Fenerbahçe kulübünün hastasıyım, değerleri açısından. Sakatlanan futbolcularına pazar sepeti muamelesi yapıyorlar. Pek çok örneği var; Washington, Appiah, Edu, Luciano, Hooijdonk...
Sahada oynarken, ilahlaştırılan adamlar birdenbire ıskarta durumunu düşüyor sakatlandıktan sonra. Bugün Alex ya da Lugano'nun ayağı kırılsa (böyle bir dileğim yok, sakın yanlış anlaşılmasın. umuyorum gayet sağlıklı bir biçimde futbol yaşamlarını sürdürürler) yarın mukavelelerini feshederler sonra da Kapıkule Sınır Kapısı'ndan şutlarlar.
Yapılan iş terbiyesizlik olmakla birlikte aynı zamanda da çok aşağılıkça bir tavır. Bu adamlar oynadıkları zaman formalarını en iyi şekilde terletmiş, takımlarının başarısı için gözünü budaktan sakınmamışlardır.
Vahşi kapitalizmin en iyi vücut bulduğu kulüp bu sebeple Fenerbahçe. Muhtemelen bu kararları alan adamlar, şirketlerinde çalışanlarına da benzer davranışlarda bulunuyorlar. Sözün ona, "Türkiyenin saygın iş adamları".
Bu gidenlerin ortak noktalarından biri de, gittikten sonra arkadan sallamaları. Galatasaray'da 'vefa', Fenerbahçe'de 'sevgisizlik' tartışmaları yaratılır, sık biçimde. İçini bilemem ama dışarıdan baktığım zaman, sadece şu yukarıda vuku bulan olayların olduğu yerde sevginin olabileceğini sanmam.
Ha, Fenerbahçe'de yok, Galatasaray'da var mı? Olduğunu sanmıyorum, en azından başarılı oldukları zaman, her şey yolundayken varmış gibi gösterilebilinir ama işler sarpa sardığında o sevgi yok olur gider.
ALEX, FENERBAHÇE'NİN OLUMLAYICISI
Neyse söyleyeceğim bu değildi zaten. Fenerbahçe'de 'sevgisizlik' kavramı ortaya ne zaman ortaya atılsa Alex imdada yetişiyor. Bu gibi durumlarda Alex hemen "Biz de her şey yolunda" türünde açıklama yapıyor.
Aslında tartışılan her konuda, Alex kullanılıyor. Taraftarın en sevdiği isim tabii. O ne derse, taraftar ona göre dinginleşir. (Yazının bu kısmını unutmayacağım, Alex gittiği gün neler söyleyecek büyük bir merak içindeyim)
Zaten genel bir tavır var böyle Fenerbahçe kulübü ve etrafında. Daha postun mürekkebi bile kurumadı. Gökhan Ünal konusunda "Ama bakın şimdi nasıl birdenbire Türkiye'nin en değerli golcüsü oluverecek" ifadesinde bulunmuştum. Rıdvan Dilmen, Gökhan için "Güiza ile birlikte Türkiye'de stoperlerin arkasına en iyi koşu yapan futbolcusu" ifadesini kullanmış.
Tahmin ettiği ve beklediğim bir şeydi. Bu ligde Sercan, Baros, Bobo gibi arkaya koşu yapan çok iyi isimler varken, Güiza-Gökhan Ünal ikilisi aniden 'en iyi ikili' oluveriyor.
RIDVAN'DAN, SEMİH'İN İPİNİN ÇEKİLDİĞİ CÜMLE
Üstelik Rıdvan tarafından daha önce en az yüz kere kullanılan "Semih Türkiye'nin en iyi santraforu" cümlesi hâlâ hafızalardayken Gökhan Ünal'ın gelişinin ne denli önemli olduğunu vurgulamak için "Fenerbahçe’de bence en uygun oyuncu alındı. Semih’in geçirdiği sakatlıklar sonrası eski formunu yakalamaması" denebiliyor.
Gazetecilerin sık sık kullandığı "Bilmem kimin konuşmasının şifresi" vardır ya, işte Semih'in de sezon sonu Fenerbahçe'de kalmayacağının şifresidir bu cümle.
Bu anlamda 'Yalan Rüzgârı' gibi bir kulüp Fenerbahçe. Kişilerin, insanların miadı var. Bir nevi kâğıt mendil. Kullan-at. Sadece Hooijdonk'a bile yapılanlar her şeyin kanıtıdır.
Dün gecede bu takımın forveti semih abi diyor rıdvan bu ülkede birşey yapınca kralsın yapmayınca bir hiçsin makyevelist olmayalım diyoruz ama çoktan öyle bir toplum olmuşuz biliyorum çok çok geçmiş bir yazı ama hala geçerliliğini koruyor.
YanıtlaSil