18 Temmuz 2012
Komşuyu boşver, kendine bak sen
10 gün geçti günüydü bu görüntüyü aldığımda, üstünden epey vakit geçti yani. Hürriyet'in internet sitesinde gördüm, sonrasında bakmadım ama büyük ihtimalle AP ya da Reuters'ın geçtiği bir fotoğraf üstüne derlenmiş bir haberdi. Haberin içeriği Yunanistan'ın ekonomik durumuna ilişkindi.
"Komşumuzun son hali" deyip, şu görüntüyü paylaşırken, bu ülkenin sokaklarında olup biteni yok saymak, akla getirmemek biraz vicdansızlık oluyor sanki.
Çok fazla uzağa gitmeden İstanbul'da yüzlerce parkta yatan insanı görmeniz mümkün, semt pazarlarında insanların karanlık çöktüğünde tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi çoluk çocuk atılmış domatesleri, şeftalileri aldığını görmek mümkün.
Hakikaten beynim algılamıyor bunu. Bu ülkenin gazetecisi kendi ülkesinde yaşananlara bu kadar mı uzak diye sorguluyorumş, ister istemez. Çoğu şeyin kötü niyet olduğunu düşünüyorsun ama öyle değil. İşin içinde olan biri olarak söylüyorum, bazen o anki heyecanımızdan böylesi aptalca şeyler yapabiliyoruz. Yoksa bu haberi yapan adam da, götünle güleceğin bir paraya çalışıyor o sitede, gayet iyi biliyorum.
Bilmiyorum, ben hemen her gün şahit oluyorum böylesi görüntülere. Daha bu akşam pazardan geçerken, çöp karıştıran iki kişi gördüm. Bırak komşunun haline, az biraz sağına soluna bak.
Hayatı toz pembe göstermek için elinden geleni yapıyor basın. Esad'a akıl veren köşe yazarı var lan! "Ülkendeki vatandaşa nasıl zulüm yaparsın" diye.
Yazının küfürsüz olması için özen gösterdiğimden bunu yazan herife bir şey demiyorum ama birader, senin ülkende neler yaşandı ağzını açmadın. Bok yedirilen köylü mü dersin, işkenceden geçirilen aydın mı, sokak ortasında öldürülen öğretmen mi, bebeğini kaybeden genç üniversiteli mi? Şu -mi'lerden destan yazılır, efendilik yapıp burada keseceğim. Bunlara sesini çıkartma, Esad'a akıl ver. Bir süre sonra komik olmaya başlıyor, insan bu denli aşağılık olmamalı diye düşündürüyor.
Komşunun haline bakmayın birader, sen kendi haline bak. Uzağa gitmene de gerek yok, sadece İstanbul'u, Beyoğlu-Nişantaşı-Etiler-Ulus'tan ibaret sayma. Git Bağcılar'a, git Sultanbeyli'ye, dolay semt pazarlarını, gez akşam parklarında. Öyle masada rakı içip, geyik yapmaya benzemiyor hayatı anlamak, algılamak.
Eskiden işimi çok ama çok severdim ancak yavaş yavaş mesleğime olan saygımı kaybetmeye başladım. Ülke cayır cayır yanarken; Acun'un çorabını, Ali Ağaoğlu'nun oğlunun teknesini parçalatmasını, "çikolata yiyenin dalgası kalkıyor" gibi saçma sapan araştırmaların haber yapılması, kendime olan saygımı da azaltıyor.
Akşam akşam komşudan çıkıp, kendi iç sesimi de yansıtmış oldum. Bir aralar yazmıştım, kuruyemişçi dükkanım olsa diye. Çok daha mutlu olurdum, en azından kendime saygımı kaybetmezdim...
Diyet ve iade-i ziyaret
Fatih Terim, Mehmet Ağar'ı ziyaret edince diyet olur ismi. Üstüne söylenmedik kalmaz. "Zaten 96-00 arası Galatasaray'ın şampiyonluklarını nasıl aldığını biliyoruz"dan başlanır, ucu bucağı olmayan komplo teorilerine kadar uzanır.
Bunu söyledim diye, durumun kabul edilebilir olduğunu savunduğumu sanmasın gerizekâlılar. Mehmet Ağar denen heriften ölesiye tiksiniyorum. Galatasaray'ın etrafında dönüp dolaşmasından, posterlere girmesinden v.s nefret ediyorum.
Ama işte hayat böyle sürprizlerle dolu, bir bakıveriyorsun özgürlük abidesi, laikliğin kaleci, cumhuriyetin bekçisi Aziz Yıldırım yanına alıyor Nihat'ı, "şike yaptığı kanıtlansın, yolda görsem selam vermem" diyen Rıdvan denen saçlı canlıyı da katıyor kervana ve basıyor Aydın'a gidiyor.
Şu haberden, milyon teori üretirim. Aziz Yıldırım'ın silah kaçakçılığı yaptığını, bunu Mehmet Ağar'la yaptığını, emekli generallerin Fenerbahçe ile içli dışlı durumlarının bununla bağlantılı olduğunu, tabii buna bağlı olarak bir güç imparatorluğu kurmaya çalıştıklarını, Fenerbahçe başkanı olduğu için döneminde kazanılan kupaları Mehmet Ağar'ın payı olduğunu ve daha pek çok v.s. v.s.
Eeee bunun adı ne oluyor? 'İade-i ziyaret' Hay sizin beyin diye taşıdığınız uzuvlarınıza sokayım. Bu kadar götü başı oynayan, bu kadar şahsiyetsiz, kişiliksiz, yavşak bir güruh olamaz. İşine geldiğinde diyet, işine geldiğinde iade-i ziyaret.
İnsanların arkadaşlarını, dostlarını sizin, bizim seçebilmemiz mümkün değil. Benim çok sevdiğim bir adamı da siz gayet göt bulabilirsiniz ya da tam tersi ama işte hayatta oluyor böyle şeyler.
Aziz Yıldırım polisten dayak yiyen Fenerbahçe taraftarlarınla görüştü mü? Elbette hayır, herifin sikinde değil çünkü.
Sen o taşak beynini iadeydi, ziyaretti diye oyala, bir aptala bile yakışmayacak savunma mekanizmaları geliştirmeye çalış.
Türkiye'de taraftarlar ne yazık ki renk ayırt etmeksizin aptallık çizgisini aşar noktaya geliyor.
"Sen nasıl Galatasaray yöneticisine küfür edersin? O zaman başka takım tut" diyen adama rastladım. Sanki bunlar yönetici değil, 4 halife! Ederim lan, ederim. Ben küfür bilmezdim, Adnan Polat başkanlığında kendi kendime küfür icat ettim. Senin paşa gönlün istiyor diye takım mı değiştireceğim taşaktan firar etmiş yavşak.
Taraftar böyle biat kültürü içinde yoğrulduğu sürece Aziz Yıldırım'ı savunan da çıkar, Adnan Polat'ı mahkeme kapılarında alkışlayan da, koskoca bir kulübü sikerken Demirören'e sevgi gösterisinde bulunan da çıkar.
Bu kirli çarkın içinde herkes var, herkes eşit derecede suçlu. Siz halen sığır gibi son kale demeye devam edin. Kale rok yapıp duruyor, götü başı oynamaya erken başladı.
Neyse siz kıvırmaya devam edin, ziyaret diyerek. Bu kadar aptala tahammül etmek hakikaten zor. Kıvırın gençler kıvırın, biraz gerdan da kırın ama böyle olmuyor. Yapıştıracağım siz kıvırdıkça. Yapıştırrrrr.
Türk usulü eğitim
Hukuk devletinin olmazsa olmazıdır, çocukları böyle kuytuya çekip ellerine copla vurmak. Bu asker kimdir, nedir, necidir bilinmez. Bu yavşağa kim bu yetkiyi vermiştir o da bilinmez.
Yetki almadan bunu yapıyorsa ağzının ortasına sıçacaksın, hem de öyle böyle değil.
Varsa bir suçu çıkar çocuk mahkemesine alır cezasını ya da suçsuzdur serbest kalır.
Demokrasi hızla gelişiyor, ha gayret recme az kaldı.