UEFA Avrupa Ligi'nde oynamayacak olmasına karşın, Galatasaray Brezilyalı Jo'yu 6 aylığına transfer etti.
Doğrusunu isterseniz, Brezilyalı oyunculara çok sıcak bakmıyorum Galatasaray adına. Sadece Lincoln ve Felipe'den ötürü değil. Disiplinsizlikleri, zaman zaman fazlasıyla rahat tavırları ve takım içinde sayıları birden fazla olduklarında, sanki takım yokmuş gibi davranmalarından ötürü pek de içim elvermeden izliyorum kendilerini.
Fakat bu kez durum biraz farklı. Baros'un en az 2 ay daha olmaması, Nonda'nın sıkça tekrarlayan sakatlığıyla Galatasaray bir anda forvetsiz kaldı. Zaten bu yüzdendir ki, UEFA'da oynamamasına karşın Jo kiralandı.
Bu aslında biraz da, amacın Avrupa'dan çok lig şampiyonluğu olduğunu gösteriyor. Yoksa bile bile lades denmezdi. Bu kafa yapısına fazlaca alışkın değildir Galatasaray taraftarı ancak Aziz Yıldırım'ın 3 şampiyonluk sözünden sonra sanki Galatasaray taraftarı için de, şampiyonluk daha bir önem kazandı.
Jo'ya gelince. Parlak bir devre geçirmedi, golsüz tamamladı koskoca ilk yarıyı. Lincolnvari bir hareket yapınca, haliyle orası Türkiye değil kadro dışı bırakıldı.
Kiralık oyuncu alındığında 'iki ucu çoklu denklem' gibi gelir bana. İyi oynasa sezon sonu elinizden kayıp gitmesini izlersiniz, iyi oynamasa "Zaten 6 aylığına gelmişti" diye züğürt tesellisinde bulunursunuz.
Herkesin beklentisi CSKA'daki Jo'yu izlemektir muhtemelen. Hangi Jo'yu izleyip izleyemeyeceğimizi bilmiyorum ama Galatasaray gibi bir takımda forvet oynayan bir adam 17 maçta minimum 8 ila 10 gol arası atar. Tabii hangi maçlarda atacağının da büyük önemi var.
Sonuç olarak Galatasaray zorunluluktan bir transfer gerçekleşti. Kendi adıma öyle çok da olumlu baktığımı söyleyemem ama birtakım önyargılarımı da masaya yatırarak söylüyorum bunu. Umuyorum sakatlık geçirmeden, eski günlerini izleyeceğimiz bir Jo görürüz.
Bu arada formasına Jo yazdıracak insanlara özel bir kıyak yapmalı kulüp. Zira hem 'J' gibi hiç kullanılmayan bir harf forma arkasında olacak hem de iki harfli bir oyuncunun sırta yazılması kolay olur.
21 Ocak 2010
Daha önce aklın neredeydi be adam?
Bu ülke gerçekten ilginç bir ülke. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ölüm orucuna giden TEKEL işçileri için devreye girmiş ve Türk-İş yetkilileri ile görüşmüş.
Şimdi Bülent Arınç kim? AKP'nin Manisa Milletvekili, eski TBMM Başkanı ve şimdinin Başbakan Yardımcısı.
Bir soru daha soralım. TEKEL'in özelleştirmesi ne zaman ve hangi siyasal iktidar tarafından yapılmış? 2003 yılında AKP tarafından.
Devam edelim, o halde. Kaça ve kime satılmış TEKEL? 292 milyon dolara Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim Grubu’na. (Bu arada dipnot geçelim, TEKEL'in alkol bölümü 292 milyon dolara özelleştirilirken, sadece depolarında 292 milyon doların yarısı kadar alkol bulunuyordu.)
Limak Holding'in sahibinin, Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir olduğunu ve hakkında bir dönem yurtdışına çıkış yasağı bulunduğunu da eklemekte fayda var.
Peki, Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim, 292 milyon dolara aldığı TEKEL'i, ne zaman, kime ve kaça satmış? 2006 yılında 950 milyon dolara Amerikan Texas Pacific Group'a.
'Bir koy üç al' diye buna derler. Herifler TEKEL'in gerçek ederi düşünüldüğünde bedava denebilecek bir rakama alıp, 3 katı fiyatına satmışlar. Girişimci ruh bu olsa gerek.
Sorulara başladım bir kere, devam etmek istiyorum. TEKEL’in sigara fabrikaları ve markaları hangi yılda ve kimin zamanında satılmış? 2008'de 1 milyar 720 milyon dolara British American Tobacco'ya (BAT).
Bu arada Başbakan, bu özelleştirmeler sırasında sürekli çıkıp, "İşçilerin tüm kazanılmış hakları devletin güvencesindedir" diyor. Ehh, balık hafızaya sahip olduğumuz için "Nasıl olsa unuturlar" diye düşünüldüğü belli.
Şimdi soruları bırakıp, günümüze gelelim. TEKEL özelleştirilirken, 12 bin işçinin hakları elinden alınmak isteniyor. AKP iktidarı işçilere şunu söylüyor: "Tüm kazanılmış haklarınızdan vazgeçin, gelin sizi TEKEL'den aldığınız paranın yarısına ve geçici olarak başka bir yerde çalıştıralım.
Ohhhh, ne güzel. Bu adamlar yıllarını verecek, sen haraç-mezat satacaksın fabrikaları, sonra "Aylardır oturdukları yerden maaş alıyorlar, yok öyle" diyeceksin. Bunun adına "Hırsızlık, arsızlık, yüzsüzlük" denir. Bu üç elementi biraraya getirip, işçilere "Ölün" deniyor.
Şimdi en başa dönelim. Bülent Arınç beyefendi (!) devreye girmiş, ölüm orucundaki işçiler için. Yahu ne utanmaz bir tavırdır bu, nasıl iğrenç kaygan bir siyasettir, nasıl bir aymazlıktır.
Aklın neredeydi be adam bu özelleştirmeler yapılırken? Şimdi ucuz kahramanlık rollerinde. Tabii, demokrasinin, insan haklarının onulmaz insanıdır kendisi ya. Devreye girmiş; bak, bak, bak.
Devreye girmek için çok geç, bu insanlar bütün haklarını geri alacaktır. Dünyanın her yerinde böyledir bu. Haa, yarın öbür gün atarsınız içeriye tek tek, nasıl olsa unuturuz biz.
Bu topluma unutmaları için verecekleriniz vardır nasılsa. Onurları satılık olanlara nohutla, kömürle, mercimekle unutturursunuz her şeyi, bir çırpıda.
Geri kalanları da biraz gaz, biraz cop ve gözaltıyla halledersiniz.
Rafa'nın tek destekçisi!
Bu abimiz kimdir, inanın ben bilmiyorum ama Rafael Benitez'e muhtemelen, Benitez'in kendisinden bile çok güveni var. Dünkü Tottenham maçında da yerini almış ve desteğini açık bir biçimde sunmuş.
Gerçi abimiz "Still" yazısıyla biraz güven bunalımı yaşamış ancak ısrarlı bir biçimde desteklemeye de devam ediyor.
Valla Türkiye'de benzer bir durum olsa, döverler bu abiyi. Bence Benitez bundan sonra nereye demir atarsa, kendisini de götürsün.