşsun en ileri, en önde gideninden hem de.

Yeter ki, Galatasaray bizi geçmesin, hele hele şampiyon hiç olmasın. Fenerbahçe 13., Galatasaray 14. olsun, o sezon senden mutlu olmaz. Çünkü sen, kendi başarınla değil rakibinin başarısızlığınla mutlu oluyorsun. O yüzden sahanda Lille'e elenirken, Atletico Madrid'in attığı gole seviniyorsun, 40 yıllık Madridli gibi.

Ben UEFA Kupası'nı alırım, sen ismine 'Fuar Şehirleri Kupası' der, kendince alaya almaya çalışırsın, ben buraya yazmayacağım 30 tane Avrupa takımını yenmişim, senin hafızanda Bordeaux, Manchester United ve Sevilla maçlarından başka şey yoktur.

Ben "UEFA şampiyonuyum" dediğimde "Tarih oldu" dersin, ama tarih olan skorlarla övünmekte üstüne yoktur.

Hatırladıkların hep güzel anılardır, hep galibiyetlerdir; ben en kötü günümle bile gurur duyarım, atmam alt benliğime.

Şimdi ufaktan hesap kesileceği gün yaklaşıyor, sen stat kapattırma peşindesin. Bilmiyorsun ki, o stat kapansa senin için daha sevimsiz bir hal alacaktır her şey.

Seninle, benim aramda; iyi-kötü o kadar fark var ki? Ben sana "F5" demem, "Fener7ahçe" yazmam ama sen daha benim ismimi bile yazmaktan imtina ediyorsun 7'sinden 70'ine kadar.

Şimdi sen diyorsun ki, içinden "Ulan dangalak, sana bunların tam tersi yüz tane şey sayarım."

Seninle, benim aramdaki fark da bu işte. Ben gerçekleri yazarım, sen hayal aleminde yaşarsın.

Not: Umuyorum gereksiz alınganlık yapılmaz, yazının adresi bellidir.

Galatasaray antrenmanından diyaloglar


Arda'dan Mustafa Sarp'a: Google’a İsmail YK yaz, bak aynı Mustafa.

Mustafa Sarp'tan Arda'ya: Sen de aynı Berdan Mardini’sin.

Mustafa'dan Arda'ya: Aslında biraz saçını uzatsan aynı Ajdar olursun.

Çocuk lan bunlar. Millet koca adamların yerine koyuyor. Bildiğin mahallede top oynayan tipler gibi.

Muavenet-i Milliye


İsmi Muavenet-i Milliye. Küçük bir muhrip. Morto Koyu'nda Goliath isimli bir gemiyi batırdı.

Bu toprakların gördüğü emperyalizme karşı en büyük başkaldırıdır. Şimdilerde, ruhundan arındırılmış, sadece dini öğelerle süslenen ve her yıl uçaklardan kırmızı-beyaz dumanlar püskürtülerek kutlanan bir şenlik.

Tarih kitaplarındaki hikayelerden başka bir şey değil. Ama aslı öyle değil.

17 Mart 2010

2010 Türkiye'sinden 2 fotoğraf -sözün bittiği yer-


Yıl 2010, yanlış bir tarihte değiliz yani. 2000'e +10 ekle çıkan sonuç günümüz oluyor.

Bu fotoğraflardan biri bugün Hakkari'de, bir diğeri de Sakarya'da çekildi.

Nesine yorum yapmak lazım bilmiyorum. Daha önce de, benzer fotoğraflar koymuştum bloğa. Ne zaman, böyle siyasi bir-iki kelam etsem bloğa bir dönem kimse uğramıyor da ama inadına yazmaya devam edeceğim, göstermeye, teşhir etmeye, bir kişinin bile dikkatini çekmek için uğraşacağım.

7 yıldır bu ülkenin anasını bellediler, yapmadıkları-satmadıkları kalmadı. Bu ülkenin tüm değerleriyle oynadılar topaç gibi. Ülke yönetiminden anladıkları aşağıdaki postta da yazdığım gibi hamasi söylemler. Ucunun nereye gideceğini bilmeden konuşuyorlar. "One minute" dedikleri gün, halktan aldıkları destekle şimdi herkese ağzına geleni söylüyorlar.

İçeri zorla attıkları, boka bulamaya çalıştıkları insanları saymıyorum bile (ki, içeride suç işlemiş kişiler de vardır).

Ama cidden yeter, bu kadarına da. Nedir bu? Ne söyleyeyim? Gerçekten sözün bittiği yerdeyiz. Bu ülkede olan biten her şeye mi sessiz kalacağız. 20 tane liseli, TEKEL işçisine destek verdiği için okuldan atılıyor, haklarında soruşturma başlatılıyor ancak bu bokları yiyenler ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.

Biraz daha yazarsam, gerçekten olmayacak, bambaşka şeyler söyleyeceğim. Gerçekten sözün bittiği yerdeyiz.

Bir lafım da, şu bloğa siyasi yazı yazdığımda girmeyenlere olsun. S*ktirin gidin, kum havuzunuzda oynayın. Amacım salt futbol yazmak değil zaten, bunu bin kere söyledim. Bakın lan, artık sağınıza-solunuza.

Hoşgörü dini temsilcisinden inciler

Bu başbakan hakikaten ilginç bir insan. Başbakan gibi davranmaktan çok kendisini bir nevi ülke sahibi gibi görüyor. İsveç'in soykırım kararı almasının ardından İngiltere'de esti gürledi: "Türkiye'de kaçak çalışan 100 bin Ermeni'yi sınır dışı ederim."

Şimdi öncelikle şunu söylemek gerekir ki, böyle her önüne geldiğine küstah bir tavırla, şantaj yapmak başbakan sıfatındaki kimseye yakışmaz. Başbakanlar şantaj yapmaz zaten, yapması gerekeni yapar.

Daha önce Yahudilere kızıp, "Biz size 500 sene önce kucak açmıştık ama" demişti.

Ülkende bulunan her azınlığı böyle tehdit edip, geçmişten bu yana yüzüne vurmak biraz ayıp oluyor. Kaldı ki, birader nasıl bir iş bu. Sen iktidarsın, iktidar olan her istediğini yapabilir gibi bir anlayışa nasıl sahip olabiliyorsun, anlaşılır gibi değil.

Hem sen değil misin, "Yaradılanı yaradandan ötürü seven." 7 yıllık iktidarının süresince, her konuşmanda bunu söylemedin mi? En azından 300 konuşmada söyledin bunu. E peki şimdi, bu neyin nesi oluyor?

100 bin Ermeni'yi sınır dışı et, az sayıdaki Musevileri yolla İsrail'e, ehh oldu olacak Rumları da salla Yunanistan'a, muhalifleri sürgüne gönder. Mis gibi ülke yönetirsin bak o zaman. Sorunsuz, problemsiz, şahane bir ortam yaratırsın. Bir nevi dikenden arındırılmış gül gibi.

Aslında iliklerine kadar istedikleri bu ama sıkıyor, yapamıyorlar. Sıkmaya da devam eder, dos lastiği misali.

Otun bokun açılımı yapılacağına 'insanlık ve zekâ açılımı' yapılsa hiç fena olmaz

Öfke


Kurulan tezgaha öfkeliyiz. Ankaragücü maçı ile başladı, Trabzonspor maçında da süreceğine eminim.

16 Mart 2010

Taraftar ruhum ayağa kalktı


Verin Galatasaray'a bir yıl saha kapatma cezası, hatta yeni statı da kapsamalı bu ceza.

Bitecek olan Türk Telekom Arena'da maç oynanmasın.

Kombine satılması yasaklansın.

Yetmedi mi?

Rijkaard'ın teknik direktörlük diplomasını Türkiye'de geçersiz kılın.

Servet'e 10 maç.

Sabri'ye 15 maç.

Hakan Balta'ya 20 maç.

Keita'ya 25 maç.

Baros'a 30 maç.

Kewell'a 35 maç.

Jo'ya 40 maç.

Neill'a ömür boyu men....

Bunlar da mı yetmedi.

Rijkaard'dan sonra Neeskens için de sınır dışı kararı alın.

Haldun Üstünel'i, yöneticilik görevinden,

Adnan Polat'ı başkanlıktan alın.

Bunlarda mı yetmedi?

Galatasaray Spor Kulübü'nü kapattırın.

Seyircili, seyircisiz; Keita'sız, Kewell'sız da olsa Ali Sami Yen'de oynamaktan korkan beyinsizlerle tek bir maç oynamamıza izin verin ama. Sonra bu sıralanların hepsini yapın.

Son bir maç yapalım ama olur mu?

Size Daum gibi sahtekârlar müstahaktır, sizin çapınız Veselonoviç kadardır. 10 yıldır "stat stat" diye ağlamaktan, 6-0'ı konuşmaktan başka bir argümanınız yok elinizde.

O süreçte neler yaşanmış neler? Biz salyalar akıtmışız ağzınızdan, ağlatmadık taraftarınızı bırakmamışız; Nonda'nın kafası girmiş sizin kaleye, büyük planlar yapmaktan vazgeçirmişiz, küçük yerel mutluluklarla kendinizi avutmuşsunuz.

Şimdi bir rüzgâr estirilmeye çalışılıyor, Fenerbahçe maçı seyircisiz oynansın diye. Seyircili, seyircisiz fark etmez, ayda bile oynansa bu kez yırtamayacaksınız. 22 bin kişinin olmasından korkuyor, kooooooooskoca camia.

Galatasaray olmasa hayat ne kolay olurdu değil mi? Ulan anlayın artık be, sizin büyüklüğünüz 17 şampiyonluk kadar. O kadar büyüksünüz, fazlasını hayal bile edemezsiniz. Ancak ve ancak bizi yendiğiniz zaman kendinizi büyük hissediyorsunuz değil mi? İşte biz bu yüzden büyüğüz zaten.

Tribünden adam atmak


Adam, "En büyük Beşiktaş" demiş, tahammül edememişiz, linçvari görüntüler oluşturmuşuz.

Tahammül edemiyoruz artık hiçbir şeye. Biri kırmızı giymez, giydirmez tribünde; ötekisi tribünden adam atar, tribünde adam döver; bir diğeri tüm İstanbullulara söver; başkası her geleni taşlar, sahaya dalar; berikisi maça gelirken palalalar getirir....

Ne zaman böyle olduk bilmiyorum. Eskiden böyle değildik. Taş atmazdık geçen trenlere, koparmazdık çiçekleri 1 Mayıs'ta, bir başkasının "En büyük" kavramını linç etmeye kalkmazdık. Çocukluğumda yaptığım en büyük haşarılık ağaçtan meyve aşırmak ya da top oynarken komşunun camını çerçevesini indirmekti, en kötü dalardık birbirimize ama teke tek.

Herkes tartışıyor Diyarbakırspor düşürülmeli mi düşürülmemeli mi diye. Eyvallah peki tribünden adam atan Galatasaray taraftarı için ne yapmak lazım? Ya da Kadıköy'de hakemin kafasını yaran zihniyeti yargılayacak mıyız? Bir otobüs dolusu adamın palalar ve döner bıçaklarıyla gelmelerini olumlayacak mıyız, devlet gibi. Bir hata olmamalı ki, hepsi serbest bırakıldı.

Her geçen gün şiddetin dozu artıyor, şiddet kabul gören bir kültür haline geliyor. Bu bir süre sonra yerini kısası kısasa bırakacak. Ölümler başlayacak, bir senden, bir benden diye çetele tutacağız.

Futbolun yönetenleri, ülkenin yönetenleri bunları görmezden gelmeye devam ediyor, yarın olacaklardan herkes sorumlu, herkes kendi payına düşeni iyice hesaplamalı. Göz göre göre, bağıra bağıra geliyor olaylar.

Sezon sonu Bursaspor, Galatasaray, Fenerbahçe ya da Beşiktaş şampiyon oldu diyelim. Kim başarılı bu sonuçta? Destan mı yazacağız Ertuğrul Sağlam için, Rijkaard'ın dehasını mı tartışacağız, Beşiktaş nasıl da iki yıldır aynı şeyi yapıyor değil mi?

Biz bunları mı tartışacağız, bunları mı konuşacağız, gözümüzün önünde bu derece önemli şeyler yaşanırken?

Toplum olarak sınıfta kalıyoruz sürekli. Olan, bitene yumuyoruz gözlerimizi, kulaklarımıza birer tıkaçla kapatıyoruz. Nasılsa bize dokunmuyor işin ucu.

Futbol mu? Neyin futbolu acaba? İş futboldan geçeli çok oluyor. Barbarlık ve vandallık sınırlarını da zorlamaya başladık.

15 Mart 2010

Bunları alıp kıçınıza sokun


İnsan, insan olmadığını bilmediği zamanlarda bu tip hayvansal davranışlarda bulunabiliyor. Buna taraftarlık kılıfını giydirmeye çalışmaksa hayvanlığın yanında ahmaklığı da beraberinde getiriyor.

Dünkü Galatasaray-Ankaragücü maçına gelen konuk takım taraftarlarının yani Başkent hayvanlarına ait otobüsten çıkmış bu alet-edavat (!)

Küfür edesim var sonra "Yahu ne gerek var" diyorum, kendi kendime.

Şimdi bu gerizekâlılara ne söylesem anlamazlar. Çünkü beyin taşımıyorlar, içgüdüleriyle hareket eden bir güruh.

Tek söyleyebileceğim bunları alın, götünüze sokun. Hep birlikte el ele verin, saplardan başlayarak -ki uçlardan olsa götünüz yarılır- hafif hafif, sonra tempoyu biraz daha artırarak sert biçimde kıçınıza sokun.

Herifteki sevgiye bak sen, döner bıçağının üstüne "Ankaragücü" yazdırmış. Bildiğin yazdırmış lan. Herif,0 uğraşmış, didinmiş kırtasiyeden çıkartma harf alıp o yazıyı yazmış döner bıçağı üstüne.

Bir diğeri havan tokmağı getirmiş. Muhtemelen tokmağı arkadaşlar arasındaki pijama partilerinde götünden böbreğine kadar sokuyordur, zevk almak için.

Bu kadar küfrettim, ben de gerizekâlıyım. Beynime sokayım, bu herifleri adam yerine koyup laf ettiğim için.

Ülkenin başkentinin takımının taraftarı bunlar. Sonra "Diyarbakırlı neden saha içine giriyor?" diye uzun uzadıya analizler yapıyoruz. Başkent lan, başkent. En medeni olması gereken yerin insanının otobüsünden çıkan şeyler bunlar.

Hepiniz bir otobüs gezisinde geberirsiniz umarım. Kardeş kardeş gebermeniz dileğiyle, yavşak güruhu.

NTV yalakalık sınırlarını aştı


Seneler önce "Bir gün mutlaka çalışacağım" dediğim yerdi, bunu söyledikten kısa süre sonra da çalışmaya başladım. Epey bir dönem o koridorlarda olmak beni rahatlattı, bana kendimi iyi hissettirdi. Ama sonra birdenbire değişmeye başladı.

Bir süre kendimi kastım o havaya alışmak için ama artık yaptığım haberlere müdahale edilmeye başlayınca ve dünyanın en cahil insanı üstümde çalışınca çok fazla kalmamam gerektiğini, en nihayetinde burasının bir işyeri olduğunu ve bir işyerine 'yuva' gözüyle bakmamak gerektiğini anladım ve ayrıldım.

Ayrılalı sanırım 3 yıl kadar oldu. O zamandan bu zamana daha da değişmeye başladı. İçeride halen arkadaşlarım ve sevdiğim insanlar mevcut, onlarla konuştukça isabetli bir karar verdiğimi düşünüyorum fakat şu var ki, artık mide bulandırıcı bir noktaya gelmeye başladılar.

İktidara sevimli görünmek için yapmadıkları şey kalmamaya başladı. İyice sevimsizleştiler ve daha da beter bir hale bürünüyorlar. Akp'nin 7 yıllık iktidarı boyunca en fazla büyüyen holdinglerden biri oldular.

İşte bu yüzden, medyaya; banka sahibi, tekstilci, bilmem neci gibi işlerle uğraşan insanların girmemesi gerekiyor. Girdiklerinde böyle iğrenç haller oluşuyor.

Şimdi nereden mi çıktı? Boşverin o da bende kalsın. Ama kişisel olarak artık hiçbir yayınını ve ürününü izlememe, okumama ve bakmama kararı aldım.

Unutmadan, "Ama yine de en iyisi bu" gibi bir düşünceyi de kabul etmiyorum. Ölümü gösterip, sıtmaya razı olmayı sevmem.

14 Mart 2010

Yorulmadan alınan 3 puan


Can sıkıcı bir baş ağrım var o yüzden elimden geldiğince kısa yazacağım.

Muhtemelen bugün hangi Galatasaraylı'ya sorsanız, Baros'un dönüşü ve attığı gol üstüne konuşacaktır. Televizyon başında, oyuna girdiği andan itibaren benzer düşünceleri taşıdım ben de.

Yaşım 35, faal olarak 9 yaşımdan bu yana futbol izliyorum. Şunu kendi adıma söyleyebilirim ki; Keita, Türkiye'ye gelmiş en spektaküler adam. Tek başına her şeyi yapabilecek güçte, eğer günündeyse. Her şeyi yapabileceğini düşündürüyor insana. En olmadık pası, bir anda gole çevirebilecek yapıya sahip. Bu yüzden ne zaman oyunda olmadığını görsem, içten içe sinirleniyorum.

Erken gelen gol, aslında maçın da gidişatını belirledi. Galatasaray, çok akıllı biçimde Jo'nun ve sonra Keita'nın golünden sonra saha içinde bütün bir maç takım halinde dinlenmeye geçti. Yorulmadan, ter akıtmadan tam da istediği bir biçimde maçı bitirdi.

Eskişehirspor yenilgisinin faturası özellikle Mehmet Topal'a kesilmiş gibi hissettirdi. Kariyerinin en kötü maçlarından birini oynamıştı Mehmet Topal, bu yüzden kendisini yedeklerde buldu.

Doğrusu, Mustafa Sarp'tan asla vazgeçmezdim bütün bir sezon. Bu yüzden Eskişehir maçında oynamamasının ciddi bir hata olduğunu düşünüyordum, gerek maç içinde gerekse de maç sonunda. Belki de orta alanda o bölgede Ayhan, Mehmet Topal ve Barış göz önüne alındığında, yetenek açısından bu isimlerin gerisinde gibi görünüyor Mustafa Sarp.

Fakat bir özelliği var ki, kendisini hepsinden sıyırıyor. O da, topsuz oyunda bu isimlerin tamamından daha yetenekli olması. Ciddi bir top sezgisi var, belki müthiş bir kesici değil, belki harikulade paslar atamıyor ama sahada dolanan topun nereye gideceğini çok iyi kestiriyor.

Fonksiyonel bir takıma sahip Galatasaray. Santos çıkıyor, Jo sola kayıyor, Sabri çıkıyor Neill sağ beke yerleşiyor, Keita sağda başlıyor solda bitiriyor. Bu, bir takım için gerçekten avantaj. Boks ringindeki sol yumruklu boksörlere benzetiyorum bu özelliğiyle Galatasaray'ı.

Sonuç itibariyle iki saat aradan sonra Galatasaray liderlik koltuğuna yeniden oturdu. Her hafta yazıyorum, yine yazacağım; Galatasaray'ın yumuşak karnı, orta alanından rahat top yapılması.

Rakip kim olursa olsun, orta alan çok rahat geçiliyor. Kuvvetle muhtemeldir ki, sezon sonu o bölgedeki gedik kapatılacaktır, kapatılmalıdır da.

Son bir not ekleyeyim. Kapalı tribün önündeki yardımcı hakem, Walt Disney animasyonlarından fırlamış gibiydi. Kıpkırmızı yanaklar, hafif göbek, sevimli bir surat. Her ekranda belirdiğimde bıyık altından gülemeden edemedim.

9 hafta, 27 puan. Az kaldı, bekliyoruz...

Lucarelli geri döndü


Aslında Ankaragücü maçı dışında bir şey yazmayı planlamıyordum ama Lucarelli 3'leme yapınca dayanamadım.

İlginç bir maç oldu, ciddi anlamda harika bir mücadeleydi. Inter'ın yenildiği bir haftada Roma büyük fırsat tepti, hele de Pizzaro penaltı kaçırınca. Bu sonuçlarla Milan'a fırsat doğdu.

Doğrusu beni kimin şampiyon olduğu ilgilendirmiyor İtalya'da, hep sevimsiz bir lig olmuştur benim için. Ancak bugünkü maçlar dehşet acayip olmuş. Juve'nin 3-0'dan 3-3 berabere kalması, Genoa'nın 5-3'lük galibiyeti....

Konuya döneyim, Lucarelli geri döndü, şahane de oldu. Özetleri kaçırmayın derim...

13 Mart 2010

'Agora' mutlaka izlenmeli


Agora, Alejandro Amenábar'ın tarihin tozlu raflarından bulup çıkarttığı bir yaşam öyküsü.

Ne yazık ki, St. (Aziz) mertebesi almış Cyril isimli barbar tarafından hiçbir eseri günümüze kadar ulaşamayan, İskenderiyeli Hypatia'nın hayatından bir kesit izlettiği harika bir film.

Hypatia, dünyanın ilk kadın matematikçisi ve gökbilimcisi.

Filmle ilgili daha fazla bir şey söylemeyeceğim ama elinize geçerse, mutlaka ama mutlaka izlemeniz gerekir.

Amenábar yine şahane bir filme imza atmış.

Mevlüt'ten 3'leme


Mevlüt Erdinç, eski takımı Sochaux'ya tam 3 gol atarak Fransa'da günün adamı oldu.

PSG'nin, Sochaux'yu 4-1 yendiği maçta Mevlüt 18, 35 ve 70. dakikalarda rakip fileleri havalandırarak, PSG forması altındaki ilk üçlemesine de yapmış oldu.

Millet kerizse ben ne yapayım?


Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, servetinin 40 milyon dolar üzerinde oluşunu "Eşim zenginse ben ne yapayım?" sözleriyle açıklamış,

Bu aptal halkın zengin ettiği bir siyasi. Aslında söylenecek o kadar çok laf var ki, başım derde girecek o yüzden yazmıyorum.

Bu ülkede yaşadığım için utanç duyduğum günlerden biri daha. Aptallarla bir arada yaşamaktan, o aptallarla aynı havayı solumak ağrıma gitmeye başladı.

Başlığı bir daha yazayım; "Millet kerizse ben ne yapayım?"

12 Mart 2010

Bloğa kardeş geldi


Bazen, böyle tek fotoğraf koyup altına hiçbir şey yazmamaktan rahatsız oluyorum. Sanki özellikle "Hadi gelin, beni tık'layın" gibi bir düşünceyle yapmışım izlenimi ediniyorum, kendi kendime.

Dedim ki, "Madem öyle o zaman sadece fotoğraflardan oluşan bir blog aç."

Tamam o zaman, yaptım ben de. Bundan böyle artık beğendiğim, sevdiğim, ilginç fotoğrafları sporfotograf bloğunda vereceğim. Hem ihtiyaç da karşılamış oluruz bir yerde. İsteyen bakar, isteyen istediğini yapar işte. Eski, yeni her türden fotoğraf olsun istedim.

Bloğa kardeş olsunlar, tek başına kalmasın garibim..

Haydi bakalım, rastgele...

Not: Şekil-şemal değişecek ama biraz zaman lazım. Şimdilik fotoğraflarla idare edin. Hemen hemen her gün minimum 5-10 arası fotoğraf girerim. İstek yaparsanız ona da bakarım.

Afrika'da 2009 yılının en iyileri

2009'un en iyi oyuncusu: Didier Drogba
En iyi genç oyuncu: Dominic Adiyiah (Gana)
En iyi teknik direktör: Sellas Tetteh (Gana)
Yılın Takımı: Cezayir
Yılın Fair Play Ödülü: El Hilal (Sudan)

1995'TEN BU YANA AFRİKA'DA YILIN FUTBOLCULARI

1995: George Weah (Milan-Liberya)
1996: Nwankwo Kanu (İnter-Nijerya)
1997: Victor Ikpeba (Monaco-Nijerya)
1998: Mustapha Hadji (Deportivo La Coruna-Fas)
1999: Nwankwo Kanu (Arsenal-Nijerya)
2000: Patrick Mboma (Parma-Kamerun)
2001: El Hadji Diouf (Rennes-Senegal)
2002: El Hadji Diouf (Liverpool-Senegal)
2003: Samuel Eto’o (Real Mallorca-Kamerun)
2004: Samuel Eto’o (Barcelona-Kameroon)
2005: Samuel Eto’o (Barcelona-Kameroon)
2006: Didier Drogba (Chelsea-Fildişi Sahili)
2007: Frederic Kanoute (Sevilla-Mali)
2008: Emmanuel Adebayor (Arsenal-Togo)
2009: Didier Drogba (Chelsea-Fildişi Sahili)

11 Mart 2010

Etiyopya'daki Trabzonsporlular


Fotoğraf Etiyopya'dan. Acayip hoşuma gitti, paylaşmak istedim.

Trabzonlu arkadaşlar, fotoğrafı istediği gibi kullanabilir.

Önce insan ol!


Emre Belözoğlu: "Galatasaray'a gol atarak gerçek Fenerli olmak istiyorum" demiş

Ben de, diyorum ki; "Önce insan ol, sonra ne istersen olabilirsin."

Taklit olarak ortalarda dolanma, seni insan imitasyonu seni...