18 Temmuz 2011
Al sana maske
Lan bak eğer doğruysa şu Perşembe günü 50 bin Aziz Yıldırım maske hikâyesi yemin ediyorum adamı topa koyar oynatırlar.
Benim önerim budur. Ortalarda sik gibi gezinsinler, belki akılları başlarına gelir. Eğer yapılmazsa, çıkar efendi gibi özür dilerim. Ama eğer ki, bu iş yapılırsa lan bir su için gelin bu sıcakta. Mal mısınız lan siz! Hiç yapılacak şey mi? Yarın öbür gün nasıl savunursunuz bu yaptığınızı.
Lan kime diyorum ben? Yapmayın, etmeyin, yok yakınken vazgeçin.
Fuck do it!
Galatasaray'ın yeni formaları dün satışa çıktı. Kimileri çok beğendi kimileri ise hiç beğenmedi.
Birkaç yıldan beri, kişisel olarak hiçbir biçimde forma almadım, bundan sonra da almayı düşünmüyorum. Kime sorsam, kim yazsa, kim söylese hep aynı söylem "Endüstriyel futbola karşıyız."
E, peki güzel kardeşim madem karşısın neden forma alıyorsun, neden kombine alıyorsun? Var mı cevap? En fazla "Ama ben forma almazsam, kulübe nasıl para kazandıracağım?" der.
Benim sevgimi, kulübün paraya endekslemesi can sıkıcı hale gelmeye başladı. Kalemden, anahtarlığa, dondan bornoza kadar her şeyi bulabilmeniz mümkün. Kimse kusura bakmasın ama biletimi alır maça giderim, daha fazlasını da vermem.
Kulüplerin şirketleştirildiği, taraftarın müşterileştirildiği futbolun geldiği durum ortada. Şike, teşvik, bahisle örülmüş; başarıya giden yolda her türlü soytarılığın yapıldığı futbol ortamında artık neredeyse sahadaki sonuçtan çok şirketlerin ne kadar büyüdüğü, kaç forma satıldığı, mağazaların yıllık cirolarının ne kadar olduğu gibi pek çok şey taraftar açısından bir övünç kaynağı haline geldi.
Ben taraftarım, saha içinde alınan sonuca göre sevinirim, üzülürüm, kahrolurum, havalara zıplarım. Budur benim taraftarlık anlayışım. Bundan sonra da değiştirmeyi düşünmüyorum.
Sevdalar, aşklar paraya çevrilmeye başladığı andan itibaren, ortada temiz bir şey kalmaz. Görüldüğü üzere de kalmamış, koskoca bir sezon Yalan Rüzgârı izlemişiz.
Tüm bunların dışında işin bir de Nike sorunu var. Nike çocuk işçi ve işçi sömürüsü konusunda dünyanın en sabıkalı firmalarından biridir.
Özellikle Asya'daki fabrikalarında işçilere yaptırım olarak uyguladığı akılalmaz cezalarla her zaman tartışmalı bir firma oldu.
Cezalar ne mi?
Aç bırakmak.
Güneş altında saatlerce ayakta dikilme.
Konuşan kadın işçilerin ağzının bantlanması.
Kadın işçilerin elleri havada diz üstü çöküp dik durmaya zorlanması.
İş ayakkabılarını giymedikleri için fabrikanın etrafında koşturulmaları.
Dikiş hataları nedeniyle 15 kadının başlarından ve enselerinden kendi ürettikleri Nike marka ayakkabılarla dövülmeleri.
Fabrikalarında minimum 12 saat çalıştırılan kadınların, çocukların ve emekçilerin olduğu Nike'ın hiçbir ürününü almayı düşünmüyorum ve üstünde o amblemi taşıyan ne bir Galatasaray forması ne de başka bir ürün alırım.
Giydiğiniz her NIKE ürününün kirli, yaşam hakkına tecavüz ettiğini bilerek giyin.
Forma mı? Eğer çok giymek istersem gider işportadan alırım. Nike kazanacağına emekçi kazansın.
Endüstriyel futbola karşı duruş gösterilmediği, bunun bir oyun olduğunun ayırdına varmadığımız sürece futbol kirli kalacaktır.
Nike'ta çalışan bir işçiden alıntı: "Adım Lern. Tayland’ın kuzeyinde kırsal bir alanda büyüdüm. Orada iş bulmak çok zordu, bu nedenle 1998′de iş aramak üzere şehre göç ettim. Kısa zamanda Bed and Bath Prestige şirketinin fabrikasında iş buldum.
Ben işe başladığımda fabrikada Nike ürünleri üretiliyordu. Fabrikanın 2002′deki kapanışına kadar da bu devam etti. Fabrikada bizden boynumuza, üzerinde Nike’ın kuralları yazılı olan bir kağıt asmamız ‘rica edildi’.
Haftada 70 ile 110 saat arası çalışıyordum. Yaptığımız fazla mesai 50 saati ne kadar aşarsa aşsın bize sadece 50 saat karşılığı ücret ödeniyordu.
İşlerin yoğun olduğu zamanlar fabrikanın sahibi Chaiyapat Photikamjorn bize içine amfetamin koyduğu buzlu kolayı içirirdi.
Bizler içtiğimiz şeyin amfetamin olduğunu biliyorduk, ama çok azımız içmeyi reddediyordu. Çünkü bu şeyden içtiğimizde 48 saat kadar durmadan çalışabiliyorduk. Zaten o koşulları kaldırabilmenin tek yolu da o ilaçlardı.
Paketleme bölümünde çalışan erkek işçilerin büyük bir kısmı amfetamin bağımlısı olmuştu. Fabrikada bulamadıklarında dışardan satın alıyorlardı.
Bay Chaiyapat huysuz bir adamdı, keyfi yerinde değilse bağırırdı. Birçok kez paketleme bölümünde işçileri gömleklerle dövdüğünü duydum.
Nike, Reebok, Levi’s, Adidas ve diğer şirketler duvarlara yönetmelikler astırmışlardı. Bize bu kurallar bir kez açıklandı: ‘Fabrika denetlenirse yalan söyleyin, asla fabrikayı suçlamayın, çalışma koşullarınızdan şikayet etmeyin.
Biz çalışırken patron hoparlörlerden konuşmalar yapıyor, sendika örgütlemeye çalışan herkesin ‘anne-babasına elveda demesi gerektiğini’ söylüyordu. Yanında altı korumayla gezerdi. Biz ondan çok korkardık. İki işçi yan yana konuşursak korumalar derhal yanımıza gelip bizi sorguya çeker, sonra da ayırırdı."
Bütün bunlara rağmen üstünde Nike amblemi olan bir ürün alacaksanız, ben sizi tutmam.
Not: Kahverengi kısım alıntıdır