9 Eylül 2010
Evet ya da hayırın anlamı -ya da anlamsızlığı-
Türkiye ilginç bir dönem geçiriyor. Pek çok kimse 12 Eylül 2010 günü, ülke tarihinin kritik virajlarından birinin dönüleceği kanısında.
Yaklaşık 2 aydan bu yana "evet-hayır" üstünden yapılan propaganda sonucunda, meydanlardaki hararetli konuşmalar ve basının bu çılgın propagandaya mal bulmuş mağribi gibi atlamasıyla her yerde konuşmaların öznesi oluverdi, referandum.
Bu iki cephenin evet bölümüne baktığımızda bize sunulan temel argüman sadece ve sadece hayırcıların darbe yanlısı olduğu üstünden yürütülüyor. Hatta başbakan bu cümleyi NTV'deki canlı yayında birebir olarak kullandı. Ülkenin başbakanının algısı, hayır oyu verenlerin darbeci olduğunu söylüyor.
Tabii bu beraberinde şu fikri getiriyor: Diyelim ki, ülkede hayır oyu verenlerin sayısı yüzde olarak 48 çıktı. Başbakan tüm hayır oyu verenleri 'darbeci' olarak nitelendirdiğine göre, ülkenin yüzde 48'i darbecidir. Aslında kendi içinde haklılık payı yok değil. Bu ülkede darbecilerin yüzde 92-93 gibi bir oy oranı aldığını, tankların sokaklardan geçişlerinde insanların alkış tufanı kopardığı bir yalan değil.
Ne yazık ki, bu ülke insanının hamurunda Tiananmen'de tankların önünde dimdik duran Jeff Widener'ın ölümsüz karesi 'Meçhul İsyancı'nın gösterdiği dirayeti gösteremiyor. Bu ülkenin öğrencilerinin, kendisine aydın diyenlerin darbe pankartları açıp, panellerde, meydanlarda darbe çığlıkları attığını göz önünde bulundurursak, başbakanın bu söyleminde haklılık payı büyük.
İki aydır yaşadığımız evet propagandası, iktidarın tüm olanaklarıyla yüklenerek, insanların beyinlerine evetin kazınması şeklinde oldu. Joseph Goebbels'i bile kıskandıracak nitelikteki bu propaganda alanların dışında; camilerde, iftar çadırlarında, neredeyse 5 kişiden fazla toplanılan her yerde uygulandı.
Bunların en rezil örneklerinden biri Ankara'yı yöneten adamın verdiği 70 bin kişilik iftarda gerçekleşti. 70 bin kişilik iftar zaten başlı başına bir kepazelikken, sandalyelerin üstünü tutun da yemek dağıtılan kartonlara kadar her taraf evetle donatılınca, bu kirli propagandanın, iktidar ve onun yandaşları tarafından nasıl bir iğrençliğe getirildiğinin tipik bir örneği.
İşin geldiği boyut, başbakanın, Arda Turan'la milli maç sonrası yaptığı şu sohbetin sansürlenmesine kadar ulaştı.
Başbakan: Bugün yine şanslısın. Bir yerlere vurdurarak bilardo gibi gol attın.
Arda Turan: Başbakanım sizden bir şeyler öğreniyoruz hayırlısıyla.
Arda Turan: Hayırlı akşamlar. (telefonu kapatırken söyledi)
Arda Turan bu hayırlısı kelimesini bilinçli mi kullandı bilinmez ama ertesi gün Sabah, Fotomaç gibi Çalık medyasının gazetelerinde yer almadı bile.
İnsanların; "Eğer evet çıkarsa Türkiye'ye şeriat gelir" korkusunun anlamsız olduğunu düşünsem de, bu iki ay boyunca hayır kelimesinin bazı basın-yayın organlarında sansürlenmesini ciddi bir tehlike olarak görüyorum. "Bunda bir çelişki yok mu?" diyecek olanlara yanıtım hazır.
Siyasi iktidarın anayasayı baştan sona değiştirme, ülkenin eksenini tamamen kaydırmayı, evet sonrasına bırakacağı telaşını ne samimi, ne de gerçekçi buluyorum. Bugün hayır diyenlerin ağzından çıkan başlıca kelimelerden biri eğer demokrasi ise o zaman seçilmişlere böylesi antidemokratik tepkiler vermeye hakkı yok. Savunmuyor musunuz demokrasiyi? Savunmuyor musunuz parlamenter sistemi? Eee, o zaman neden bu panik? Var olan siyasi iktidar oyla geldiyse ve siz de demokrasiyi savunuyorsanız; velvelenin, ortalığı yıkarcasına "Şeriat geliyor!" çığlıklarının amacı ne?
Tabii şimdi "Ama yüzde 47'nin yüzde 53'e tahakkümü demokratik değil" diyenler çıkacaktır. Eh o zaman da, Turgut Özal'ın değiştirdiği seçim sistemine sesiz kalmana yan. Hadi yaşın küçüktü diyelim, dikil annenin, babanın karşısına ondan hesap sor.
Neyse şu etrafta oyunun renginin evet olduğunu açıklayanlarla ilgili bir-iki kelam edelim. Evetçiler cephesinde Sezen Aksu, Yılmaz Erdoğan, Lale Mansur, Orhan Gencebay, Emre Belezoğlu, H.Ş, Halil Ergün gibi pek çok isim çıkıp medeni bir biçimde evet oyu vereceğini açıkladı. Kimileri alkış kıyamet karşılarken, diğer cephe ise yuhalamayı seçti.
Evet propagandistleri ve destekçileri, bu isimleri gurur kaynağı olarak gösteriyor. İlginç olan bu ülkede Kemalettin Şentürk isimli adam "Ben İşçi Partili'yim" dediğinde, bugünün demokratlarının o zaman bu adamı aforoz etmesidir. Benzer bir süreçten Metin Kurt'un da farklı bir dönemde geçtiğini eklemek de fayda var.
Demek ki, neymiş? Demokrat tavır günden güne, zamandan zamana değişebiliyormuş. Hoş bu dönemin modası demokratlık. Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak fırlatıp, linç etmeye kalkışanların tamamı, bugün günâh çıkartarak, vicdani mastürbasyonlarını yaptılar.
Gelelim hayır çevresinde yürütülen propagandaya. Bu propaganda haliyle biraz daha silik kaldı. Silik kalmasının iktidar eliyle ve valiler, kaymakamlar, belediye başkanları aracılığıyla yapıldığını düşündüğümüzde silik kalmasının normal bir durum olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle CHP kanadında, bunu bir anayasa referandumu değil de, güvenoylamasına götürme çabasındaydı. Diğer hayırcılar ise, bu anayasanın 12 Eylül 1980 anayasasının farklı bir versiyonu olduğunu söyleyerek, daha mantıklı savlarla ortaya çıktılar.
Hayırcıların özellikle son dönemde, evet kampanyasından etkilenip, "Görmüyor musunuz bu herifler istediğini bir biçimde alır" yılgınlığını sezmek mümkün.
Şimdi gelelim kişisel fikre. Daha önce de söyledim, o yüzden bir beis görmüyorum tekrarlamaktan. Etrafımdaki bazı insanlar "Senin boykot kararın evetçilere yarar" söylemi, beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Ülkedeki her türden siyasi hesaplaşmayı Galatasaray-Fenerbahçe maçına çevirenler şunu iyi bilmeli, bu ülkede iki kutuplu yaşamaktan sıkılmış, kendini cendereye sıkışmış hisseden insanlar var.
Sanki ülkede AKP-CHP dışında bir siyasi hareket yokmuş gibi davranılmasından bıkmış durumdayım. Her şart ve koşul altında "Ya ondansın ya bundan" tavrı, her iki tarafın da ağzından düşürmediği demokratlık kavramına -en azından kavram olarak- taban tabana zıt.
Muhalefet yelpazesinde söz edilen yüzde 53'lük kesimin içinde bulunuyorum ama o yüzde 53'ün, yüzde 95'iyle bambaşka şeyler düşünüyorum. Bugün hayır diyen kimse nasıl bir anayasa ile geleceğini açıklamıyor. Sadece bugün sunulan anayasaya hayır diyor ve "Daha demokratik bir anayasa için hayır" söylemini kullanıyor.
Oysa benim hayır demem için de, bugün hayır diyenlerin yarın ne yapacağını bilmem gerekir.
Yıllardan beri tartışılan başkanlık sistemine aslında çoktan geçtik bile. Siyasi konjonktür gereği hep iki kutupluluk önümüze sunuluyor. Biz de seviyoruz, ya ondan ya bundan olmayı. Farklılıkları sevmeyen, yeniliklere açık olmayan kapalı bir toplumuz. Bu, bugünün evetçileri ya da hayırcıları için değişmiyor.
Benim kararım bir nevi kazan kaldırmak. Bana sunulan beyaz ya da kahverengi tabletlerden ikisini de istemiyorum. Daha renkli, daha farklı bir ülkenin hayalini yaşıyorum. O yüzden de, birbirinden sevimsiz iki siyasi görüşten (evet ve hayır bazında iki siyasi görüş) birini seçmem beklenmesin.
Gayet iyi biliyorum ki; bugün evet diyen ve darbe karşıtı gibi görünenler 12 Eylül'de tankların geçişinde el sallayıp, askerlerin sırtını sıvazladılar.
Gayet iyi biliyorum ki; bugün hayır diyenler, bu ülkedeki darbelerin bazılarına ya alkış tuttular ya da darbe dönemlerinde dik duruş sergileyemediler.
Gayet iyi biliyorum ki; siyaset o kadar kaygan bir zemin ki, bugün toplumu hayır ve evet diye ayrıştıranlar yarın iktidarın koltuklarını paylaşıverirler.
Ve gayet iyi biliyorum ki; vereceğim ne evet ne de hayır kararı bu ülkedeki milyonlarca aç insanın karnını doyurmayacak, işsizlerin iş sahibi olmasını sağlamayacak, intihar eden çaresiz insanların yararına olmayacak.
O yüzden benim kararım boykottur. Kimse istedi diye değil ama birey olarak düşünüp, kendimce doğrusunun bu olduğuna karar verdiğim için.
Son sözü kendi dilimde yapayım.
Rasim Ozan Kütahyalı gibi bir dalyarak evet oyu veriyorsa onunla aynı kararı vermem mümkün olmaz.
Kenan Evren gibi darbe mimarı dallama hayır oyu veriyorsa, onunla aynı kararı veremem.
Tarih bugünün evetçilerini ve hayırcılarını tıpkı 12 Eylül'e evet oyu verenler gibi yargılayacaktır.
Halka rağmen ama halka karşı tüm dayatmalar, halkın kendisini kurşunlamasından başka bir şey değildir ve 12 Eylül 2010'daki referandum da, benim açımdan halkın kendini kurşunlamasıdır.
Siyasetin ne denli kirli olduğunu evet oyu verecek olanlara şeriat yanlısı, hayır oyu verecek olanlara da darbe yanlısı ve terörist gibi yaftalar yapıştırılmasından görebilmek mümkün oldu.
Ne darbe yanlısıyım ne de şeriat istiyorum. Hayalimde; kimsenin dininden, dilinden, milliyetinden ötürü yargılanmadığı, öldürülmediği ve katledilmediği; herkesin fikirlerini özgürce anlatabildiği, çok uluslu şirketlerin esiri olmayan, kapitalizm denilen vahşi canavara teslim olmamış, yönetenlerin değil yurttaşların rahatı için çalışan, herkese iş, ekmek ve özgürlük sağlayabilen, hiçbir dış güçle göbek bağı olmayan, tam bağımsız bir Türkiye var.
12 Eylül 2010 tarihinde ne evet, ne de hayır diyenler bunu sağlamıyorsa, ben de en doğal ve kendimce en onurlu duruş olarak gördüğüm boykot kararını uygulayacağım.