17 Eylül 2011
Gururumuzu okşatıp, göğsümüzü kabartalım
'Arap Baharı' denen aldatmacanın sözde başrollerinden ama kendisine figüranlık bahşedilmiş Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, Tayyip Erdoğan Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da 'kahramanlar' gibi karşılandı. Arap halkı, Müslüman bir ülkenin liderini bağrına bastı.
Geriye dönmekte yarar var. Daha birkaç ay önce "NATO'nun Libya'da ne işi var?" diyerek, işgali sert dille (!) eleştiriyordu. Sonra ne olduysa, NATO'nun Libya işgaline 6 gemiyle destek verdi. Ardından sözümona 'bayram yardımı' adı altında muhaliflere silah temin etmek için yüzmilyonlarca dolarlık para yardımı yapıldı. Bugünse, paraşütlerle gıda yardımı yapılıyor.
Hadisenin içine, daha 8-9 ay önce Kaddafi'yle verilen samimi pozları, Kaddafi'nin çadırındaki ziyaretini koymak istemiyorum ama insan bir taraftan da, 'Libya'da insanlar birdenbire mi ezilmeye başladı?' diye sormak istiyor.
Arap Baharı adı verilen ve halk hareketi gibi gösterilen bu arkadan ittirilen isyanlar, aslında işgalden başka bir şey değil. Elbette Arap coğrafyasında yaşayan insanların totaliter rejimlerin boyunduruğu altında olduğu su götürmez bir gerçek ancak şu an yaşananları halk hareketi boyutunda göstermek de, insanları aptal yerine koymaktan başka bir şey değil.
Kapitalizm 15 yıldan bu yana can çekişiyor. İnsanlara zenginlik, refah, adalet gibi koskoca bir yalan balonu vaadedenler, artık kıpırdayamaz hale geldi. Vaat ettikleri kavramların içinin boş ve asla gerçekleştirilemeyeceği de, vaat edilenler tarafından görülmeye başlandı. Ne yapmak gerekiyordu? Tabii ki, yeni vaatler ve yeni kavramlar.
İşte adına 'demokrasi' denilen yüzyılın en büyük yalanlarından biri de, bu noktada yeniden harekete geçirildi. Yüzyıllardır baskıcı rejimlerle ezilen Araplara da bu yeni yalan sunuldu.
Bu süreç yeni değil, denemeler Irak ve Afganistan halkları üstünde gerçekleştirilmeye koyuldu. Irak'a getirilen 'demokrasi'nin bilançosu 700 bin ölü, 20 bine yakın da kayıp olarak gerçekleşti. Afganistan'a getirilen 'demokrasi' bilançosu ise 100 bine yakın insanın ölümü ve 12 bin kişinin kaybolması.
Irak ve Afganistan üstünde filizlendirilen 'demokrasi' deneyi artık gerçekleştirilmeye hazır hale geliyordu. Tabii birkaç değişiklikle. Bu değişiklik ise bütün dünya medyasının -ana akım medyadır bahsi geçen- sözbirliği etmişcesine Arap coğrafyasına sunduğu 'özgürlük' kavramıyla yapılmaya başlandı.
Yarattıkları sistemin bumerang gibi kendisini vurması, kapitalist sistemi yeni üretim ve tüketim alanları oluşturmaya itti. Bu alanlar için de en uygun koşullar Ortadoğu'da bulunuyor. Çünkü bugüne dek, ilişkiler her ne kadar sıcak olsa da, Arap coğrafyası, kendileri için pazar haline getirilmedi.
Bugün tepesinden paraşütlerle gıda yardımı yapılan Libya, Afrika'nın en büyük üçüncü petrol ihracatçısı durumunda. Üstelik Libya topraklarının sadece yüzde 25'inde petrol çıkartılıyor. Kaddafi döneminde Libya petrolleri, İtalyan Eni, Fransız Total, İngiliz BP, İspanyol Repsol ve Avusturyalı OMV şirketleri arasında paylaşıldı. ABD, yaptığı milyarlarca dolarlık yatırıma rağmen, Kaddafi döneminde bu yarışta hiçbir zaman söz sahibi olamadı. Ehh, artık hazır koşullar olgunlaşmışken, neden ABD, Libya petrolleri ele geçirmesin? Buna bir de, Libya topraklarında kesinleşmiş 1.3 milyar metreküplük doğalgaz rezervi bulunduğunu da ekleyelim.
Arap coğrafyası şu an 'demokrasi' yalanıyla sömürü düzenine hazırlanıyor. Bu düzen ekonomik ve politik olarak pek çok ülke tarafından desteklenmekte. Bu desteğin payendelerinden biri de Türkiye.
Tayyip Erdoğan, 2008 Aralık'ta 'One Minute' ile Arap coğrafyası için sunulmuş, onlara 'demokrasi'yi anlatmak için kullanılan, Ilımlı İslam figüranından başka bir şey değil.
Bugün dünya medyasında kendisine düzülen 'Karizmatik büyük lider' methiyeleri, Türk toplumuna yetiyor. Biz madalyonun tek tarafına bakmayı seviyoruz çünkü. Ardında neler olduğu, kimin neler çevirdiği ile zerre ilgilenmiyoruz.
İşin acı tarafı, birkaç gün önce gittiği ülkelerde verdiği 'akıllar'ı, kendi ülkesindeki insanlardan esirgemesi.
Krizle boğuşan dünya ülkeleri, önlerindeki pastadan dilim dilim tatmaya başlarken, bizlerse, ülkenin başbakanı için söylenen 'karizmatik', 'büyük lider' cümleleriyle gururumuzu okşatıp, göğüsümüzü kabartıyoruz.
Sözün özü, Türkiye ve onun şimdiki başbakanı koskaca bir oyunun, küçücük figüranı.
'Demokrasi' adına binlerce sivil öldürülüyor, halklar birbirlerine düşman ediliyor, ülkelerde derin çatlaklar oluşturuluyor, imdat anında yeniden gösterime sokulsun diye.
Bugün Libya semalarından 22 tonluk gıda yardımı atan Türkiye ise kendi topraklarına; acı, ölüm ve gözyaşıyla sonlanan bombalar fırlatıyor. Biz de bunun adına demokrasi diyoruz.