15 Haziran 2010
5. günden aklımda kalanlar
Günün ilk karşılaşması olan Yeni Zelanda ve Slovakya maçını aslında iki takım açısından son derece vasat geçeceğini herkesin bilmesine rağmen Stoch'un varlığı Holosko, Sapara ve Vittek'in birleşince farklı bir gözle incelemeye alındı.
Alındı da, bir şey mi oldu? Berbat bir maç, ofsayt bir gol, 7 dakika oyunda kalan Stoch, 1-0'ın üstüne yatmaya çalışan Slovakya olunca, karşılaşmanın tek ilginç anı 90+3'de Winston Reid'in attığı kafa golü oldu.
Eminim ki, birçok futbolsever o gol geldikten sonra bir 'oh' çekmiştir. Rakibininin dünya futbolunda adı yok, 1-0'lık skor üstünlüğü elinde, sen hâlâ nasıl olur da 1-0'la maçı kapatırım hesabındasın. Hah! 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursun' böyle.
Acayip sevindim, hatta Reid'ın golünden sonra işyerinde "Gooool" diye bağırınca garip bakışlara maruz kaldım.
Maçta onun dışında aklında ne kaldı derseniz; birincisi Vladimír Weiss'ın oynama çabası, ikincisi ise Yeni Zelanda'nın bomba kalecisi Mark Paston. Başka bir şey kalmasın mümkünse...
FİL 'DİŞİ'Nİ GEÇİREMEDİ
Öncelikle şu ara başlıktaki Fanatik, Fotomaç zorlamamdan ötürü kendimi kutlayayım...
Benim turnuvada canı gönülden desteklediğim üç takımdan biri Fildişi Sahili. Buna bir de, Ronaldo'dan nefret çizgim eklenince, fanatik bir Fildişili'ye dönüşüverdim maç esnasında.
Karşılaşma, Ronaldo'nun direkte patlayan şahane şutuyla başlayınca "Tamam, bu kez futbol açlığın giderilecek" dediysem de, beklentimin altında bir maç oldu.
Drogbasız kolu kanadı kırık olan Fildişi'nde Keita gibi spektaküler bir adam da, yedek bankında harcanınca tadı tuzu minimum düzeyde bir maç oldu. Aruna Dindane'nin oynadığı bir takımda, Keita'nın mutlak oynaması gerekirdi. Bunu Galatasaray'da oynuyor diye söylemiyorum. Oyuna girdikten sonra nasıl bir dinamizm kattığını izleyenler görmüştür.
Portekiz, oldum olası çok sıkıcı bir takım benim için. Bu sıkıcılık tek bir adamın ayaklarına bakınca, daha da sıkıcı hale geliyor.
Messi, Eto'o ve Ronaldo'nun milli takım düzeyinde bu denli eleştirilmelerinin nedeni aslında yeteneklerinin dışında bir sorun. Kulüp takımlarında, bu adamların hepsinin etrafında kalibre açısından bu isimler kadar olmasa da, bu şahane futbolculara çarpan yetenekte adamlar oynuyor. Bu yüzden de, rakipler tek bir adama odaklanamıyor.
Oysa milli takımlarda böyle bir durum söz konusu değil. Ronaldo'nun yanındaki adamlara bakıyorum; Danny, Liedson, Raul Meireles, Simao. Rakip takımın teknik deriktörü olsam, bu adamların hiçbirine özel önlem almam. Tek bir adama odaklanıp, işime bakarım. Bu yüzden Ronaldo da, tıpkı bu isimler gibi sürekli olarak eleştiriliyor.
Bugünkü Portekiz-Fildişi Sahili maçında Ronaldo'nun kötü oynadığını söyleyemem. Adam maçın daha ilk dakikasından itibaren bütün sorumluluğu aldı. Fakat karşında Toure, Eboue, Demel gibi fizik ötesi futbolcular olunca yapacaklarının bir sınırı oluyor. Portekiz, turnuvaya Ronaldo'nun yapabildikleri sınırında devam edecektir. Daha fazlasını beklemiyorum doğrusu.
Fildişi Sahili, maçın özellikle son 30 dakikasında çok net biçimde galibiyeti kaçırdı. Galibiyeti kaçırdı diyorum ama öte taraftan da, 90+3'te korneri paslaşarak kullanarak 1 puana razı olduğunu açıkça gösterdi. Brezilya'nın, Kuzey Kore maçında aldığı 2-1'lik skor sonrası ben "Kesin grup lideri çıkar" diyemiyorum. Neden mi? Ehh, onu da altta okuyun..
ADNAN SEZGİN VE ADNAN POLAT DÖRT KÖŞEDİR
Günün son maçında Kuzey Kore'nin, grubun keki imajı göz önüne alındığında, muhtemelen kime sorsanız en az 3 fark bekliyordu. Ama beklenen olmadı.
Brezilya'nın 88. dakikada yediği golün gruptaki diğer iki takım açısından çok büyük önemi vardı, tabii Kuzey Kore için de.
Öncelikle, Fildişi ve Portekiz, bu geceki maçtan sonra Brezilya'nın yenilmez bir takım olmadığını, hatta Kuzey Kore karşısında bile çok zor durumlara düştüğünü görünce iştah artışı yaşamıştır. Nasıl yaşamasın ki? Kuzey Kore'nin 9 numaralı oyuncusu Jong Tae Se karşısında fiziken zorlanan Brezilya'nın, kuvvetli bir Drogba karşısında zorlanmaması mümkün mü? Bence mümkün değil.
Elbette Drogba'nın kolu, onun tam performanslı oynamasını güçleştirecektir fakat Brezilya orta sahasının "Kapalıçarşı" gibi rahatça gezilebildiğini görünce ve aklıma Toure, Zokora, Tiene, Tiota gibi fiziki açıdan kuvvetli bile demenin az olduğu oyuncular gelince, Fildişi Sahili'nin 2'de 2 yapıp lider olarak gruptan çıkmasının öyle atla deve olmadığını düşünüyorum.
Brezilya'nın en büyük avantajı Maicon gibi bir kanat bekinin olması. Bu fikrim, attığı golle ilintili değil. Maç boyunca 16'dan sonra saymayı bıraktığım bindirmelerine hiç ara vermedi. İkinci yarı Elano'nun yanına gelmesiyle, o bölgeyi öldürücü bir biçimde kullandılar. Haliyle, rakip de zayıf olunca her iki gol de o bölgeden geldi.
Elano'ya ayrı bir paraf açmak lazım. Yaptığı asist ve attığı gol dışında Galatasaray'da ne oynuyorsa onu oynadı. Sadece istatistik hanesi şişkindi, yoksa oyun açısından ben öyle çok büyük bir fark göremedim. Keita, Arda, Elano üçlüsünden birinin gideceği artık çok açık bir biçimde belli. Bu yüzden muhtemelen maç sonunda Adnan Polat ve Sezgin viski bardaklarını tokuşturup "İlaç oldu ilaç" diye, kahkahalarıyla etrafı çınlatmış olmalı.
İşin şakası bir yana, satılacak oyuncunun Elano olduğunu düşünüyorum. Galatasaray'ın transfer yapabilmesinin tek şartı, oyuncu satması oldu çünkü. (Bu ayrı yazı konusu maçı es geçmeyeyim)
Kuzey Kore, dünyada bu maçı izleyen tüm futbolseverlerde bir sempati oluşmasına neden olmuştur. Hele de, son dakikalarda attığı golle, kendilerine olan güvenleri biraz daha artmıştır. Elbette bu gruptan çıkmalarının mümkünü yok ancak Dünya Kupaları'nın da bu tarafı güzel. Hiç bilmediğiniz, hiç izlemediğiniz, fikriniz bile olmayan takımları izliyorsunuz.
2 numaralı Cha Jong Hyok ile Rooney bozması 9 numaralı Jong Tae Se'yi gayet beğendim. Sadece futbolunun değil ülkenin kapalı kutu olduğu Kuzey Kore'nin maçlarının öyle çok sıkıcı geçeceğini düşünmüyorum ve maç seçenler için izlemeyi öneriyorum.
Not: Elano'nun golünü izlemeyenler ya da kaçıranlar için şu linki vereyim. Golün kendisi mevcut. GOL
Koftiden yiğit
Yiğit başbakan TBMM Grup toplantısında yine esip gürledi. İşin iç politika hadisesi git gide çirkinleşmeye başladı o yüzden o konuya girmeyeceğim.
Söyleyeceğim şey, çok uzun da değil. Irak konusunda, "Medeniyet çöktü Irak’ta? Bir Saddam yok edilsin diye değer miydi bu? Ama ne yazık ki o mantığa göre değdi. O zaman nerede demokrasi. Bir tarafta demokrasi diyeceksiniz, ama ondan sonra anti demokratik ne gerekiyorsa onu yapacaksınız. Ben bunu demokrasi anlayışıma sığdırmıyorum"
Şu cümleyi dinledikten sonra direkt olarak "Atma Recep din kardeşiyiz" dedim. Yahu hakikaten herkesi salak mı belliyorlar anlamıyorum bir türlü.
Irak konusunda tezkereyi TBMM'ye ben mi getirdim? Tezkere Meclis'ten geçmediği için, parti içinde sürek avını ben mi başlattım? Bu tezkere karşılığında milyar dolarlık imzayı ben mi attım?
Lan harbiden bu eleman çok komik. ABD'nin Irak müdahalesine şimdi mi başkaldırıyorsunuz birader? O dönem, Irak'a asker göndermek için takla atmadınız mı siz? Kim iktidardaydı o dönem? Sen başbakan değil miydin? Sen imza atmadın mı o tezkerenin altına? Bilim-kurgu musunuz siz, anlamadım ki?
Dünyanın en aptalca siyaseti bizim ülkemizde dönmeye başladı. Hatta yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Kan siyaseti. Akan kan üstünden siyaset yapmak kadar mide bulandırıcı bir şey olamaz. Şehit cenazelerinden rahatsızsan, şehit cenazesinin olmamasını sağlayacaksın, bu iş bu kadar basit.
Bu ülkede 7 yaşındaki çocuklara kurşun sıkılıyorsa, kimse demokratikleşmeden söz etmesin. Bu ülkede sadece yazı yazdığı için insanlar hakkında tutuklama, hapis kararları çıkartılıyorsa hangi demokratikleşmeden söz ediyorsunuz? Kim için, ne için demokrasi? Senin demokrasin, benim demokrasim mi?
Bırak İsrail'i, bırak Arapları da, daha iki hafta önceki Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı (AİGK) Önlemler Zirvesi toplantısında İsrail'i kınayabildin mi onu söyle bana? İsrail bu toplantıda neden temsil edildi onu söyle? İsrail'le anlaşmaları iptal edebiliyor musun onu söyle?
Ben hayatımda bu kadar hikâye bir iktidar ve bu kadar koftiden yiğitlik taslayan Başbakan görmedim. Irak'ı işgal eden ABD askerine yardım için Türk askerini göndermek için havada yirmi takla at, aradan 5 yıl geçince ABD'yi kına. İyisi mi, en nadide bölgemize yakalım bir kına...
Ey Aziz Nesin sana geliyorum. Sen ne büyük adammışsın be mübarek...
Taraftarın hastalıklı transfer algısı
Daha 10 gün öncesine kadar, hangi Galatasaraylı'yla konuşsanız, Vince Grella'nın orta sahadaki açığı kapatacağını, mutlaka alınması gerektiğini, Galatasaray'ın işlemez orta sahasına ilaç olacağını düşünüyordu.
Dünya Kupası'ndaki Almanya maçı sonrasında fikirler, düşünceler gündüzden geceye döner gibi yön değiştirdi. Şimdi herkes, "Aman abi Allah korumuş, iyi ki almamışız" diyor.
Türkiye'de futbolcuya, transfere bakış tamamen budur. Hakkında doğru düzgün bilgi sahibi olmadığımız adamları göklere çıkartmaya bayılıyoruz. Son senelerde garip ve anlamsız bir biçimde şöyle bir cümle dönüp duruyor: "Adamın Premier League kariyeri var". Eeeeee, evet var. Bu mudur transferdeki tek kıstasımız. Premier League'den gelen ya da gelecek her oyuncu için yeterli bir argüman mıdır bu?
Doğrusu ben de kabul ediyorum o ligin gayet zevkli olduğunu ama bu kadar büyütmenin bir anlamının da olduğunu düşünmüyorum.
Yeniden Grella özelinde transfer hadisesine dönelim. Daha birkaç gün öncesine kadar 'mutlaka alınması gereken adam' listesindeki Avustralyalı'ya, Almanya maçından sonra çarpı atıldı. Daha birkaç gün öncesine kadar, transfer edilmediği için ağzına geleni söyleyenler şimdi alınmadığı için mutlu.
İşte bu fikir, Türkiye'nin temel sorunlarından biri. Ama sorun, taraftarın böyle düşünüyor olması değil. Kulübün başındaki yöneticisi, başkanı da bu minvale düşünüyor ve hareket ediyor.
Adnan Polat'ın bugünkü Hürriyet gazetesinde bir röportajı var. Stoch için "Gelse Arda'nın yedeği olurdu" diyor. E abicim o zaman niye transfer etmeye çalıştın haftalarca? Neden İngiltere'ye 3 sefer düzenledin? Adama sorarlar? Ben de soruyorum işte.
Bok atmanın da bir kalitesi olmalı. Bok atarken ayakların yere sağlam basmalı. Şimdi alenen bok atıyorsun Stoch'a ama cümlelerinin hepsi havada asılı kalmış.
Türkiye'de ne yazık ki, futbol konusunda herkesin biraz da 'küçümseyerek' sarf ettiği "Sokaktaki adam" tanımlaması, aslında hepimiz için az çok geçerli. Hepimiz "Sokaktaki adam" oluyoruz zaman zaman.
Bu sakat, hastalıklı fikirden aciliyetle sıyrılmak gerekir. Yoksa ülkedeki futbol düzeyinin, her yıl daha aşağılara inmesini izleriz.