30 Kasım 2010
Hepimiz Akdeniz insanız ya
Hepimiz Akdeniz insanıyız ya. Deniz karşı kıyısındaysa IMF'ye ve sosyal politikalara karşı mücadele var. Gerekirse yumruklarını sıkarak, isyan ederek.
Aynı denizin sularında yüzdüğümüz gençler Yunanistan'da omuz omuza direnişte.
Gelecekleri için, kimseye boyun eğmeden, kol kola bildikleri yolda ilerliyor.
Hepimiz Akdeniz insanıyız ya. İtalya'da gençler, üniversitede reform tasarısına karşı öğrenciler eylemde.
Harçlara yapılan zamlara karşı gelmek için, otobanları dolduruyorlar.
Başkent sokaklarına sığmıyorlar, onurlu bir mücadele için.
Hepimiz Akdeniz insanıyız ya. Bizim üniversiteli öğrencimiz hamsi festivalinde kolbastı oynuyor.
Film festivaline gelen birkaç oyuncuyu görmek için sokakları dolduruyor.
Narenciye festivali için kent sokaklarını hınca hınç doldurup şarkılar türküler eşliğinde eğleniyorlar.
Akdeniz insanıyız ya. Akdeniz'in geleceği düşünen bireyleri ve koyun gibi ortalarda dolananları olmak üzere ikiye ayrılanlarıyız.
Akdeniz'in geleceğine sahip çıkanları ile gününü gün edip sadece günü kurtarmaya çalışanları olarak ayrıca ikiye ayrılanlarıyız.
Sözün özü, Akdeniz'i hak edenleri ve hak etmeyenleri olarak ikiye ayrılıyoruz.
Onurlu bir halkın torunlarını, onursuz asalaklar haline gelmesini görmek insanın içini acıtıyor.
Onurumuzdan başka kaybedeceğimiz ne var?
Her türlü darbelere karşılar. 12 Eylül'de insanların sokak ortalarında öldürüldüğü zamanlarda, bu zihniyet, kendilerine gelen fırsatı değerlendirecekleri için avuçlarını ovuşturuyorlardı.
Merdiven altı camilerde örgütlenme çabası içindeydiler. Sokakta ölen her insan, onların gelecekte var olma şansıydı. O yüzden de sokaklara hiç inmediler.
12 Eylül darbesi gerçekleştirildi. Herkesten çok onlar sevindi. Çünkü bir nesilin üstünden tanklarla geçilmiş, insanların apolitize olmaları yolunda önemli adımlar atılıyordu. Koşar adım iktidar yolunu tuttular, dipden, derinden, ağır ağır.
Gel zaman, git zaman Türkiye'de her şey değişmeye başladı. Okullarda aptal yetiştiriyor, televizyonlar bu aptalların beyinlerini kullanılamaz hale getirmek için büyük çaba harcıyordu.
Türkiye'de sonu gelmeyecek bir tartışmanın tohumları da bugünlerde atıldı. Başörtüsü, türban. Okullara gidemeyen genç kızlar, üniversite kapılarını aşındırıyordu. Cuma namazları çıkışlarında birlikte eylem koyuyorlardı sokaklarda.
Sonu gelmeyen, bitmeyen eylemler gerçekleştirildi üniversite kapılarında. Ta ki, AKP iktidara kurulana dek. Bıçakla keser gibi sonlandı eylemler. Oysa bu kızlar hâlâ giremiyordu üniversitelere. Ama artık güç, kendi ellerine geçmişti. Onları sokaklara dökenler, "Tamam halledeceğiz, evinize dönün" talimatını vermişti çünkü.
Aradan 30 yıl geçti, iktidar ellerine geçti. 12 Eylül anayasasına yüzde 93'le onay verenler, sokaklarda askerleri kucaklayanlar, hesap sorma zamanının geldiğini düşündüler. Sistemle ve kurumlarıyla keskin savaş başladı. Artık sistemin devşirilme zamanı gelmişti, çünkü palazlanılmıştı.
Kendilerine karşı olan tüm kurumlara gözdağı verildi, sindirildi, susturuldu. Asıl dertleri kurumlarla değildi. Kurumların kendi ellerinde olmaması sinirlendiriyordu onları. 6 Kasım'larda sokağa dökülen YÖK karşıtı türbanlı genç kızlar, artık YÖK'ü eleştirmiyor. Çünkü YÖK fethedilmiş bir kaleydi.
Kapatma davasında görüldü ki, Anayasa Mahkemesi kendileri için tehlike arz ediyordu. Yeniden böylesi bir durumla karşı karşıya gelebilirler ve siyasi arenadan silinebilirlerdi. Kaleleri teker teker ele geçirmenin en önemli ayağı olarak Anayasa Mahkemesi göze kestirildi.
Her zaman yaptıkları gibi bunu aleni bir biçimde yapamazlardı. "12 Eylül'le hesaplaşma, darbecilerle hesaplaşma zamanı" diyerek, yola çıktılar.
Amaç tabii ki darbecilerle ve darbeyle hesaplaşmak değildi. Çünkü 12 Eylül'den beslendiler yıllarca. Kendilerini varedenlerle hiçbir hesapları yoktu.
Bütün bir yaz boyunca, Başbakan Erdoğan'ın ne yaman (!) bir darbe karşıtı olduğunu gördük. Dün darbe karşıtı Başbakanımız, Libyalı darbeci Muammer Kaddafi'nin "Kaddafi İnsan Hakları Ödülü"nü büyük bir gururla aldı.
Darbelere ve darbecilere ne büyük minnet içinde oldukları görmek için ancak aptal olmak gerekir. 12 Eylül'de 'örgüt evleri' basılıp, insanlara kurşun yağdırılırken, darağaçlarında gencecik insanlar sallandırılırken, merdiven altı medrese ve camilerde bugünün hesaplarını yapanlar, bu ülkedeki aptal sayısını iyi hesap etmiş.
Onurumuzdan başka kaybedeceğimiz ne var?
Olanlar için söylüyorum tabii. Yoksa onursuzluk denizinde kulaç attığımızı bilmiyor değilim.