31 Ekim 2010

'HES'iktir


Taksim'deki saldırı yorumu: Bu oyunların temelinde bu tür kalkınmaların engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde Ilısu gibi barajların engellenmesi yatıyor. Bu oyunların temelinde kalkınmış modern Türkiye’nin engellenmesi yatıyor.

Maç yazısı kıvamı


Valla kızgınım söyleyeyim. Bir tane insan şuradan kalkıp da "Biz de gelelim" demedi.

Antalyaspor maçının değerlendirmesi burada.

İsteyen okur, isteyen okumaz.

Fotoğraf: ntvmsnbc

30 Ekim 2010

Nice yıllara aslan parçası


Büyüksün lan, çok büyük adamsın. Seviyoruz seni delicesine...

50 olmuş, çok daha fazlasını görür umarım...

29 Ekim 2010

Türkan Abla'ya destek için bekliyorum


HİÇ SÖYLEMEM AMA TWITTER, FACEBOOK FİLAN NE VARSA BUNU YAYARSANIZ TEŞEKKÜRÜ BORÇ BİLİRİM

Bilenler biliyordur, bilmeyenlere söyleyeyim. Bu ablamızın ismi Türkan Albayrak.

Türkiye'deki taşeron belasının keyfiyeti yüzünden işsiz kaldı. Kendisi temizlik işçisi. 152 gündür evine bile gitmiyor. Çocuklarını göremiyor, evinin sıcaklığını hissedemiyor.

İşsiz kalmasının nedeni sendikalı olması. 152 gündür Paşabahçe Devlet Hastanesi'nin bahçesinde kurduğu çadırda direniş başlatmıştı.

Direnişin boyutu bugün itibariyle değişti ve açlık grevine başladı. Açıkçası ne yapabilirim diye düşündüm, aklıma gelen tek şey, 'hiçbir bok yiyemesek de yanında olduğunu gösterebilmek' dedim.

Pazar günü Türkan Abla'nın yanına gitmeyi planlıyorum. Gelmek, destek vermek ve yanlız olmadığını göstermek isteyenler bana mail ya da buradan yorumlar aracılığıyla ulaşsın.

Tek başımıza sap gibi gitmektense, görece olarak daha kalabalık gidip, bu ablamızı desteklemek daha mantıklı.

Dediğim gibi Pazar günü belirleyeceğimiz bir saatte gidip, destek olalım. Bir boka yarayalım işte, onu demeye getiriyorum. Bakalım bloğu okuyan kaç delikanlı çıkacak?

Bu arada Türkan Ablamız, açlık grevine başlamasının gerekçelerini şöyle açıklamış:

"Bir kadın olarak, bir anne olarak, bir işçi olarak emeğim onurumdur. Onurum için direniyorum. Bu hayatta sahip olduğum tek şey, emeğimdir. Emeğimi elimden alarak beni işsizliğe, açlığa mahkûm ediyorlar. Bir insanı aç bırakmak, onursuzluğa, yozlaşmaya mahkûm etmektir.

İşsiz bırakılan insan, emeğinden, onurundan yoksun bırakılmış demektir. İşsiz insan, çocuklarına yemek yapamaz, onları okutamaz. İşsiz bırakarak benim annelik hakkımı bile elimden alıyorlar.

Ben onursuzluğu, yozlaşmayı reddediyorum. Emeğimle çalışmak ve emeğimin karşılığıyla yaşamak istiyorum. Emeğimi, onurumu korumak için açlık grevine başlıyorum."

Ben tek başıma da olsa gideceğim, sizi de bekliyorum. Hadi hadi Fenerbahçeli olsanız da birlikte gidelim. Hem ısınmış, kaynaşmış oluruz...

Biraz da yabancı kaysın


İthal oto
İthal sebze
İthal meyve
İthal içki
İthal ilaç
İthal et
İthal maden
İthal oyuncak
İthal balık
İthal buğday
İthal petrol
İthal baharat
İthal diş macunu
İthal ameliyat malzemeleri
İthal seramik
İthal kurbanlık
İthal, ithal, ithal....

Her şeyi ithal ediyoruz. Tarım Bakanı çıkıp, "Türkiye tarımda kendine kendine yetebilen bir ülke söylemi masaldı" diyor, gayet rahat bir biçimde. Kimse sormuyor, "Dayı sen ne iş yapıyorsun peki?" diye.

Bizim insan ithal etmemiz gerekiyor. Zekâsı olan, düşünme kapasitesi geniş, araştıran, soran, sorgulayan insanlara ihtiyacımız var.

Hangi parti olduğu önemli değil ama oyunu kurda, kuşa, oka, boka atan insanlar yerine; sokaklarda kedileri, köpekleri tekmeleyerek öldüren insanlar yerine; sokakta sağa sola tüküren insanlar yerine; minibüste, otobüste kokan insanlar yerine; kaderine razı insanlar yerine; boktan bir futbol maçını savaşa çeviren insanlar yerine; işini yapmayan, asalak gibi yaşamaya alışan insanlar yerine; adam gibi doğru düzgün insan ithal etmemiz gerekiyor.

İETT zam yaptı kimseden ses çıkmıyor, ülkenin Maliye Bakanı "Yılbaşına kadar zam yok" dedi, alkollü ürünlere gece yarısı zam geçirdiler.

Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, bir kişiden bile ses çıkmıyor. Sanki gayet doğal bir durummuş gibi öylece yaşantımıza devam ediyoruz. İnsanlar yoksulluk sınırından açlık sınırına düşeli çok oldu artık açlık sınırından sefil sınırına ilerliyoruz.

Sanki herkes bok gibi para kazanıyor, herkes hayatını rahat bir biçimde sürdürebilecek şekilde yaşıyormuş gibi. Bir kişiden ses çıksın, birileri tepki göstersin. Yok, hiç ses yok.

Neye yanıyorum biliyor musunuz? Şu blog sayfalarında futbol konuştuğumuz kadar şu işleri konuşsak en azından tepkili bir toplum oluşturma yolunda adım atmış oluruz.

Bizim afyonumuz da futbol olmuş.

İyiden iyiye aşağılık bir toplum olduk çünkü. Beyinsiz, asalakça yaşayan topluluklar biçiminde yaşıyoruz.

İthal insan istiyorum, tabii bununla birlikte ithal politikacı.

Yok, hayır o değil. Yerlisi bize geçirebildiği kadar geçirdi, en azından ithal yarrak yemiş oluruz.

28 Ekim 2010

Fındık kadar beynin var mı acaba?


Volkan Demirel, bugün yumurtlamış. Galatasaray maçında favori gösterilmelerinin kendilerini nasıl etkilediğine yönelik soruya şu cevabı veriyor: Maçtan önce Galatasaray’da hoca değişikliği oldu, birçok şey konuşuldu. Gündem değiştirilmeye çalışıldı, maçın önemini ve konsantrasyonumuzu bozmaya çalıştılar. 10 yıl süren bir geleneğimiz vardı ve bu bozuldu. Maçtan sonra ’Beraberliğe seviniyorlar’ derken bunu anlatmaya çalışıyordum aslında.

Karşı tarafa olumsuz bir yorum yapmak için konuşmadım. Anlatmak istediğim; rakibimiz karşısında ezici bir üstünlüğümüz olduğu ve bunun devam etmesini istediğimdi.

Evet, zaten Rijkaard, Fenerbahçe maçının öncesinde gündem değiştirilsin diye gönderildi. Birkaç hafta sonra geri alacağız. Derbiyi bekledik, derbi bitti. İki bilemedin üç hafta sonra geri gelecek.

Türkiye'de neden futbolcuların birçoğu gerizekâlılardan oluşuyor, ciddi merak içindeyim. Aklını kullanabilen adamlar neden çıkmıyor bu topluluğun içinden? Herifin cevaba bak, "Gündem değiştirilmeye çalışıldı, konsantrasyonumuzu bozmaya çalıştılar."

Bu arada Niang'tan sonra kendisi de sertlikten yakınmış ve şunları söylemiş: "Kasten yapılan, sakatlığa sebep olan bir sertlik varsa bu çok rahatsız edici oluyor. Fenerbahçe, bu sertliklere biraz daha fazla maruz kalıyor. Çünkü çok süratli, çok yetenekli, kanatlardan topu aldığında direkt kaleyi bulabilen futbolcularımız var. Bunlara engel olabilmek için sertlik uyguluyorlar, ancak faul yaparak durdurabiliyorlar ve hakem de buna müdahale yapmayınca futbolcular da olumsuz etkileniyor."

Belli ki, sıraya dizmişler, her gün birini ağlatıyorlar. Gerçi sığlıkla eleştiriliyorum bunu söyleyince ama zerre umrumda değil.

3 yıldır biz yırtınıyorduk, kimse kafasını bile çevirip bakmadı. İşler yolundaydı çünkü kendileri için. Şimdi sakatlıklar çıkmaya başlayınca, bas bas bağırtılar geliyor.

Ayrıca bu gerizekâlıya biri Galatasaray'ın ismini öğretirse iyi olur. Karşı taraf nedir? Ya hakikaten bu zihniyetteki herifler, en büyük rakibimiz diye utanıyorum çok kez.

Herif terbiye yoksunu, ahlâk yoksunu ve aynı zamanda da zekâ yoksunu. Hepsi bir araya gelince kendisini oluşturuyor.

Hep söylüyorum, cidden yetenekli bir adam ama aptal. Beyin yerine ne taşıyor bu familya acaba?

Aslantepe'deki derbi maçından önce Hagi gönderilir mi dersiniz, gündem değiştirmek için?

Penis restoranı


İnsan gazeteci olunca ilginç şeylere bakmak zorunda kalıyor. Burada hep siyaset-spor ikilisinde gelip gidiyoruz, can sıkıcı bir perşembe gününde, bu kapalı havada, havanızı değiştireyim dedim.

Çin'in başkenti Pekin'de bir restoranın menüsünden fotoğraflar görüyorsunuz. Çin'in en 'elit' tabakasının yediği, afrodizyak etkili bu yiyecekler, sizin de anladığınız üzere penis.

30 tür hayvanın penisleri, afiyetle yeniyor. Tabakların fiyatı minimum 30 dolardan başlıyor. Geyik, maymun, yak, koyun, köpek, kedi, inek gibi hayvanların penisleri çeşitli türlerde yapılıyor.

Çorbası, tatlı peynir ve salatayla, şiş şeklinde envayi çeşit türden yapılıyor.

Buyurunuz fotoğrafları.

Valla ben gazetede çıkması için baskı yapıyorum ama kabul edecekler mi bilmiyorum...

Neyse siz tadını çıkartın..

Bu arada, postu okuyanlara sorum şudur: Yemeye cesaret edebilir misiniz? Baştan söyleyeyim, iki dünya bir araya gelse yemem.





27 Ekim 2010

Daha yeni başladık Niangçığım










Niang: Kişisel düşüncem maçla alakalı, burada Galatasaraylı futbolcular tarafından son derece sert fauller gerçekleştirildi. Ancak karşılığı olan oyun kuralları içindeki kartlar hakem tarafından gösterilmedi. Bu da maçın kaderini doğrudan etkiledi diye düşünüyorum.

Bence en az 2 oyuncu atılmalıydı. Çok farklı şeyler bunlar. Genel durumdan bahsettim. En az 2 diyebilirim, ama farklı pozisyonlar, çok net verilmeyen, yüzde yüz penaltılar, bariz pozisyon aldığımda kaldırılan ofsaytlar...Teknik detaya inmeye gerek yok. Bu bir gerçek o gün gerçekten bir sıkıntı yaşadık.

Öncelikle benim Türkiye’ye gelmeden önce düşüncem şuydu: Türkiye fizik açıdan gerçekten Fransa’dan daha zorlu bir lig. Bunu bilerek buraya geldim. Gördüğüm bir şey var burada. Rakip takımları özellikle defans oyuncularının oyun kuralları dışında gerçekleştirdikleri sertlikler var ve bunlara müsaade ediliyor. Bu son derece ilginç bir durum. Fransa’da böyle bir maç oynanmış olsaydı eminim ki karşı takımdan birkaç tane oyuncu atılırdı. Ancak buna müsaade ediliyor, dikkatimi çekti. Bu normal bir durum değil. Ama tabi ki bundan şikayetçi değiliz, profesyoneliz buna da mutlaka uyum sağlayacağız.

YORUM

Körler ülkesindeki kasaphane diye bir post yazılmıştı 2010 Şubat ayında. Pek çok Galatasaray bloğu bunu sayfasına taşımıştı o dönem.

Ne demişler; "Keser döner sap döner gün gelir hesap döner." Devran şimdi dönüverdi. Niang arkadaşımız, Türkiye'deki sertlikten yakınmış, özellikle de Fenerbahçe-Galatasaray derbisindeki sertliğin maçın sonucunu etkilediğini söylemiş. Kırmızı kartlar çıkmalıydı, v.s. v.s.

Geçen yıl 3 maymunu oynayanlar, bu yıl aniden seslerini yükseltmeye başladı. Ne oldu, hani Türkiye, Avrupa'nın en sert futbolunun oynandığı ligdi? Hani Türkiye başka liglere benzemezdi? Hani bu ligin şartlarına alışacaktı herkes?

Ne oldu?

Olan biten bir şey yok. Niang arkadaşımız emziğe ihtiyaç duymuş olmalı ki, Pazar akşamından bu yana konuşup duruyor. Dur bakalım, dur biraz. Daha yeni başladık, daha 10 hafta bile olmadı. Hele sezonun sonlarına gelelim bak ayaklarında delikler açılıyor mu, bak bakalım önüne gelen tabanla dalmıyor mu?

Şikâyetin varsa, takım kaptanın Emre'ye ya da Lugano'ya git, onlara söyle. Onlar bu işlerin piridir çünkü.

Dev gibi adamsın, birazcık dayanıver.

Dedim ya daha yeni başladık.

Kişisel olarak, kendisi bir açıklama daha yaparsa Samandıra'ya emzik yollayacağım. Alsın ağzına, basın toplantılarına öyle çıksın.

Yanlış anlaşılmasın, sertliğe hâlâ karşıyım. Sadece 3 maymun rolüne çalışıyorum.

Biri Niang'a şu fotoğrafları bir zahmet gösteriversin.

800 TL için


18 yaşında bir gençti Akın Deniz. Bursa'daki bir krom madeninde dün hayatını kaybetti.

İşe başladığının üstünden daha 15 gün geçmişti. Babası sigortalı bir işe sahip olsun diye, tutup elinden getirmiş madene.

Yönetenlerin deyimiyle kader'e teslim oldu.

Yarın gazetelerde acıklı bir hikâye ile belki görürsünüz, belki de görmezsiniz.

800 TL'lik maaşını alamadan öldü Akın. Yarın hiçbirimiz kendisini hatırlamayacağız. Ateş düştüğü yeri yakacak sadece.

18 yaşındaki çocuklarımızı okutamadan, maden ocaklarına yolluyoruz. Ne için? 800 TL için.

Kimse utanmıyor, kimse yüksünmüyor ve hepsi hayatına devam ediyor, gayet rahat biçimde. Biz de öyle...

25 Ekim 2010

Ama üniversiteler özgürleşti


Yıldız Teknik Üniversitesi'nde türban karşıtı afişlerin indirilmesi nedeniyle geçen yaşanan gerginlikle ilgili rektörlük tarafından açılan soruşturma kapsamında, 26 öğrencinin soruşturma bitene kadar kampüse girmeleri yasaklandı.

YÖK Başkanı'nın, üniversitelerin özgürleştiği müjdesini vermesinin üstünden daha bir ay bile geçmemişken hem de.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü 4. sınıf Öğrencisi Berna Yılmaz ve Trakya Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Makine Bölümü 2. Snıf Öğrencisi Ferhat Tüzer, ise 6 aydır cezaevinde tutuluyor.

Ne için?

Tayyip konuşma yaptığı sırada "Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!" yazılı pankart açtıkları için. Haklarında 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Ama üniversiteler özgür hale getirildi. Hem de kim tarafından? YÖK.

Üniversitelerde her türden protesto ve eylem hakkına okuldan atma, uzaklaştırma, kınama gibi cezalar verenlerin üniversitelerin özgürleştirilmesini türbana indirgemesi aslında şaşılacak bir durum değil.

Evet, senelerdir, kişisel olarak bu insanların türbanla okula girmesinin önünün açılmasını istiyorum. Yani bir gencin kafasındaki bez parçasından ötürü okula alınmaması gerçekten de anlaşılabilir bir durum değil.

Amaaa parasız eğitim hakkını savunmak için pankart asanları, protesto eyleminde bulunanları cezaevlerine tıkmak, haklarında en şiddetli cezaları vermeyi de, tam ta "Üniversiteleri özgürleştirdik" masalı dönemine denk gelmesi özgürlüğün sınırlarının neye ve kime göre değiştiğini açıklamıyor.

Bugün Paris'te onbinlerce üniversite öğrencisi, Fransız hükümetinin emeklilik yaşını 60’dan 62’ye çıkartan yasa tasarısına karşı çıkmak için grevde olan işçilere destek veriyor. Bunun Türkiye'de olduğunu düşünüyorum da, kimbilir kaç üniversite öğrencisi okuldan atılır, kaç tanesi uzaklaştırılırdı.

Şu türban denen beladan bir türlü kurtulamıyoruz. Belki okuyanlar kızabilir ama benim açımdan tam bir bela. Çünkü bu ülkede çok daha can yakıcı, çok daha sıcak gündem maddeleri varken, ısıtıp ısıtıp önümüze getirilmesi ve bizim de bu ısıtılarak, önümüze getirilen hadiseye kanarak, konuşmamız can sıkıyor.

YÖK denen 12 Eylül artığı kurum hâlâ yerli yerinde dururken, üniversitelerin özgürlüğünden söz edebilmek mümkün değil. Öncelikle bunu beynimizin bir kenarına yerleştirmemiz gerekir.

Cuma namazları çıkışlarında YÖK'e edilen beddualar hafızalardadır sanırım. Gayet iyi anımsıyorum, her cuma namazı çıkışında Beyazıt Camii'nden çıkanların YÖK karşıtı protesto eylemlerinde bulunduklarını.

Şimdi YÖK birdenbire özgürlükçü bir kurum haline mi geldi?

Bu yüzden bu ülkenin sağ kanat savunucuları sahtekârdır, konjonktüre göre eylem, söylem geliştirirler.

Ben 1990 yılında da YÖK karşıtıydım, bugün de halen YÖK'ün yıkılması gerekliliğini savunuyorum.

Ne oldu Filistin davası? Ne oldu Filistin eylemleri? Kim şu gün itibariyle Filistin'deki ablukanın yıkılması için sokaklara çıkıyor? Mavi Marmara baskını sonrası birkaç hafta "Ya Allah bismillah" cayırtısı. Hepsi o kadar işte.

Bu ülkede İsrail Büyükelçisi Elrom'u kaçıran gençler darağaçlarında asıldı. Ve bu ülkede o asılan gençlerin fikirlerini benimseyen insanlar, Filistin'de yapılan insanlık dışı uygulamaları hâlâ protesto ediyor.

Sizce aradaki fark ne? Samimiyet. Aradaki en büyük fark samimiyet. İlerleyen zamanlarda bugünün 'asileri' Müslümanların, İsrail'e götünü döneceğinden emin olun.

Ve emin olun dün, bugün ve yarın da bu ülkede bir avuç onurlu insan, İsrail'in Filistin'e uyguladığı protestoların karşısında duracak.

Şu son iki örneği pekiştirmek için sadece şu örneği vereceğim. Aylardır HSYK toplantılarına katılmayan ve HSYK'yı hukuksuz ilan eden Adalet Bakanı, bugün yeni HSYK üyelerinin hepsinin altına gıcır gıcır sıfır otomobiller çekti.

Hah işte gayet iyi anladınız siz, ne demek istediğimi.

Altını da bezleyelim mi?


Ne güzel ülke lan burası. Herif gayet bilinçli bir biçimde suikast düzenliyor ama çocuk mahkemesinde yargılanacak.

Ağzına biberon, kıçına bez de verin tam olsun. Hatta bir süt annesi bulun, cezaevine girip emzirsin. Haftada iki kez minik küvete alıp, bebe şampuanlarıyla yıkayabilirler de.

Minik ve hassas poposu için pudrayı unuttuğumu sanmayın sakın. Tahriş olmasına kıyamayız, bu yavrucağın kıçının.

Gazını çıkartmak için sırtına minik minik vuralım ki, Ogün gaz sorunu çekmesin.

Aşı takvimini dikkatlice takip etmek gerekir. Karma, hepatit, kızamık, kabakulak v.s. v.s. hepsinin dikkatlice yapılması lazım. Yoksa millet olarak üzülürüz, ağlarız.

Biberonu, biberon emziği, ısıtıcısı, mama tabağı, kaşığı, önlüğü, mama sandalyesi, emzik fırçası, dişliği, tarak, fırçası, termometresi, ıslak mendili, eksik edilmesin aman ha!

Birbirinden renkli, sevimli oyuncaklar alalım. Kendisi silaha tabancaya pek meraklı o yüzden pembesinden moruna, kırmızısından mavisine oyuncak tabancalar alalım, paslanmasın diye.

Geceleri eğer uyku sorunu çekiyorsa, hep birlikte cezaevi önünde ninniler söyleyelim, masallar okuyalım. El ele tutuşup sevdiği şarkıları hep bir ağızdan söyleyelim.

Çocuk mahkemesinde yargılanacak. Vay babalar vay be.

Rica ediyorum siktirip gidin (2)

Valla serisel bir durum düşünmemiştim. Hatta şöyle özetleyeyim 36 yaşındayım hayatımda hiçbir futbolcu için 'siktir git' kelimesini kullanmamıştım (OFK maçı sonrası Sabri'ye söylemiştim) ama bu arkadaşları o forma altında görmek bana eziyet haline gelmeye başladı birkaç zamandan bu yana. Hele de, Fenerbahçe maçından sonra.

Seri gibi olmasını istemedim ama ilki budur, ikinci parça aşağıda.

Umarım o forma altındaki kimseye bu sözü bir daha etmem. Ama bu adamlar ağzıyla değil kıçıyla kuş tutsa, benim için hayalet forma niteliğinde olacaktır, kendilerinin varlığı.


Rica ediyorum siktir git. Delikanlılığın, açık sözlülüğünü al ve git olur mu? Ayrıca şahane (!) geri paslarını da götürürsen pek sevinirim.


Rica ediyorum siktir git.


Rica ediyorum siktir git. Rijkaard dönemi boyunca sapır sapır dökülüp, Rijkaard gönderildikten sonra aniden toparlanma çabanı al ve git.


Rica ediyorum siktir git. Taraftara yaranma çaban, 10 yıldır beceremediğin ortalarınla birlikte, dilediğin yere gitmekte özgürsün.


Rica ediyorum sus artık. İstanbul'dan Pensilvanya'ya kadar uzanan yolu, kat ettiği mesafe kadar sikeyim.

Ulan Hagi için de "İyiydi filan ama biz idare ettik" dedin ya, bravo sana. Laf etmediğin bir Hagi kalmıştı, ona da dil uzatarak seriyi tamamladın. Ali Sami Yen ve Metin Oktay için bekliyoruz artık senden eleştiri. Bir onlar kaldı çünkü laf etmediğin.

24 Ekim 2010

Maç yazısı kıvamı


Bugünlük affedin, işteyim, maç yazısı bu değil. Söyleyeceğim bambaşka şeyler var aslında.

Özeti, bu maç Rijkaard'ın satılmasının resmidir.

Maç yazısı kıvamında idare edin şimdilik. Yarın mutlaka lafımız olacaktır.

Hagi'nin sihirli değneği (!)

Maç tahminim


O kadar salladım ettim ama gönül elvermiyor başka bir şey düşünmeye. Benim maç sonucu tahminim 3-2 Galatasaray yönünde.

Tutar mı, tutmaz mı bilinmez ama içimden bu sonuç geçiyor. Postu gören, bloğa bakan herkesten tahmin beklerim...

Sizi sevenleri üzmeyin


Gündüz Baba için...


Metin Oktay için...


Haftalardır üzdüğün bu insanlar için...


At şu uyuşukluğu üstünden...

6 da yesen, 5 de yesen, 11 yıldır kazanamasan da, garip bir sevda bu. İnsan içinden söküp atamıyor. Yaramazlık yapan evladım gibisin, ne kadar öfkelensem de, ne kadar bağırıp çağırsam da sensiz olmuyor.

Bu akşam yenersin, yenilirsin, 5 atar 5 yersin umrumda bile değil. Yaşatığınız gurur, saha içindeki dik duruşunuz bize yeter.

Maç sonrası görüşürüz. Şimdi inzivaya çekilme vakti...

22 Ekim 2010

Kewell seçkisi















Seviyorum lan seni.

Aralarındaki farklar



Bir futbolcu için ne kadar kötü bir şey olsa gerek. Aynı formayı paylaştığın, benzer hedefler peşinde koştuğun adamlardan biri baştacı edilirken, sana "Siktir git" denmesi.

Hayatını altyapıda geçirmişsin, bu takımın neredeyse her basamağını atlayarak, hayalini kurduğun adamlarla birlikte oynamışsın ama senin için sağda solda "yeniçeri" benzetmeleri yapılırken, elin Çek'i 4 yenilen bir maçta alkışlarla sahayı terk ediyor.

Aralarındaki farka bakıyorum. Zekâ, insanlık, onur, haysiyet, yetenek gibi belirgin farklar var.

Biri lifi atana kadar koşuyor sahada, diğeri kendine güvenmeyenleri hizaya getirmek için maçın başından sonuna saçmalıyor.

O yüzden bu ülkeden bir bok olmuyor ya. Adamda meslek ahlâkı var. Aldığı parayı dibine kadar hak etmek için kendini sakatlayana kadar koşuyor sahada. Diğerine bakıyorsun, her gelen yabancıyı sepetlemek için dibindeki adama pas bile vermiyor.

Şunu kabul edelim. Galatasaray'ın saha içi sonuçlarının bu kadar berbat gitmesinin temel nedenlerinden biri saha içindeki adamlardaki ahlâki eksikliktir.

Sabri'yi örnek alalım. Futbolcu olmasa, ne olur bu adamdan? Valla çok çok çırak olur. Sabri'nin beynine sahip bir adamın çıraklıktan kalfalığa yükselebileceğini düşünmüyorum. Genel bir zekâ eksikliği olduğu su götürmez bir gerçek. Ama daha önemlisi insani yönleri zayıf.

Hangi işi yaparsan yap, iş ahlâkı önemlidir. Misal oturduğum evin orada en az 3-4 bakkal var. Biri saat 9'da açıyor dükkânını, biri 10'u buluyor, biri ise saat 6.30'da açıyor. 2 kardeş, 2 aile geçiniyor o bakkal dükkânından. Herkesi güleryüzle karşılıyorlar, sorup da "Yok" dedikleri bir mala rastlamadım. Tam esnaflar, tertemiz iki adam.

Sizce bu 3-4 bakkaldan hangisinin daha çok müşterisi vardır? Ehh, cevabı gayet basit.

Sabri ile Servet, saat 10'da dükkân açıp, müşteriyi tersleyen bakkallar. O yüzden sevilmiyorlar, o yüzden hain gibi görülüyorlar.

Mesela merak ediyorum, Servet Hagi ve Tugay için "Bu yıl son şansları" diyebilecek mi? Diyemez, neden diyemez çünkü şark kurnazı Servet. Kime laf söyleyip, kime laf söyleyemeyeceğini bilir. Servet artık ağzıyla kuş tutsa yaranamaz kimseye. Bundan sonra senelerce iyi oynasa da, daha ilk hatasında "Zaten Rijkaard'ı da göndermek için elinden geleni yaptı" diyecekler.

Cidden hayatta en önemsediğim şeylerden biridir, iş ahlâkı denen olgu. Ne yazık ki, bizde pek de bulunmayan bir şeydir bu. Sadece futbolda değil; bakkalı, gazetecisi, marangozu v.s. v.s. her yerde aynı.

İş ahlâkı olan futbolcular istiyorum. Vatanı, milleti, boyu, posu hiçbir şeyi önemli değil. Sahaya çıktığında isterse bin tane de hata yapsa aldığı paranın hakkını vermek için çabalasın yeter.

Ben o yüzden Mustafa Sarp'a hiç kızamıyorum. Adamın yeteneği o kadar, elinden geleni yapıyor ama elinden gelen o kadar, fazlası yok.

Ben, futbolcunun Baros gibi zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını seviyorum. Servet gibi ortalarda 'delikanlı' diye dolanıp, götü ayrı başı ayrı kafasında bin tilki olanını değil.

Şu formaları daha fazla kirletmeden bu zihniyetteki adamlardan bir an önce kurtulmak şart. Yemişim şampiyonluğu, başarıyı...

Kızıyorum, ediyorum ama yine de konuşmaktan kendimi alamıyorum. Ne acayip şeymiş Galatasaraylı olmak.

Haram olsun


Son bir aydır sürekli konuşuyor. Her konuda fikir beyan ediyor. Özellikle "Din adamları kanaat önderi olmalı" açıklamasından sonra daha fazla konuşmaya başladı.

Bütçeleri, ülke bütçesine eşdeğer nitelikte. 2010 bütçeleri 2.650.530.000 (artık yazıyla ne kadar geliyorsa hiz hesaplayın. matematiğim zayıftır) ve bu parayı beğenmiyorlar. 10'a yakın bakanlığın bütçesinden daha fazla paraya sahipler.

Türkiye'de her 70 camiye karşılık bir hastane var. 353 kişiye bir cami, 60 bin kişiye ise bir hastane düşüyor.

Yine camilerde 26 milyon 882 bin kişinin ibadetini yerine getireceği kapasite bulunurken, hastanelerin tedavi için kabul edebileceği hasta sayısı ve kapasitesi ise sadece 189 bin 482 kişi.

Türkiye'deki bütün hastanelerde diş hekimi, eczacı ve laboratuvar uzmanı dahil 21 bin 29 sağlık personeli bulunurken camilerde 9 bin 547 müezzin ve kayyum var.

Diyanet'in bünyesindeki kadro sayısı ise 117 bin 541 kişi.

Nasıl bir kurumdur anlamış değilim. Verdiğim verginin bir kuruşu buraya gidiyorsa, kendi dillerinden konuşayım haram ediyorum. Verdiğim vergiden okul, hastane yerine cami yaptırılıyorsa yine haram ediyorum.

Ali Bardakoğlu denen arkadaş şu günlerde pek popüler. Ağız ishali durumu yaşıyor. Her konuda bir fikri var, her konuda fikir beyan ediyor.

Ülkenin paralarını hortumlayan resmi kurum niteliğindeler.

Nasıl bir ülke anlamış değilim. Hastane yerine okul yaptıran, doktor yerine imam, müezzin istihdam eden.

Dediğim gibi tek bir kuruşumu bile haram ediyorum.

21 Ekim 2010

Umarım...


İkisi de candır.

Sürekli geriye pas veriyor, kendisini geliştiremedi diye birini erken yolladık. Türkiye'de kalsa futbolu en az 5 ya da 6 yıl daha erken bırakırdı, İngiltere'de 40'ına merdiven dayayana kadar forma giydirdiler.

Diğeri sadece Türkiye'ye gelmiş geçmiş en büyük futbolcu değil, dünyanın en büyük isimlerinden biri.

Bu çadır tiyatrosunun arasında neler yapacaklar bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Adnan Polat ve Adnan Sezgin'in götlerini kurtarması için sıradaki kurban bu iki efsane adam.

Tahminim sezon sonu gönderilirler. Takım içinde ciddi bir temizlik yapılmadığı sürece isterse mezarından Ali Sami Yen çıkıp gelsin, onu da göndeririz biz.

Sorunun hâlâ birkaç galibiyet, transfer filan olduğunu sananları şaşkınlıkla okuyorum.

Sorun Türkiye'nin gittiği noktadır. Siyasette, sanatta, sporda her alanda freni patlamış kamyon gibi yuvarlanıyoruz. Haliyle Galatasaray da bundan sebepleniyor.

Biraz önce şu aşağıdaki fotoğrafı gördüm, öylece bakakaldım. Türkiye'de tecavüzcüler için özel şişme bebekler üretiliyor artık. Ne zaman yapılıyor bu? Dini bütün iktidar döneminde, cemaatlerin şehir sokaklarında kol gezdiği bir dönemde.

Galatasaray'a niye takılıp kalıyoruz değil mi? Bir eğlencemiz vardı onu da iki tane yavşak yüzünden kaybettim, o yüzden bu kadar çok taktım.

Umarım Hagi-Tugay ikilisi başarılı olur. Hoş, öyle olmayacağı o kadar açık ki, şimdi güzellemeler yazan herkes bir yalanın peşine takılmış gidiyor. Kendimizi inandırmaya çalışıyoruz.

Mecburen maçları izleyeceğim, yazmak için ama içimde en ufak bir heyecan kıpırtısı bile kalmadı.

Aktif-pasif


Koskoca Galatasaray'ı bütün Türkiye'nin maymunu yaptınız ya, yazıklar olsun.

Bir kulübün ancak böyle ağzına sıçılabilirdi. Bundan sonraki adım, her yıl hedefin ilk 10 olması. Sonrasında kümede kalmak ve en sonunda da Bank Asya'da şampiyonluk.

Valla ben makama saygı filan bilmem, çok da umrumda değil. Ama aranızda nasıl bir ilişki var, ciddi merak içindeyim. Birinin, diğerine diyet borcu filan olsa, öyle diyeti sikeyim. Bu işin içinde başka bir iş var.

Hanginiz aktif, hanginiz pasif acaba?

20 Ekim 2010

Finlandiya Başbakanı'nın bacakları



Sabah saatlerinde "Finlandiya'dan destek" başlığıyla ve içeriğinden hiçbir şey olmayarak verdiler haberi.

Birkaç saatten bu yana "Hayal kırıklığı ne kelime" başlığıyla veriyorlar.

Türkiye'ye haftada bir mutlaka Başbakan, Cumhurbaşkanı gelir ve AB için destek sözü verir.

Fakat konu Finlandiya Başbakanı Mari Kiviniemi'nin bacakları olunca, manşetlere taşınıveriyor. Bakın görün, yarın bütün gazetelerin ilk sayfasında olacaktır bu haber ve fotoğraf. Ve yine takip edin, Türkiye'ye pek çok Başbakan, Cumhurbaşkanı gelecek ama hiçbiri birinci sayfaya taşınmayacak. Çok çok, siyaset sayfalarında yer bulur, hepsi o.

Eyvallah, dünyanın her yerinde basın en amiyane tabirle "Et satar" ama Türk basını kadar seksist, kadını aşağılayan başka bir basın da yoktur.

Nedir bu açlık, nasıl bir sapkınlık, nasıl bir cinsiyet ayrımcılığıdır bu bilmiyorum. Bir çift bacak, bir haberi sattırmak için, böyle göze sokulur mu? Ya da böylesine aşağılık bir biçimde satılmaya kalkılır mı?

Bu arada fotoğrafın orijinali alttadır. Dediğim gibi yarın bütün gazetelerin birinci sayfalarına bakın. Bu fotoğraf, hemen hepsinde olacak mı olmayacak mı?