Şimdi, sen bakıyorsun takımına, gurur duyarak futbol oynayan tek kişi Emre Belözoğlu. Ben yetiştirmişim, senelerce emek vermişim.
İsim koymuşsun "Cesur Yürek" diye, daha üç-beş sene önce "Katil, Piç" diye bağırdığın adama.
"Bilica, Servet'den iyi; Gökhan Gönül Sabri'yi katlar; Güiza, Baros'tan çok daha iyi golcü, Kewell ve Deivid'i karşılaştırmam bile; Andre Dos Santos kim Hakan Balta kim; Mustafa Sarp ne yaaa Cristian var bende, Keita çakma" diye sağda-solda karşılaştırmalar yapmışsın, aptalca bir inanmışlık içinde.
Başkanın desen, tek bir sözüne bile güvenemiyorsun artık. Her "İstifa ediyorum" açıklamasının ardından dönmüş tekrar istifa ettiği kapılardan. Sezon başı yaptığı "3 şampiyonluk sözü veriyorum" gazıyla, alabildiğine ümitlenmişsin. Ne de olsa, ilk olacak senin için.
Zico gibi güzel bir insanı yollamışsın sebebi; Galatasaray'a kaptırılan şampiyonluk. Ama Galatasaray'a kaptırılan bir başka şampiyonluktan sonra gönderdiğin Daum'u geri almışsın.
Bakıyorsun yedek kulübesine Daum-Rijkaard. İçinde isyanlar var, bağır bağır bağırıyorsun aslında ama kendini haklı çıkartmak için "Türkiye'yi tanıması büyük avantaj" diye bir masalın peşinden gidiyorsun.
Her elendiğin Türkiye Kupası sonrası yıllardan bu yana "Türkiye Kupası kadar gereksiz bir şey yok. Bana ne abi almayalım zaten" söylemini, her yarı final ya da finale çıktığın gün rafa kaldırıyorsun. Çünkü, üstünlük kuramıyorsun bana karşı o yüzden gereksiz senin için. Ta ki, sen kazanana kadar.
"Şampiyonluk yarışında varım" diyorsun ama görüyorsun oynanan rezil futbolu, o yüzden daha şimdiden Bursasporlu olmuşsun en ileri, en önde gideninden hem de.
Yeter ki, Galatasaray bizi geçmesin, hele hele şampiyon hiç olmasın. Fenerbahçe 13., Galatasaray 14. olsun, o sezon senden mutlu olmaz. Çünkü sen, kendi başarınla değil rakibinin başarısızlığınla mutlu oluyorsun. O yüzden sahanda Lille'e elenirken, Atletico Madrid'in attığı gole seviniyorsun, 40 yıllık Madridli gibi.
Ben UEFA Kupası'nı alırım, sen ismine 'Fuar Şehirleri Kupası' der, kendince alaya almaya çalışırsın, ben buraya yazmayacağım 30 tane Avrupa takımını yenmişim, senin hafızanda Bordeaux, Manchester United ve Sevilla maçlarından başka şey yoktur.
Ben "UEFA şampiyonuyum" dediğimde "Tarih oldu" dersin, ama tarih olan skorlarla övünmekte üstüne yoktur.
Hatırladıkların hep güzel anılardır, hep galibiyetlerdir; ben en kötü günümle bile gurur duyarım, atmam alt benliğime.
Şimdi ufaktan hesap kesileceği gün yaklaşıyor, sen stat kapattırma peşindesin. Bilmiyorsun ki, o stat kapansa senin için daha sevimsiz bir hal alacaktır her şey.
Seninle, benim aramda; iyi-kötü o kadar fark var ki? Ben sana "F5" demem, "Fener7ahçe" yazmam ama sen daha benim ismimi bile yazmaktan imtina ediyorsun 7'sinden 70'ine kadar.
Şimdi sen diyorsun ki, içinden "Ulan dangalak, sana bunların tam tersi yüz tane şey sayarım."
Seninle, benim aramdaki fark da bu işte. Ben gerçekleri yazarım, sen hayal aleminde yaşarsın.
Not: Umuyorum gereksiz alınganlık yapılmaz, yazının adresi bellidir.
18 Mart 2010
Galatasaray antrenmanından diyaloglar
Muavenet-i Milliye
İsmi Muavenet-i Milliye. Küçük bir muhrip. Morto Koyu'nda Goliath isimli bir gemiyi batırdı.
Bu toprakların gördüğü emperyalizme karşı en büyük başkaldırıdır. Şimdilerde, ruhundan arındırılmış, sadece dini öğelerle süslenen ve her yıl uçaklardan kırmızı-beyaz dumanlar püskürtülerek kutlanan bir şenlik.
Tarih kitaplarındaki hikayelerden başka bir şey değil. Ama aslı öyle değil.