Frank Rijkaard, Türkiye'ye geldiği günlerde "Ama ama, o Sparta Rotterdam'da başarısız olmuştu. Hem daha kendini kanıtlamadı. Türkiye'ye kendisini kanıtlamaya geldi" türünden deli saçması birçok şey duyduk, okuduk.
Daha sezonun başı. Rijkaard'lı Galatasaray 5 resmi maçta; 10 Netanya, 3 Gaziantep, 4 Denizli ve 5'i de Talinn'e olmak üzere 22 gol atmış.
Yorumlar ufak ufak değişmeye başlasa da, halen Rijkaard'ın teknik direktörlük vasıfları inceden inceye eleştiriliyor. Argüman "Ama Galatasaray daha ciddi bir rakiple oynamadı" ya da "İşler şimdi iyi gidiyor ama ya ters giderse? O zaman Rijkaard'ın nasıl bir hoca olduğunu göreceğiz."
Sanırım, kimden söz ettiğimizi anlamamış insanlar var. Futbolculuk ve teknik direktörlük kariyerini hep en üst düzey kulüplerde yaşamış bir adamın Türkiye'de olduğunu anlayamıyoruz. Kabullenilmemiş olsa da Barcelona'yı 5 yıl çalıştıran bir teknik direktörden söz ediyoruz.
Eleştirenler, -bel altı eleştiriler- istiyor ki, Rijkaard gelsin, masalarına konuk olsun, oturup birlikte konuşabilsinler. Ortaköy Camii önünde elinde Türk bayrağı ile poz versin istiyorlar, Türk milli marşında sanki söylüyormuş gibi ağzını hareket ettirsin, evinin kapılarını açsın onlar da rahatça görüntülesinler.
Aslında istenen bunlar. Yani sığ, yapış yapış bir ilişki kurulsun aralarında. Bunun içindir ki Türkiye'ye gelen birtakım teknik direktörlere karşı önyargılı davranırken, bir başkasına "En iyi seçim o. Türkiye'yi ondan iyi bilen teknik direktör yok. 'X' takımın en büyük transferi teknik direktörü" derken, Rijkaard gibilerinin kariyerini sorgulayabiliyorlar.
İsteniyor ki, enseye tokat muhabbetler edebilsinler, her telefonu açtıklarında konuşsunlar. Hatta Rijkaard kendisi sürekli televizyonlara, gazetelere çıkıp konuşsun ki; her çok konuşan insanın yaptığı gibi saçmalasın ve rahat rahat giydirilebilsin.
Bu yüzden bu ülkede, "Türk teknik adamlara yeteri kadar şans tanınmıyor" safsatasıyla yıllardır, sayıları 10'u geçmeyen yetersiz yerli malı hocalar para kazanıyor. Çünkü onlar, tam istenilen düzeydeki insanlar. Vur ensesine, al lokmasını türünden adamlar. O tipte olmayanlar zaten sistem tarafından çabucak eleniveriyor. Biraz asi, biraz sert mizaçlı biri olursa, yok olup gidiyorlar.
Bakmayın bu ülkede Fatih Terim'e duyulan saygıya. İçi boş, balon bir saygı, tamamen mecburiyetten. Terim'in ayağı biraz kaysa -kişisel olarak sevmem- bakın nasıl çullanıverirler üstüne.
Medyanın iki yıldır en sevimli ve en şirin oyuncağı Bülent Uygun'du. Kimse istemeden, zorlamadan patar patır konuştu. Konuştukça battı, konuştukça saçmaladı. Çok kısa zamanda haddini, huhudunu aşan onlarca açıklama yaptı. Geleceği noktayı bundan sonra daha rahat görebilirsiniz. Az iş yapıp, çok konuşan ve ego havuzunda yüzen arkadaş daha sezonun başında sportif olarak tokat yedikçe yiyor. Sesi soluğu kesildi.
Rijkaard, bu ülkeye gelmiş en düzgün ve kariyer açısından en iyi teknik adamlardan biridir. Başarılı olur ya da olmaz; bu apayrı bir konu. Her insan her yerde başarılı olmayabilir; sadece futbolda değil hayatta garantisi olmayan bir olgu.
Tabii ki, eleştirilmeyecek değil, eleştirilecek yanları bulunabilinir. Ancak eleştirirken, mesleki isteklerin dışına geçmek gerekir. Kimse Rijkaard'dan cami önü poz istemesin çünkü göremez. Çünkü birileri Nou Camp'a bilet bulmaya zorlanırken, 5 yıl boyunca o kulübede oturmuş bir adamdan söz ediyoruz.
Çok güzel bir yazı olmuş abi tebrikler.
YanıtlaSil"Ama Galatasaray daha ciddi bir rakiple oynamadı" ya da "İşler şimdi iyi gidiyor ama ya ters giderse? O zaman Rijkaard'ın nasıl bir hoca olduğunu göreceğiz."
Sen bunu deyince aklıma geçenlerde Banu Yelkovan bunun hakkında çok güzel bir yazı yazmıştı,o geldi.Çpk güzel bir yazı,seninkine paralel.Okumak istersen.Linki;
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=949205&Yazar=BANU%20K.%20YELKOVAN&Date=18.08.2009&CategoryID=103