También la lluvia'yı dün akşam izledim ve geç izlediğim için de üzüldüm. Icíar Bollaín'in yönetmenliğini yaptığı film, iç içe geçmiş iki film gibi.
Kan emici küresel sermayenin, halkların hayatlarını nasıl kararttığını, para hırsının insan hayatından önemli olduğu dünyaya ciddi eleştiriler getiriyor. Filmin görünürdeki esas oğlanı her ne kadar Gael García Bernal olsa da Juan Carlos Aduviri ve Luis Tosar'ı mutlaka izleyin. Özellikle Daniel/Hatuey rolündeki Aduviri'ye dikkat edin.
Halkların direnişini, kadınların, anaların bu direnişteki paylarını, sosyal adaletsizliği, örgütlenmenin önemini, sermayenin ne denli vahşileştiğini görebilmeniz açısından cidden harikulade bir film.
Ken Loach denen sinema mucizesinin Route Irish'ini de dün izledim. Pek çok insan diğer filmlerine göre daha sönük bulmuş olsa da, çok beğendim.
Sadece Irak işgalinin ve savaşın acımasızlığını anlatması açısından bile izlenmeye değer bir film. Ayrıca Liverpool'lular kaçırmasın filmi.
Bir önceki akşam da 5 Days of War'u izledim. Başarılı bir politik drama olmuş. Gürcistan ve Rusya arasında Güney Osetya sorunu nedeniyle çıkan 5 günlük savaşı anlatıyor.
Filmin en önemli defosu bütün filmi bir pencereden göstermesi. Tek taraflı anlatımlar her zaman sinir bozucu. Gerçek olmadığını söylemiyorum fakat Gürcistan'ın, Oset köylülere yaptığı işkenceler, ölümler gözden kaçırılmış.
Daniil rolünde izleyeceğiniz Kazak paralı asker Mikko Nousiainen filmdeki en fantastik oyunculuğu çıkartmış.
Bu üç filmi de izleyin derim. İlk tercihiniz kesinlikle ve kesinlikle También la lluvia olsun. Cidden çok iyi iş kotarmışlar. Pek çok şey bir potada eritilip ancak bu kadar iyi anlatılabilirmiş..
22 Haziran 2011
"Ay ne tatlı gördün mü? Türkçe şarkı söylüyor Gabonlu kız"
Yaklaşık 9 yıldır 'Türkçe Olimpiyatları' diye bir şey düzenleniyor. Gülen tarikatının organize ettiği ismi olimpiyat olan bu organizasyona, tarikatın okullarından gelen öğrenciler, Türkçe şarkı-türkü söylüyor, biz de ulus olarak koltuklarımız kabararak gururlanıyoruz.
Boru değil, Allah'ın Sudanlısı geliyor, Türkçe pop şarkı söylüyor. Bu 'olimpiyat' ne zaman düzenlense, gözlerim yaşlı ama mağrur ve gururlu bir Türk olarak Samanyolu TV'yi izlerim.
Düşünsenize Endonezya'dan Rahmi Amalia "Dert Bende Derman Sende"yi söylüyor. Hangi Türk gurur duymuyor ki! Hanginizin tüyleri diken diken olmuyor!
Faslı, Gabonlu, Japon, Macar, Zambiyalı, Yunan, Polonyalı v.s. v.s. dile kolay 130 ülkeden gelen çocuklarımız, Türkiye'de Türkçe konuşuyor.
Şunun adını koyalım da herkes rahat etsin. Türkçe Olimpiyatları, Gülen tarikatının gövde gösterisine ve propagandasına hizmet eden, öte taraftan da 23 Nisanvari bir etki yaratması için götten çıkma sikindirik bir organizasyondur.
Acayip bir aşağılık kompleksi var içimizde. İngiltere'ye bir Türk gittiğinde ve İngilizce konuştuğunda acaba kim "Vay amına koyayım! Gördün mü lan Türk'ü, nasıl da İngilizce konuşuyor" der. Ya da Almanya'da, herhangi bir Alman "Şu Boşnak gencin Almanca konuşması, bir Alman olarak bana gurur verdi" diye düşünür mü?
Sen gidip çocuklara Türkçe eğitim verirsen, haliyle Türkçe öğrenir. Tıpkı Türkiye'deki kolejlerde okuyan çocukların İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca öğrendikleri gibi. Gayet normal bir durumu olimpiyat diye millete sunmak ancak bizde olur.
Komünizmle Mücadele Derneği'nden diplomalı Fethullah Gülen, 12 Eylül 1980'den yaklaşık 18 gün sonra der ki; "Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu (ışığı) saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin (dönüşüm) son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz."
Bugün darbelerin karşısına dikilen, darbelerden mağdur olduklarını her fırsatta dile getiren, darbeler nedeniyle neredeyse "Siz bilmiyorsunuz bizim götümüzü siktiler" diyen adamların, dumanı üstünde tüten 12 Eylül darbesinden sonra yazdıkları, darbelerin mağdurları değil, darbelerin mağrurları olduklarının kanıtıdır.
Bugün darbeleri lanetleyen adamlar, o günlerde darbeyi gerçekleştiren komutanlara methiyeler düzerken, işkencehanelerde insanların götlerine cop sokuluyor, kafaları bok çukurlarına bastırılıyor, eşlerine gözlerinin önünde işkence ediliyor, erkeklik organları urganla bağlanıp çekiliyor, birbirlerinin üstüne işetiliyor, elektrik veriliyor, tecavüz ediliyor, -yor -yor -yor -yor yani bitmeyen işkencelere ve insanlık suçlarına tabi tutuluyordu.
Neyse konu dallanıp budaklandı. Güçlü olmak istiyorsan sermayeyi eline geçireceksin. Çok basit işleyen bir kuraldır. Herkesle dirsek temasında bulunan tarikat, 40 yıldan bu yana sermayeyi elinde toplamaya başladı ve bugün kimsenin aklına bile gelmeyen bir güce erişti.
Kendisine sosyal demokrat diyen CHP genel başkanları, yöneticileri bile, tarikata selam çakıp, tarikattan üyeleri boşuna aday göstermedi. Bu gücün farkındalar, bu gücü karşılarına almak istemiyorlar.
Bu 'Türkçe Olimpiyatı' denen yaraktan şölen, Türkiye'de tarikata daha fazla sayıda sempatizan toplamaya çalışılmaktadır.
Artık gelinen noktada Başbakan yardımcıları, bakanlar, ülkenin tanınmış simaları bu boktan organizasyona katılıp, bir nevi tarikatın lideri önünde düğmelerini ilikliyorlar.
Tarikatın başındaki ağlak arkadaşımız, Türkiye'ye dönüşü hesapları yapıyor. Etrafa bakının, öyle bir hava estiriliyor ki, sanki kendisi Türkiye'ye gelse idam edilecek. En azından şu "gurbet" muhabbetinden kurtulmuş oluruz. Ha ABD'de ağlamış, ha Türkiye'de, fark eden bir şey olmaz.
İlginçtir bi ağlak imamın tarikatı 'Türkçe Olimpiyatı' düzenliyor ama vaazlarını izleyin, bir bok anlamazsınız. Çünkü Türkçe konuşmuyor. Ne kadar darbe karşıtıysa, o kadar Türkçe sevdalısı. Hesabı siz yapın.
"Dokunan yanar" denip duruluyor ya, asıl dokunmayanlar yanacak bu işin sonunda.
Son söz tarikat götü yalayan eski solcu, yönetmen artığına gelsin; koşa koşa havalimanına gidip, herkesten önce donu indirip hocasına, vermeye başlasın. Belki o zaman bugüne kadar batırdığı tüm işlerinin karşılığını alabilir.