6 Haziran 2013
Apolitizm neden bu kadar övülüyor?
Türkiye'de çok uzun zamandan bu yana ilk kez kitleler sokaklara çıktı. İktidar, polis gücünü kullanarak kitleleri sokaktan uzak tutma çabasına girerken, sermaye de olan biteni görmezden gelerek, her zamanki gibi iktidarın dizinin dibinde bekledi.
Amaç, her zamanki gibi insanları gaza ve copa boğarak, "sokaklara çıkarsanız sonunuz bu olur" mesajını vermekti. Polis sokaklarda şiddet skalasını yükselttikçe, karşısında daha fazla sayıda insan bulmaya başladı. Şiddet arttıkça, basın daha fazla duymazdan geldi, yaşananları gözlerden ırak tutmaya çabaladı. Taksim'de Gezi Parkı'nda 30-40 kişilik eylem, onlarca şehirde milyonlarca kişinin katılımına dönüştü.
Bugüne dek alışılagelmiş yöntemlerle halka saldıran ve saldırılan karşısında 3 maymunu oynayan sermaye-iktidar ikilisinin en büyük yanılgısı, yaşadığımız devrin iletişim çağı olmasıydı. Medya polis vahşetini gözlerden kaçırmaya çabaladıkça daha da battı. Çünkü elinde akıllı telefon olan herkes muhabir, herkes kameraman, herkes editör oldu. Birkaç gün sonra takke düşüp kel görünmeye başlayınca, polis şiddetiyle bu işin çözülemeyeceğini anladılar ve başka bir yol haritası çıkarttılar.
İktidar özür diledi, olanı biteni yangından mal kaçırır gibi gizleyen medya özür diledi, banka müdürleri, büyük şirket sahipleri "ben de çapulcuyum" dedi, polisin şirin (!) olduğunu gösteren birtakım videoalar ve fotoğraflar ortaya çıkmaya başladı, "arkadaşlar, eylemlerimiz hedefini buldu lütfen evlerimize dönelim" diyen birileri türedi, eylemlerin naiflikten (o ne demekse artık) çıktığını çıkmaya başladığı vurgulandı vs. vs.
Tüm bunların nedeni, gerek iktidarın, gerekse de sermayenin köşeye sıkıştığıdır. Bunların hiçbirini beklemiyorlardı. Biraz gaz, biraz copla insanların evlerine döneceği beklentisindeydiler. Medya da, nasılsa bu ülkede herkes balık hafızalı, birkaç gün sonra unutulur gider diye düşünmüştü. Yoksa denge arayışları açıklamaları hikayeden ibaret. Sen mesleğinin gereğini yerine getirmeyeceksin, sonra dengeden bahsedeceksin, yalanın kuyruklusu.
Medya, pazartesi gününden itibaren olaylara kayıtsız kalamayacağını anladı elbette. Fakat bu kez başka bir ses yükseltmeye başladılar. "Ahh ne güzel çocuklarsınız siz, hiçbiri politik değil" diye apolitizme övgüler yağdırılıyor. Açın bakın, bugün anaakım medyada, köşe sahiplerinin hepsinin yazılarının ana fikri bu. 12 Eylül'den sonra politikadan uzak tuttukları gençler işlerine geliyordu. Ülkenin genç nesli, ucuz işgücü ve tüketim toplumunun sürekliliğini sağlamaktan başka bir işe yaramamalı.
"Olaylar siyasallaşmamalı" diyenler, çok net gerizekalıdır. Pek çok siyasi baskı ve otoriter rejime karşı çıkan insanların sokakta bulunma nedeni zaten siyasidir. Sokağa çıkan gencin, hiçbir siyasi partiye oy vermemiş olması, siyasi oluşumlarla bağı olmaması, onların siyasi fikirleri olmadığı anlamına gelmez. Sokaktaki genç, onyıllardır siyasetten uzak tutulduğu gibi, kendisini ifade edebilecek bir siyasi oluşum ya da partiyi karşısında bulamıyor. Tamamı düzenin sürekliliğinden yana, eski, köhne, devletçi yapıya sıkı sıkıya tutunmuş partilerin hiçbiri onlara cazip gelmiyor, hepsi bu.
Genç neslin politize olmasını ne sermaye ne de iktidar (iktidardan kastım salt Akp değil, tüm düzen partileri) istemiyor. Kurdukları sistemin, kendileri için tıkır tıkır işleyen düzenin bozulması, onları da yerinden oynatacaktır. Deprem gibi düşünün. Fay hattı alttan alta kırılıyor sürekli. Binaları yeniden yapılandırmazsan, er ya da geç o deprem olacak ve binalar çökecek. İşte şu an olan, tam da bu. Fay hattı kırılıyor, depremin olabilirliğini gördüler. Kendilerine çekidüzen vermezlerse, çöküşü olacaktır. O yüzden, sermaye-iktidar aynı ağızdan "özür dileriz" diye tempo tutuyor.
Örgütsüz hiçbir gücün ayakta kalabilmesi mümkün değil. Dünyada bir tane bile örneği yoktur örgütsüz gücün, kazanım elde ettiği. Polisin Taksim'den çekilmesi, kazanım değildir, Bülent Arınç'ın özür dilemesi kazanım değildir, basın-yayın kuruluşlarının özür dilemesi kazanım değildir. Bunların hepsi zaten olması gerekenler. Medyanın yapması gereken, yaşananları göstermektir, çıkıp üç canlı yayın yapınca, "Nasıl da dize geldiler" diye övünmek aptallıktır. Polisin normal şartlarda olmaması gereken yerden gitmesi "Direndik ve kazandık" şeklinde nitelendirilemez.
Evet duvar yazıları harika, pek çoğu acayip komik, insanların espri anlayışlarına ve zekalarına şapka çıkartmak lazım, 'asla birlikte olmaz' denilen kitlelerin biraraya gelip mücadele etmesi insana umut veriyor ama hiçbir şey bitmedi, tam tersi bu süreçten pek çok ders çıkartmak gerekiyor.
Mücadele etmek, hayatımıza kimsenin karışmamasını, herkesin istediği gibi yaşamasını, özgürlüklerimizin tehdit edilmemesini istiyorsak örgütlü olmak ve örgütlü mücadele etmek şart. Olması gerekenleri kazanım olarak kabul etmek, yenilgiye Pollyanna gözüyle bakmaktan başka bir şey değil.
Hayatımıza empatiyi biraz daha fazla sokmak durumundayız. 2013 yılında İstanbul'un, Ankara'nın, Adana'nın, İzmir'in, Hatay'ın göbeğinde yaşananları, iletişim çağında göstermeyenlerin, '80'li '90'lı yıllarda Güneydoğu'da neleri bizlerden kaçırdığını, bizlere ne yalanlar söylediğini oturup düşünmek lazım.
Bugüne dek, ne saçma ve boktan şeyler için didiştiğimizi, birbirimize hangi sudan sebeplerden düşman olduğumuzu, oturup tahlil etmemiz gerekir. Tepemizde filler tepişirken, niçin çimen olarak kalmayı seçtiğimiz konusunda kafa yormamız lazım.
Şu süreç akıllı yürütülmediği taktirde, AKM de yıkılacaktır, Gezi Parkı da kalmayacaktır, polis başka bir eylemde yine aynı biçimde saldıracaktır, derelere HES'ler yine kurulacaktır, Devlet Tiyatroları da kaldırılacaktır, heykellere ucube de denecektir, alkol de yasaklanacaktır vs. vs. Ama tüm bunlar zamana yayılarak yapılacaktır.
Şu an sıcak patatesi kimse elinde tutmak istemiyor, elden ele atılıyor. Hiç merak etmeyin patates soğuduktan sonra elden ele dolaşması için herkes can atacak. Bekledikleri şey soğuması.
Sermaye apolitizasyon övgüleri matah bir şey olmasından ötürü kaynaklanmıyor. Politize olan gençler ve örgütlü kitleler en büyük korkuları. Korkularının gerçekleşmesi de, en büyük kabusları.