27 Ocak 2013
Medya kararı verdi
Tükürüğü anında tespit eden bir medya sahibiyiz. Fakat bir farkla, tükürenin giydiği formaya bağlı olarak değişiyor.
Tükürük sarı-kırmızılı formadan gelince anında tespit ediliyor, hüküm derhal veriliyor ve "Tükürdü, kırmızı kart gördü" başlığı atılıyor ancak sarı-lacivert formadan gelince ne haber yapılıyor ne de yorum.
Tükürüp tükürmediğini tartışmıyorum, kaldı ki kişisel yorumum Melo'nun takımda kalmamasından yana ama bu çifte standardın boku çıkmaya başladı. Galatasaraylı futbolcuların yaptıkları ya da Beşiktaş ya da Fenerbahçeli futbolcuların yaptıkları farklı değerlendiriliyor.
Melo'nun tükürdüğünü kabul edelim. Biri hakeme, diğeri rakibe tükürüyor diyelim. Elinizi vicdanınıza koyup bir zahmet söyleyiverin, birbirinin kopyası olan pozisyonda, şu yukarıdaki görüş farklılığını açıklayın.
Galatasaray'ın transfer ettiği her futbolcunun maliyeti imzası süresince hesap ediliyor ama Fenerbahçe ya da Beşiktaş'ın transferleri sadece yıllık ücretlerinden hesap ediliyor. Selçuk İnan transferinden bu yana basın böyle bir yöntem buldu. "35 milyon Euroluk futbolcu", "27 milyon Euro'ya mal oldu", "Galatasaray servet ödeyecek", "Karabük'ün maliyeti Sneijder kadar etmiyor"... Bu bizim başbakanın 6 sıfır hesabı gibi aynı. Her gittiği yerden liradan 6 sıfır atıldığını anlatıyor ama söz yatırımlara gelince liradan 6 sıfır atılmamış haliyle sürekli trilyondan söz ediyor.
Az biraz samimi olun pezevengin evlatları. Bazı tipler vardır, karşısındakine bilenir bilenir bir bok söyleyemez, eleman ortamdan ayrıldığı an bir laf söyler "lafı nasıl çaktım ama" diye böbürlenir. Basının durumu da aynı. Ne söyleyecekseniz lafı ıvır kıvır yapmadan açık açık söyleyin. Yavşakça yorumlar, sahtekar tavırlarla olmuyor.
Melo tükürmüş. Amın evladı, aynı yorumu Meireles için neden yapmadın? İlk akşam hiçbiri haber yapmadı, derbide böyle bir olay yaşanmamış gibi davrandı. Mecbur kalmasalar, haberi görmezden gelirlerdi de, sike sike görmek zorunda kaldılar.
Memlekette 500 bin satan gazetenin genel yayın yönetmeni el üstünde tutuluyor, gazete 500 bini geçtiğinde kutlama telefonları geliyor.
Hangi ülkede? Nüfusu 80 milyona dayanmış Türkiye'de. Oturup ağlayacağına, herif zafer kazanmış komutan gibi ortalarda dolanıyor.
Hah işte! Bu gazeteler neden bu kadar satıyor, neden ülke insanı gazeteciler için "abi işiniz yalan dolan" diyor? Şu yukarıda gördüğümüz örnekler için.
Bak hep söylüyorum. Bugün başbakanın götünü yalayan bütün adamları, hafızanızın bir kenarına koyun. O koltuktan indikten daha 10 gün geçmeden, göt yalayan adamlar neler söyleyecek neler.
Bu ülkede laf söylerken dikkat edeceksin. Ülkenin alayı sahtekar çünkü. Düşündüğünü dile getirmez, aklındakini diline yansıtmaz. Yansıtınca da 'orospu çocuğu' diye arkandan atıp tutarlar.
Şu ülkenin gazetecilerinin yüzde 95'inin yüzüne tükürmeye bile değmez. Karaktersizlik, genel karakterleri çünkü.
Melo'ya ilişkin de şunları söyleyeyim. Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil. Her tuzum var diyene koşuyor yavşak. Sahanın neresinde bir karmaşa var, bu herif orada. Lan, sen zaten mimlisin, sahada yangın çıksa, siktir git soyunma odasına. Umarım kadro dışı bırakılır, zaten formayı da hak ettiğini kimse söyleyemez. Bütün sezon dişe dokunur tek faydası Elazığ'da penaltı kurtarması oldu. Bir an önce sözleşmesinin feshedilmesi dileğiyle.
Yardımcı Cem Satman'ı da, kırmızı kart kararından ötürü kutlamak gerekir. Hemen önünde Gökhan Süzen'in, Hamit'e dirseğini görmüyor ama Melo'nun tükürüğünü çok daha uzakta tespit ediyor.
Böyle buyurdu büyük başkan!
"Tribün ortamı sakin, barışcıl olamaz. Maça gelenlerin içlerinde taşkınlık ve isyan var. Onları kontrol etmek çok zor. “Sebo” diye bir reisimiz var. Onu çok severiz. Tribünde reisin ve bizim koyduğumuz kurallar kayıtsız şartsız uygulanır. Kuralları bozanın cezası kesilir. Herkes tribün aleminin ağır cezalarının olduğunu bilir. Bir taraftar için en büyük ceza sevdiği takımın maçını izleyememektir." Oğuz Altay
"Bir holding düşün, sahibi sensin. Başına bir CEO atamak istiyorsun. Neticede holding çalışanları o CEO’yu sevse de sevmese de kabul etmek zorunda kalır. Ama tribün bunu kabul etmez. O yüzden hepsi beni seviyor. 36 senedir tribünde Galatasaray için mücadele ediyorum. Saygı duyuyorlar. Reisin işaret ettiği kişi ben olduğum için başkan benim." Oğuz Altay
Canınız sıkıldı, kafanız bozuldu, “Bu maça gitmeyeceğim” deseniz kaç kişi gitmez?
"Bizim tribün gitmez." Oğuz Altay
Şu yukarıda söylenenlerin hepsi ibretlik cümleler. Reisin koyduğu kurallara kayıtsız şartsız uyulması, konulan kuralları bozanlara ceza kesilmesi, reisin işaret edip birilerinin başkan seçilmesi, istenilen kişinin tribüne sokulmaması gibi. İş öyle bir raddeye gelmiş ki, bir taraftar grubu değil de, TT Arena'nın sahibi konumuna yükselmiş eleman.
Bu ülkenin en başat problemlerinden biri 'biat' kültürüdür. O yüzdendir ki, Türkiye'den çıkmış 'lider'lerin pek çoğu, bu sorundan ötürü 'lider' olur. Ülkenin başındaki herif, insanlara kaç çocuk yapması gerektiğini öğütlüyor, ne yemesi gerektiğini işaret ediyor, nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin ahkâm kesiyor, nasıl protesto edileceğini anlatıyor vs. vs.
Bu biat kültürünün tribündeki yansıması da işte bu adamlar. Zorbalıkla, vandallıkla, eşkiyalıkla insanları hizaya getirdiklerini açık açık söylüyor, kimse de bundan rahatsız olmuyor. Şu açıklamaları İngiltere'de, Almanya'da, Fransa'da yapmış olsa, hakkında soruşturma başlatılmış, değil tribün rüzgâr türbini bile göremezdi. Ama işte burası Türkiye ve zorbalık her zaman en geçer yol. Örnek istiyorsan, günümüz iktidarına ve uygulamalarına bak.
Bu röportajla ilgili kimse kılını kıpırdatmayacak, spor programları bu herifi bilirkişi gibi yine canlı yayınlara bağlayacak, bu herif Galatasaray Kulübü Başkanı ve yöneticileriyle rahat rahat görüşme yapacak, tribünde istedikleri gibi adam dövecekler, istedikleri gibi olmayanları tehdit edecekler.
Kafaya bak amına koyayım. Canı sıkıldı mı, tribünleri maça gitmezmiş. İyi siktirin gidin kendinize Ultraslangücü diye bir takım kurun, canınız sıkıldığında maça gidin, istemediğinizi tribüne almayın. Ama o takımın ismi Galatasaray'sa sikerler sizin keseceğiniz cezayı.
Bu ülkede futboldan soğumak için yüzlerce neden var ama hiçbirisi taraftar grubu denen asalaklar gibisi değil. Çarşısı, GençFB'si, Ultraslan'ı, otu boku hepsi aynı bokun soyu. Kulüplerin kanserli parçaları, asalaklarından başka bir şey değiller. 20 yıl önce kapıda bilet dilenen adamlardan, birinin otoparkı var, ötekinin restoranı var, berikinin altında Mercedes var, varoğlu var.
Hiçbir şey yapmayacaksın, sadece bu yavşakların 20 yıllık banka hesaplarını incelemeye alacaksın. Ak götü, kara götü o zaman görürüz.
Lan her şeyi geçtim, Levent'te tenis kulübünde 2 çocuk babası bir insana "Çocukların babasız mı büyüsün?" diyen bir adam şu açıklamaları yapan herif. Bunu söyleyen yavşak sokakta elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor, televizyonlarda boy gösteriyor, hiçbir suç unsuru taşımamasına karşın elinde pankart olan gencecik çocuk aylarca cezaevinde yatıyor. Böyle ülkenin gelmişini geçmişini sikeyim.
Tribün kültürüymüş! İtliğin, zorbalığın adına 'kültür' deniyor. Sorduğun zaman da, soğukta beklemiş, yağmurda, çamurda, karda desteklemiş, kavga etmiş, satırların arasına dalmış. Sen karda beklerken, itlik yapmayan taraftarın üstünde güneş açıyor, huriler üzüm yediyor sanki.
Başkanlar, yöneticiler şerefsiz olmasa, bu herifler böyle elini kolunu sallaya sallaya dolaşamazlar. Bu yavşaklarla görüştükleri, bunların cebini doldurdukları, tribünde hakimiyet sağlamalarına olarak verdikleri için.
Ayrıca reis ne lan! Bu kadar tiksinti verici bir sıfat olamaz. Takalar götünüze girsin.
Canınız çok sıkılsa da, siktirip gitseniz şu tribünlerden ne güzel olur.