16 Kasım 2012
Kamil'e bağlanan maç yazısı
Şu suskunluk süreci, Galatasaray'ı konu alan 3 yazı yazdım ve hepsini de tamamlamadan bıraktım. Buraya koymaya değer bulmadığım yazılar, biraz sonra okuyacaklarınız dışında bir şey değildi.
Galatasaray'ın 3-1'lik Karabük mağlubiyetine duacı olması gerekir. Çünkü skor 3-1 değil, 7-2 olmalıydı.
Adalet her yerde insanoğlunun birincillerinden olmalı. Ancak adaleti sadece mahkeme salonlarında da aramamak lazım. Bizim yazımıza konu olan adaletse Fatih Terim'in ilk 11'de sahaya çıkarttığı futbol takımı.
Nereden başlayayım diye düşünüyorum, ilk aklıma gelen isim Emre Çolak oluyor. Bu arkadaş Galatasaray altyapısından çıkmıştır. Taraftar, altyapıdan çıkan futbolcuya bir başka gözle bakar, o yüzdendir ki, Emre Çolak'ın iyi oynadığı maçlarda biz hep onu başka bir yere koyduk. Gerçi ben iyi oynadığı maçlar diyorum, toplasak 5'i geçmez. Kanat oyuncusu ama orta yapmayı bilmiyor. Savunmaya yardıma geldiği her pozisyonda neredeyse gol yiyoruz, çevresinde dönmekten hızlı hücum yapamıyoruz. Peki madem öyle, bu arkadaş neden sürekli sahada? O soruya yanıt bulamıyorum.
Birader, bak şimdi; Amrabat diye bir adam almışsın, verdiğin para 7 ya da 8 milyon Euro. Bu kadar para veriyorsan, senin takımının önemli parçalarından biridir. Ama yok, Amrabat sadece Emre Çolak'ı yedeklemek için alınmış gibi. Amrabat oynasa bile Emre Çolak'tan yine vazgeçilmiyor, Melo'nun yerine orta sahaya kaydırılıyor. Bu demek oluyor ki, sezon başı planlamanı yapamamışsın. Yabancı kontenjanına takılmayayım diye Galatasaray taraftarına Emre Çolak eziyeti çektiriliyor. Sezon başından bu yana asisti sanırım sadece 2 tane, golü var mı? Ben anımsamıyorum. Tamam, elbette her futbolcu mutlaka gol atmak zorunda değil ya da asist zorunluluğu yok ama arkadaş, sol uçta oynayan adamda 15 maçta 5 tane asist yapıversin bir zahmet. Onu yapma, bunu yapma. Be amına koyduğumun evladı neyi yapacaksın peki? Götveren gibi dönüyor bir sağa bir sola.
Bugün yediğimiz ikinci gole bir bakın lütfen. Hamit sağ kanattan topu aldı, sola doğru hareketlendi. Ne yapacak? Haliyle sol kanattaki adama pas verecek, çünkü rakip sağa kapanmıştı. Bizim sol uç oyuncumuz nerede? Hamit'in arkasından geliyor? Pezevenk, sol açık değil sağ kanat refakatçisi sanki. Neyse, o top kaptırıldı ve kontradan golü yedik.
Emre'yi geçelim, gelelim Cris denen beli 10 Panzer tankı ağırlığındaki yavşağa. Bu transfer hatalıdır, sezon başında da açıkça söyledim. Tecrübe dediler, Şampiyonlar Ligi'nde bilem kaç kez oynadı dediler. "Göt olursam, söyleyin" diye yazdım. Alın size Cris, mümkünse de götünüze sokun. Herifin her maçta, minimum bir adet rakibi kaleciyle karşı karşıya bırakan hatalı bir geri pası var. Orta sahadan topu derinlemesine yolladın mı, bu herif dönene kadar Dünya önce kendi eksine etrafında dönüyor, (o sırada muhakkak ki Emre Çolak da kendi ekseni etrafında dönüyordur), sonra Dünya, Güneş etrafında bir tur atıyor, Cris'in bu sürede beli dönerse dönüyor. Dönmezse zaten rakip Muslera ile karşı karşıya kalıyor.
Semih'in suçu ne lan? 36 yaşında Brezilyalı olmayışı mı? Gençtir, yeterlidir, yetersizdir, bunların hepsi tartışılır. Ama kusura bakmayın da, Cris denen herifin arkasında da yedek kalacak futbolcu değil. Olmuyor lan, olmuyor. Daha neyini deniyorsun? Verilen para boşa gitmesin diye mi oynatılıyor. Lan onu bırak, Gökhan Zan'ın suçu ne lan? İsteyen götüyle gülsün, isteyen taşağını geçsin, Gökhan Zan, Cris'ten daha iyidir. Geçmişinde bilmem kaç kez Şampiyonlar Ligi'nde oynamış? Bana faydası olmayan kilisenin papazını sikeyim, tam o hesap. Geçmişle yaşayacaksak, Bülent Korkmaz, fit görünüyor, fena değil, al getir, formayı ver. Bu Cris'ten daha iyi oynayacağına eminim.
Gelelim Melo meselesine. Yekta Kurtuluş dediğin adam, 3 haftadır gayet düzgün oynuyor. Takımdaki orta saha zaafını Melo'ya nazaran daha aza indirdi. Adam formayı aldı, sırtına geçirdi, hooooop Melo sahada. Neymiş, "Yekta iyi oynuyormuş ama Melo'yu da kazanmalıymışız."
Eeeeeee, Melo iyi oynarken, Yekta'yı kazanmak için ne yaptın? Ceyhun Gülselam'ı kazanmak için çabaladın mı? Öyle işkembeden sallamak kolay, günü kurtar, kendini savun. Haaa, yedik amına koyayım, malız çünkü.
Melo konusunda uzun bir yazı yazmıştım ama tamamlamadan bıraktım. Yazının özü şudur: Melo yaz döneminde hayatının son büyük imzasını atmaya hazırlanıyordu ama bizimkiler yanaşmadı. Melo o gün, bu gün kayıptır, kimse bundan sonra bir bok beklemesin Melo'dan.
Açıkça fikrimi söyleyeyim; Melo'nun Yekta'dan çok üstün olduğunu düşünmüyorum. "Melo, Yekta'dan zeki" diyen adam var. Zeki adam, takım arkadaşını soyunma odasında yumruklamaz, zeki adam bağıra çağıra sahada kırmızı kart görmez, geçin o işleri. Konu Yekta değil, Yekta'nın da kalitesi tartışılabilir. Ama formayı üstüne geçirdiği andan itibaren, bir fark koydu ortaya, takımın orta saha çaresizliği daha az göze çarptı. Yoksa elbette Galatasaray orta sahasına çok daha kaliteli bir oyuncu alınmalı, gerizekalı değilim, bunu herkes görüyor.
Son olarak Hakan Balta. Ulan hayatı sol açık geçmiş Riera, sol bek olmayı öğrendi, sen sol bek nasıl olunmaz her oynadığında ders veriyorsun. Sol bek olmak isteyen gençlere tavsiyem, Hakan Balta'yı her maç kaçırmadan izlesinler. O ne yapıyorsa, tam tersini yapın, emin olun Sikim Sokum Süper Lig'de bir takımda forma giyersiniz.
Eboue, konusuna bir ara geleceğim, şu isimler arasında yer alıyor. Bu sezon felaket durumda ve her maç daha da dibe vuruyor.
Fatih Terim, şapkasını alıp iyice düşünsün. Bu yıl performansını gözden geçirsin, verdiği kararları da tabii. Bugün tapan adam, yarın tribünde siktiri çekiverir. Örnek mi istiyorsun; al sana Melo.
Böyle söyleyince Terim düşmanı oluyorsun. Sevmiyorum amına koyayım, sanki sevmek zorundayım. Takımı şampiyon yaptı diye, açıp bir de götümüzü siktirelim, iyi. Yanlış yaptığı zaman yanlışı savunmak aptallıktan başka bir şey değil. Tipik Akp iktidarı sempatizanı davranışı gibi. Ülkenin amına koysunlar, malak emzirmeleri sonsuz savunsun.
Yazıyı şöyle bitireyim:
Ahmet İlhan-Lualua-Mehmet Yıldız / Rooney-Van Persie-Valencia
Adamın götünden kan alırlar Kamil, kannnnnnnn...
Özledik
Bu ülke tarihinde linçlerin haddi hesabı yoktur. Gerçekleştirilen linçlerin pek çoğuna da medya çanak tutmuştur; uydurma haberlerle, en faşist, en gerici saldırılarla hem de. Aradan yıllar geçtikten sonra günah çıkartmalar başlar. "Aslında öyle demek istemedim", "Yanlış anlaşıldım", "Keşke olmasaydı" diye zevahiri kurtarmaya çabalarlar.
Şöyle bir dönüp baktığımda, medyanın 'Hayata Dönüş Operasyonu'nu nasıl sunduğu, yüzlerce insanı diri diri yakılmasında bazı basın kuruluşlarında yakılanların nasııl suçlandıkları, Maraş'ta, Çorum'da yaşananlar, İstanbul'daki azınlıklara karşı gerçekleştirilen 6-7 Eylül olayları ve daha pek çokları.
Kitlesel olaylar dışında, bireysel linç de, hatrı sayılır derecede yaşandı Türkiye'de.
Ahmet Kaya da, linç kültüründen nasibini alanlardandı, söylediği bir cümle için: Yeni albümüme Kürtçe şarkı koymak istiyorum ve bir de klip çekeceğim.
Sadece ve sadece bu cümleyi kurduğu için hedef tahtasına oturtuldu. Koskoca (!) ülke işi gücü bıraktı ve Ahmet Kaya ile yatıp kalkmaya başladı. Kasetleri yakıldı, parçalandı ve en sonunda ülkesinden gönderilmek zorunda bırakıldı. Bir insanı doğduğu topraklardan ayırmak, onu başka bir ülkede yaşamaya zorlamak kadar aşağılık bir şey olamaz. 12 Eylül'de de, Ahmet Kaya gibi binlerce insan topraklarından kopartıldı, keza 6-7 Eylül olaylarında da aynı şeyi yaşadı.
O gün, Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak fırlatanlar, o salonda linç edilmesine uğraşanlar, yıllar sonra "Bugün aynı şey olsa böyle bir tepki asla göstermem", "Bugün o manşeti atmazdım", "Bugün olsa o yazıyı yazmazdım", "Ama o dönem farklıydı" diyerek, suçlarını hafifletmeye çalışıyor.
Oysa bugün de aynı faşist tepkileri verirlerdi, hatta çok daha ağırlarını yazarlardı. 12 yıl önce atılan "Vay Şerefsiz" başlığı ile "Dışarıda kuzu kebap, içeride açlık grevi" arasında ne fark ki? Ya da 12 yıl önce atılan "Bölücü yavşak" başlığı ile Salih Memecan'ın açlık grevlerine ilişkin "Kutlayalım arkadaşlar" çok mu farklılık gösteriyor?
Demokrasi, özgürlük, insan hakları v.s. v.s. adına ne derseniz deyin, ismini ne koyarsanız koyun, herkesin yüreğinden vicdansızlık akıyor. Birilerinin ölecek olmasına "Gebersin şerefsizler" diyebilecek kadar yürekleri buz tutmuş halde ortalarda dolanıyorlar. Ülkenin başbakanı, haberin yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen halen "Onlar açlık grevi yapıyor vekilleri ciğer yiyor" diyecek kadar pervasız açıklamalar yapıyor, üstelik bunu söylemesinden 3-5 gün önce "Türkiye'de ölüm orucunda sadece bir kişi var" demişken.
Ahmet Kaya'nın 'Başkaldırıyorum' şarkısında söylediği gibi, "Başını kuma saklayanlardan tiksindim", tiksinmeye de devam edeceğim.
Kiminle konuşsanız 'demokrat' ama sadece kendisi gibi düşününler için. Demokrasi denen olguya inanmadığımı defalarca söyledim, yineleyeyim. Çünkü eğer Gazze'de bombalanan halk için tepki verip, bedenini ölüme yatıran insanlara kayıtsız kalıyorsanız, demokratlığınızı sikeyim. Ya da tam tersi, fark etmez.
Ahmet Kaya; direncin, sevdanın, özlemin, hasretin, umudun sesiydi. Bu ülkeden kopartıp attınız atmasına da, yüzlerce şarkısının gönül teli titretmesine engel olamadınız, gerisi laf ü güzaf.
Sesin imdada yetişmese ne yapardık bilmem.
Özledik be Gözüm, özledik.
Dinlersiniz
Şöyle bir dönüp baktığımda, medyanın 'Hayata Dönüş Operasyonu'nu nasıl sunduğu, yüzlerce insanı diri diri yakılmasında bazı basın kuruluşlarında yakılanların nasııl suçlandıkları, Maraş'ta, Çorum'da yaşananlar, İstanbul'daki azınlıklara karşı gerçekleştirilen 6-7 Eylül olayları ve daha pek çokları.
Kitlesel olaylar dışında, bireysel linç de, hatrı sayılır derecede yaşandı Türkiye'de.
Ahmet Kaya da, linç kültüründen nasibini alanlardandı, söylediği bir cümle için: Yeni albümüme Kürtçe şarkı koymak istiyorum ve bir de klip çekeceğim.
Sadece ve sadece bu cümleyi kurduğu için hedef tahtasına oturtuldu. Koskoca (!) ülke işi gücü bıraktı ve Ahmet Kaya ile yatıp kalkmaya başladı. Kasetleri yakıldı, parçalandı ve en sonunda ülkesinden gönderilmek zorunda bırakıldı. Bir insanı doğduğu topraklardan ayırmak, onu başka bir ülkede yaşamaya zorlamak kadar aşağılık bir şey olamaz. 12 Eylül'de de, Ahmet Kaya gibi binlerce insan topraklarından kopartıldı, keza 6-7 Eylül olaylarında da aynı şeyi yaşadı.
O gün, Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak fırlatanlar, o salonda linç edilmesine uğraşanlar, yıllar sonra "Bugün aynı şey olsa böyle bir tepki asla göstermem", "Bugün o manşeti atmazdım", "Bugün olsa o yazıyı yazmazdım", "Ama o dönem farklıydı" diyerek, suçlarını hafifletmeye çalışıyor.
Oysa bugün de aynı faşist tepkileri verirlerdi, hatta çok daha ağırlarını yazarlardı. 12 yıl önce atılan "Vay Şerefsiz" başlığı ile "Dışarıda kuzu kebap, içeride açlık grevi" arasında ne fark ki? Ya da 12 yıl önce atılan "Bölücü yavşak" başlığı ile Salih Memecan'ın açlık grevlerine ilişkin "Kutlayalım arkadaşlar" çok mu farklılık gösteriyor?
Demokrasi, özgürlük, insan hakları v.s. v.s. adına ne derseniz deyin, ismini ne koyarsanız koyun, herkesin yüreğinden vicdansızlık akıyor. Birilerinin ölecek olmasına "Gebersin şerefsizler" diyebilecek kadar yürekleri buz tutmuş halde ortalarda dolanıyorlar. Ülkenin başbakanı, haberin yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen halen "Onlar açlık grevi yapıyor vekilleri ciğer yiyor" diyecek kadar pervasız açıklamalar yapıyor, üstelik bunu söylemesinden 3-5 gün önce "Türkiye'de ölüm orucunda sadece bir kişi var" demişken.
Ahmet Kaya'nın 'Başkaldırıyorum' şarkısında söylediği gibi, "Başını kuma saklayanlardan tiksindim", tiksinmeye de devam edeceğim.
Kiminle konuşsanız 'demokrat' ama sadece kendisi gibi düşününler için. Demokrasi denen olguya inanmadığımı defalarca söyledim, yineleyeyim. Çünkü eğer Gazze'de bombalanan halk için tepki verip, bedenini ölüme yatıran insanlara kayıtsız kalıyorsanız, demokratlığınızı sikeyim. Ya da tam tersi, fark etmez.
Ahmet Kaya; direncin, sevdanın, özlemin, hasretin, umudun sesiydi. Bu ülkeden kopartıp attınız atmasına da, yüzlerce şarkısının gönül teli titretmesine engel olamadınız, gerisi laf ü güzaf.
Sesin imdada yetişmese ne yapardık bilmem.
Özledik be Gözüm, özledik.
Dinlersiniz