1 Aralık 2010
Katillerin ülkesine hoşgeldiniz
22 Temmuz 1980'de evinin önünde öldürüldü. Dava bugün zamanaşımına uğradı ve Ünal Osmanağaoğlu bir cinayet davasından kurtulmuş oldu.
Devletin sistemadiği böyle işliyor. Öldür, belirsizliğe sürükle, uzat, unuttur, zamanı geldiğinde katili ödüllendir.
Kızı Nilgün Soydan’ın "Gözlerimle gördüm" dediği bir cinayeti işleyen katil, zamanaşımına sayesinde mahkûmiyet almadan kurtuldu. Çünkü Ünal Osmanağaoğlu, 'devlet adına kurşun atıp kurşun yiyen' bir kahraman. Ankara'daki Bahçelievler katliamında stajını tamamlayan Ünal Osmanağaoğlu, bitirme ödevini Maraş Katliamında yaptı. Son olarak, doçentlik tezini ise Kemal Türkler cinayetiyle verdi.
Mehmet Ali Ağca, Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu ve diğerleri. Devletin elleriyle beslediği, üzerleri kırmızı çarpı ile işaretlenmiş toplum önderlerini katletmek için kullandığı katiller. Hepsi teker teker özgürlüğüne kavuşuyor.
Katillerin özgürlüğüne kavuştuğu, hiçbirinden hesap sorulamadığı, 'özgürlük-demokrasi' yalanlarının bombardımanına uğradığımız bir ülkede yaşıyoruz.
Herkesin ağzında saçma sapan yalanlar ve anlamsız hikâyeler var. "Devlet katillere hesap soramıyor" demek yerine dürüst davranalım ve adını koyalım.
Devlet bugün, aklayamadığı katilini zamanaşımı bahanesiyle kurtarmıştır. Aklayamadı çünkü cinayet kızının gözleri önünde oldu.
Kendi gazetecisini, sendikacısını, siyasetçisini, profesörünü, yazarını öldüren bir devletin aldığı tek bir karar bile hukuki değildir. Kimse Türk hukukunun adaletinden söz etmesin artık.
Evet demokratikleşiyoruz, o kadar demokratikleşiyoruz ki, katillerimizi bile serbest bırakıyoruz.
Haklısınız unuttum, "Belediye başkanlığı döneminde 'Erdoğan’ın 1 milyar doları var' diyenler bugün içeride."
Yani gereken kişiler cezaevlerine atılabilirken, gereken kişiler salıveriliyor.
Devlet bir cinayetin daha üstünü örtmüş oldu sıra hangi Hrant Dink cinayetine geliyor yavaş yavaş. Minik Ogün lunaparkta dönmedolaba binsin, çarpışan arabalarda gülücükler savursun diye zamanaşımıyla yırtmalı. Kız arkadaşıyla el ele tutuşup, pamuk helvalar yemeli.
Bu ülkede yaşadığım için utanıyorum ve her gün bir sebep daha ortaya çıkıyor.
İsviçre bankalarının gizlilik anlaşması
Banka gizliliği İsviçre'de yurttaşlık hakkı olarak kabul edilir ve kişisel gizliliğin ayrılmaz bir parçasıdır. İsviçre'de finansal hizmetleri kullanan kişi ister bir İsviçreli isterse bir yabancı olsun, kişisel bilgi gizli kabul edilir.
ACM gibi İsviçre merkezli finansal kurumlar, müşterilerinin hesap bilgilerini herhangi bir ve tüm üçüncü taraflardan azami bir gizlilik içinde korumakla yükümlüdür. Hesap gizliliği, İsviçre'de finans işinin değerli bir bileşeni olarak kabul edilir.
Ancak, federal hükümet, cezai yaptırıma tabi faaliyetlerden kaynaklanan şüpheli fonların mevcudiyeti halinde, 1934 banka gizliliği yasasını dikkate almaz ve şüpheli hesaplarla ilgili soruşturma yürütür.
TAYYİP ERDOĞAN'DAN AÇIKLAMA
"İftiraları yapanlar kadar bunları yayınlayanlar ve siyasete alet edenler de alçaktır. İddialarla ilgili ispat görevi benim değil, iddiayı ortaya atanlardır.
Bana yönelik iftiraları yazan ve yayınlayanlar alçaktır. Benden iddiaların ispatını istemek kadar cehalet olur mu? İsviçre'de bir kuruş param yok. İddiaları ispat ederlerse, bu makamda durmam.
Siyaset seviye ister, nezaket ister, hakşinas olmalı, iftiradan medet ummak siyaset tarzı olmaz. Biz seviyesizliği seviye haline getirenleri muhatap almak istemiyoruz."
Siyaset seviye ister, nezaket ister diyen insan, CHP'ye 'cibiliyetsiz', Kürt açılımını eleştirenlere 'alçak, namussuz', kendine dert yanan köylüye 'ananı da al git' gibi ifadeler kullanan insanla aynı olması tabii biraz şaşırtıcı. Ne yazık ki, Türkiye'deki siyasetin jargonu böyle.
Aleyhinde tek bir söze bile tahammülü yok. İstiyor ki, etrafında Salih Memecan gibi arkadaşlar olsun, daimi olarak dalkavuklar, yalakalar yazıp çizsin. Kendisini eleştirenler, 'alçak, namussuz, seviyesiz'.
"İsviçre'de bir kuruşum yok" diyor, kesinlikle haklı. Çünkü kuruş değil, milyar dolarlar konuşuluyor.
"Belediye Başkanlığı dönemimde “Erdoğan’ın 1 milyar doları var” diyen kişi bugün Ergenekon'den içeride. Bugün bunu yapan köşe yazarları hâlâ var."
Evet işte Türkiye'nin gerçek manzarası budur. Başbakan tehdit eder mi? Eder arkadaş, işte böyle ediyor da. Kendi adıma içeri girmeye razıyım, bu ülkede bir şeyleri değiştirecekse.
Zaten birileri iyiden iyiye rahatsız yazdıklarımdan. O yüzden küfürlü mailler yerini tehdit maillerine bıraktı. O kadar ilginç ki, 200-300 kişinin okuduğu bir blogda bile eleştiriye ve haklarında yazılanlara tahammülleri yok.
Az bile söylemişim bu yavşaklara
Haberlere bakayım dedim, Elano gönderilmiş onu öğrendim. Geldiğinden bu yana Galatasaray'a gram katkısı olmamıştır. Hafızamda bir tek Kayserispor maçında attığı şahane gol var, başka da bir şey kalmamış.
Sorun Elano'nun gönderilmesi değil elbet. Misimoviç'in ipi erken çekildi ve Elano da gönderildi.
Servet takımda, Mustafa Sarp takımda, Hakan Balta takımda, Barış takımda gidenler Elano ve Misimoviç.
Bu kulübü yönetenlerde sike sürülecek beyin varsa, o sike benim beynim de sürülmesin. Bazen yazdıklarıma bakıp "Ulan acaba çok mu mantıksız eleştiriyorum" diye kendi kendime bir hesaplaşma yapıyordum. Yok anasını satayım, az bile söylemişim bu yavşaklar için.
Bu herifler bu zekâ kümesi içinde nasıl şirket yönetmişler hayretler içinde kalıyorum. Yemin ediyorum bu ibnelerin eline kız giren dul çıkar. Bu kadar basiretsiz, becereksiz, yeteneksiz, bilgisiz, cahil adamlardan oluşuyor.
Açıklamaya bak; "Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı oyuncumuz Elano Blumer'in avro 2.900.000 bedelle SANTOS FC'ye transfer olması konusunda anlaşmaya varılmıştır.
...Euro olmak üzere şirketimizin toplam taahhüdü 9.158.364 Euro ve 12.000 ABD Doları kadar azalmıştır."
Malların mantığına bak, kâr ettik demeye getiriyorlar. Şu kadar paradan yırttık demenin bok yemesinden başka bir şey değil.
Yönetimde herkes hesap peşinde. Kimse olan bitene, sesini çıkartmıyor. Biri gelecekte kalır mıyım endişesi taşıyor, diğeri başkanlık koltuğuna gözünü dikmiş, berikisi koyun gibi başkanın peşine takılmış.
Durumun vahametinin farkında mısınız bilmiyorum beyler. Galatasaray elden gidiyor. Amına koydunuz takımın. Takımda kalan adamlara bak, gönderilen adamlara bak.
Başkanlık dönemine her yıl 1.5 teknik direktör, 14-15 de transfer düşüyor. Devre arası verirler taraftarın ağzına iki emzik transfer, aslanlar forumlarda coşar "Lan bak bu sezon her şey farklı olacak" diye, siz de artık birkaç yıl daha koltuğu garantilersiniz.
Galatasaray'a devrim gerek, çünkü şu an içeriden bir ihtilal yaşanıyor. Galatasaray ismini bitirmek için yemin etmişler sanki. Türkiye'nin en ciddi kulübünü; Medical Park'lara, Cafe Crown'lara muhtaç ettiniz. Be ibne o zaman sen ne boka başkanlık yapıyorsun, ötekisi neden yöneticilik yapıyor?
Futbolda yoksun, basketbolda yoksun, voleybolda yoksun. Eeeee Aslanseverler Derneği mi lan burası? Sportif tek bir başarın bile yok ama stadımız var artık değil mi?
Götünüze girsin o stadın kolonları, kirişleri. İnsanların içindeki üç kuruşluk zevkin içine sıçtınız. Hangi zevke insanlar oraya gidecek ki, şu noktadan sonra.
Üç tane yavşak futbolcunun, bin tane asalak taraftarın, birkaç İslamı şirketin esiri yaptınız koskoca Galatasaray Spor Kulübü'nü.
Kapitalist köpekler, her sezon başı forma, atkı, bere, şort satacağız diye insanların ceplerine ellerinizi sokup, sonra o paralarla sikinizin keyfine kararlar veriyorsunuz.
Bizim lan bu takım, bizim. Kombine kart alabilmek için bankadan kredi çeken Hasan'ın, hafta sonu bilet alabilmek için oğlunun gırtlağına girecek iki lokmayı azaltan Mustafa'nın, cebinde parası kalmadığı için maç sonu Mecidiyeköy'den Aksaray'a kadar yürüyen Ersin'in.
Ama tabii, bu sevgiyi paraya çevirmesini bilenler sizlersiniz. Alırsınız devre arasında iki adam satarsınız formalarını, anahtarlıklarını, t-shirtlerini yine insanları sağılır inek konumuna getirirsiniz.
Gerçi sizde o vizyon nerede. Almaguerler, Inamotolar, Lukunkular tam size göre adamlar. Bank Asya'da mücadele ederken daha çok işimize yarar.
Bir avuç elitist yavşaktan başka bir şey değilsiniz ve o kurumun başındaki asalaklarsınız. Galatasaray'ın ismini kullanarak, şirketlerinize ihaleler alıp, zenginliğinize zenginlik katan.
Şu dörtlük tam size uygun, öyle sonlandırayım. Oturun, kurulun koltuklara gün gelir, devran döner elbet.
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar
Not: Okuyan arkadaşlara, özellikle ilk kez denk gelenlere söylüyorum. Ben küfür eden bir adamım, o yüzden de yazarken kullanıyorum. İnce ince geçirmesini, tek bir küfür bile etmeden küfür etmekten beter etmesini de bilirim ama benim tavrım budur. Her seferinde "küfür de etmesen daha iyi olur" şeklinde serzenişlerde bulunmayın. Sahtekârlık mı yapayım burada size karşı. İçim neyse dışım o, beynimdeki neyse klavyeden o dökülüyor.