7 Ekim 2011
Herkesin suratında patlayacak bir mektup
Şu fotoğraf, insanlığın cenaze törenidir aslında. Gaziantep'te 24 yaşındaki R.Ç, hastane odasında, ağabeyi tarafından üç kurşunla öldürüldü.
Kardeşi, kadın kıyafetleri giymeye başlayınca, mahalle ve aile baskısıyla öldürdüğünü söylüyor. Ailesi R.Ç'nin cenazesini teslim bile almamış, istememiş. Toplumun büyük bir bölümü, farklı eğilimleri hastalık olarak görüyor. Travestiler, gayler, lezbiyenler, bu toplumun değerlerine uymuyor (!)
Hangi toplumun değerlerine uymuyor? 13 yaşındaki kızına senelere tecavüz eden ve ondan çocuklar yapan, içinde devlet görevlilerinin de bulunduğu 26 kişinin tecavüzüne uğrayan ama Yargıtay'ın 'fuhuş'la suçladığı, şeyhlerin müritlerini kocalarının önünde becerdiği, devletin emanetindeki edilen yurtlardaki çocukların tecavüzle karşı karşıya kaldığı, eşini sabah akşam dövenlerin olduğu, töre diye cinayetlere mantık büründürülmeye çalışılan, 11-12 yaşındaki küçücük kızların evlendirildiği, keçilerin, eşeklerin becerildiği Türkiye'de.
Şu yaşananlar toplumun değerlerini rahatsız etmiyor, en fazla üç-beş sövgü kelimesiyle geçiştiriyor ama bir gencin cinsiyet tercihi, toplumu, mahalleyi, aileyi deliye çeviriyor.
R.Ç'nin cenazesine gitmeyen ailesi, kuvvetle muhtemel cinayeti işleyen F.Ç'yi cezaevinde ziyaret edecektir. "Aslan oğlum" diye sırtını sıvazlayıp, "Namusumuzu temizledin" diyecektir.
İnsan olmayı beceremiyoruz, pek çok konuda. İş cinsiyete gelince, insanlık sadece bir sıfat olarak kalıyor.
Aşağıda bir travestinin yazdıkları var. Susmak lazım, okumak lazım...
BİR TRAVESTİDEN MEKTUP
Beni incittiniz. Önce bunu söylemek zorundayım. Merhaba bile demeden. Kendimi tanıtmadan. Kendimi tanıtmak mı? Ben bunu hiç yapamadım ki.. Ne yaşarken ne de ölürken anlatabildim kendimi. Ailem için talihsiz bir kazaydı doğumum ve yirmi beş yaşındaydım beni öldürdüğünüzde.
Babamın utancı yirmi beş yaşındaydı. Beni incittiniz. Hayatımın her yerine pis bakışlarınızdan bıçaklar soktunuz. Beni kanattınız. babamın bana taktığı isim Selahattin ’di. Dedemin adıymış. Ama ben hiçbir zaman Selahattin olmadım. Olamadım. Uğraştım aslında. Lise son sınıfta bıyık bile bıraktım ama ancak iki gün sürdü bıyıklılığım. Bıyıkla yüzüm anlaşamadılar ne yapalım?
Anneme ev işlerinde yardım edişim önce övgüyle karşılandı. Aferin dediler, ne akıllı çocuk bu. Tığla işlediğim örtü uzun zaman kaldı televizyonun üstünde. ilk tokadı o zaman yedim babamdan. Babam tokadın örtüyle ilgisi yokmuş gibi davrandı. Güya ben ona cevap vermişim de bilmem ne. Biliyordum, ilk işareti almıştı ama böyle bir şeyin gerçek olması ihtimalini düşünmek bile istemiyordu.
Sonra bütün arkadaşlarımın kız olması ve beş taş oyunundaki dillere destan başarım ailemi ve herkesi rahatsız etmeye başlamıştı. Övünmek gibi olmasın ama hala beş taş oynanın ve beni yenecek kimse de yoktur... Affedersiniz... Yani beni öldürmeseydiniz oynardım ve yenerdim demek istiyorum.
Zaten beni yenemediğiniz için öldürdünüz ya, neyse... Hayatımın liseyi bitirdiğim güne kadar olan bölü mü, herkesin gözünün önündeki şeyi toplu olarak görmezden geldikleri bir dönem oldu. Hani Zeki Müren size göre hiçbir zaman eşcinsel olmadı ya, o hesap işte...
Besbelli diğer erkek çocuklarına benzemiyordum. Diğer erkek çocuklarının hepsi birbirlerine benziyorlardı ama bu durum kimseyi rahatsız etmiyordu. Zaten hepiniz, herkes herkese benzesin istiyorsunuz. Buna rağmen kızın biri lise birinci sınıfta bana bir aşk mektubu göndermişti.
Hatıra defterinden yırtılmış pembe bir kağıttı, hatırlıyorum. Üstünde belli belirsiz çiçekler arasında fiyakalı bir kalp resmi vardı. "Gözlerimi senden alamıyorum. Bana gözlerimi geri ver" diye yazıyordu kağıtta. Kalbin içine kendi adımın baş harfiyle benimkini yazmayı da unutmamıştı tabii. Güzel bir çocuktum. Kız beni beğenmişti. Galiba gözleri hep bende kaldı. Geri veremedim çünkü o günden sonra üç gün okula gitmedim.
O kağıt beni derinden etkilemişti. Hayatımda ilk kez kendime sorular sor maya başlamıştım. Bu kız deli miydi? Ben bir kızla... Nasıl yani? Evet adım Selahattin ’di, evet Selahattin de demin adıydı, evet güzel bir çocuktum, evet kızın gözleri bendeydi... Ama o mektubu aldığım gün belki de ruhum ilk kez bedenimden firar etmek istedi. Sonra on sekiz yaşıma girdiğim bahar, bir çocuk sevdim. Bakkalın oğluydu.
Hiç konuşmadık ama gözlerimiz öyle gevezeydi ki. Benim gözlerim de onda kaldı anlayacağınız. Hala da ondadır. Vedat... Bana amcasının kızıyla evleneceğini söylediği gün ilk ve son kez elimi tuttu. "Üzülme" dedi. "Neden üzüleyim ki" dedim, "bir gün biz de bir kısmet bulacağız elbet" türünden saçma sapan laflar ettim. Çok ağladım sonra.
Annem biliyordu her şeyi. Babamla kavga ettikleri günlerin birinde (aslında kavga etmedikleri gün yoktu) öfkeden deliye dönen annem babamın gözlerinin içine bakarak "sen adam olsaydın bu çocuk da bakkalın oğluyla..." dedi... Sözünü tamamlayamadı. Beni ve annemi çok dövdünüz. Hepiniz babamın kılığına girmiştiniz.
Hepiniz babama benziyordunuz ve bu benzerlik sizi hiç rahatsız etmiyordu. Belki de en çok, karpuz kamyonunun kasasında o hayvanla yattığım gün sevindiniz ve kızdınız. Sevindiniz, çünkü kuşkularınız gerçek olmuştu. Siz zaten şüpheleniyordunuz. Böyle olacağı belliydi, biliyordunuz.
Haklı çıkmış olmanın haklı gururunu tattığınız için sevindiniz... Ve kızdınız, çünkü adım Selahattin ’di. Selahattin dedemin adıydı. Selahattin ’ler kamyon kasalarında hayvanlarla yatmazlardı. Sonrası malum hikaye. Evden kovuluş... Şehirde kendime benzeyenlerle, yani dedelerinin adını taşımak istemeyen arkadaşlarla birlikte sizin sahibi olduğunuz hayatın içinde, sizden gizlenebilecek bir yer arayışı ...
Ve ardından pis bir ameliyathanede bir kasap tarafından Selahattin ’in hayatına son veriş. Meğer koca Selahattin ufacık bir et parçasıymış Dedeciğim beni bağışla. Ama Sinem öyle mi? Onun güzel bir yüreği vardı. Pamukladımıydı kavaklar, dans ederdi kiraz gelsin diye. Ama siz Selahattin ’in babası, Selahattin ’in annesi, Selahattin’in arkadaşı, Selahattin ’in komşusu, Selahattin’in bakkalı, Selahattin’in ev sahibiydiniz... Sinem’i hiçbiriniz tanımak istemediniz. İğrendiniz ondan.
Geriye bir tek Sinem’in Sinem gibi arkadaşları ve Sinem’in polisleri kaldı. Ve en sonunda ben otobanda bir hayvanı beklerken arabanızla çarptınız. Önce telaşlandınız, çünkü bir insana çarptığımızı düşündünüz. İndiniz arabadan, baktınız ki yerde yatan bir Selahattin değil kalça kemikleri mini eteğini zora sokan bir Sinem’di. Rahatladınız... Ve hızla terk ettiniz orayı... Ödeşmiştik çünkü... Ben sizin Selahattin’inizi öldürmüştüm Siz de benim Sinem’imi öldürdünüz...