7 Ocak 2011
Efes kararından yola çıkarsak....
29 Eylül 2009'da şöyle bir post atmışım.
Bugün çıkan karar çok önceleri gelmişti. Bunun en büyük örneği, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'a verilen Ülker ve yan sanayi isimleriydi. Bunu o gün içine sindiren, o gün kabullenen, herkes bugün verilen kararın sorumluluğunu da üstünde taşıyor.
Amatör şubelerine aktarmayıp, boktan futbolcular için 5-10 milyon doları gözden çıkartan yöneticiler, kulüp başkanları "Ülker, Cafe Crown, Cola Turka" gibi isimleri kendilerine sus payı olarak veren İslami şirkete ses çıkartmayarak, sistemin nasıl işleyeceğini gayet iyi biliyorlardı.
Birkaç yıldan bu yana özellikle Fenerbahçe Ülker ve Efes Pilsen arasındaki çekişmenin temel nedeni Efes Pilsen'in spor ve sanattan tamamen çıkartılmasıydı.
Bazı arkadaşlar kusura bakmasın ama "Biz bloğa siyaset karıştırmayız" diye garip bir savunma içine girip, suya sabuna dokunmadan -suçlamak adına söylemiyorum ama tabii ki reklam endişesi yüzünden- hayatına devam etme mantığıyla benzer bir şey Efes Pilsen sonucuna gelinmesi.
Bazen, "Lan oğlum sana ne, isteyen istediğini yazsın" içsesiyle karşılaşsam da, bu ülkede olup biten karşısında oturduğu yerden salt futbol geyiği çevirenler; dizi, film, sinema üçgeninde yazılardan başka içerik taşımayan lifestyle tarzı yazanlar da dahil olmak üzere, sözün özü Türkiye sınırlarında yaşanan yüzlerce çarpıklığa, yolsuzluğa, rant düzenine, tombullaşan amca ve teyzelere hiç ses çıkartmayan herkes şunu bilmeli ki, yarın yazacak tek bir mecra bile bulamayacaksınız.
Öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek yok. Bundan 10 yıl önce bu ülkede televizyon kapatma yetkisi bir başbakana verilse yer yerinden oynardı. Bundan 15 yıl önce ekmeğe, benzine yapılan her zam manşetlerde koca puntolarla yer alırdı. Bundan 10 yıl önce yolsuzluklar karşısında televizyonlar, gazeteler hep bir ağızdan yayınlar yapardı.
Artık içimize sinip sinmemesini bırakın, hayatımızın doğal süreci haline geldi tüm bunlar. Ülkede onlarca yolsuzluk var, ülkenin neredeyse bütün büyük KİT'leri satılmış, eğitim özelleştirilmiş, devlet üniversitelerinin ortadan kaldırılıp tamamen paralı hale gelmesinin adımları atılıyor, bir halkın yarısı dilenci haline getirilmiş, ancak ve ancak yardımlarla yaşayabilir hale gelmişse ve biz oturduğumuz yerden futbol geyiğinden başka bir şey yapmıyorsak, kusura bakmayın ama tüm bu olan bitende sorumluluk sahibiyiz demektir.
Hadi, "12 Eylül sonrası gençlerin apolitize olması anlaşılır bir durum" diyelim. İyi de, apolitize olmak beraberinde gerizekâlı olmayı mı getiriyor?
Bugün Efes Pilsen'i spordan, sanattan geri çektirirler, yarın alkollü içecekler yasaklanır, diğer gün başbakan ya da bir bakan istediği televizyonu kapatır, ertesi gün televizyonlara, gazetelere 'Bunları yazacaksınız' diye direktifler gelir, başka bir gün sokağa çıkma yasağı gelir v.s. v.s. Bir bakmışsın ülkedeki tüm sosyal yaşantı değişivermiş.
İlginç olan bunların hiçbiriyle zerre kadar ilgilenmememiz ve her şeyin gözümüzün önünde olup bitmesi.
Valla ne zaman uyanırsınız bilmiyorum ama şundan gayet eminim, bugün yaptığınız futbol geyiklerini bile yapacak mecra bulamayacak noktaya geleceksiniz. Şu ülkede, futbolun konuşulduğunun yüzde biri kadar hayattan konuşmaya başlasak, pek çok şeyin değiştirmeye gücümüz olduğunu göreceğiz ama...
Bu ülkeye, bu topraklara karşı sorumluluklarımız var. Bu kadar ülkeden ve ülke gerçeklerinden kopuk olmayı nasıl başarılıyor bilmiyorum ama şunun gayet iyi farkındayım, Türkiye'de var olan rezil sistem, başka bir rezil sisteme evriliyor, gözümüzün önünde. Ya onurlu bir biçimde karşı geliriz ya Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray gibi onursuzca üstümüze Cafe Crown, Cola Turka, Ülker formaları giyeriz.
Garip bir yolla anlattım sanki ama anlattım gibi geldi bana.
Osmanlı'da eşcinsel padişah kaynıyordu
Bu ülkeyi anlayabilmek mümkün değil. Ekonomik olarak ağzımıza sıçılmış, her hak arayana biber gazı, polis tekmesi ve tazyikli suyla saldırılır, dünyanın en pahalı benzinini kullanırız, yediğimiz peynir, içtiğimiz sütün fiyatı 10 günde bir zamlanır hiçbir boka ses çıkarmayız ama en anlamsız şeylere tepki gösteririz.
Show TV'de 'Muhteşem Yüzyıl' diye bir dizi yayınlanmış. Yayınlandığı günden beri tepki vermeyen kalmadı. Yayınlandığı günden bu yana ajanstan her gün tepki haberleri geliyor.
Sendikalardan, sivil toplum örgütlerine siyasi olarak hangi görüşe mensup olduğu belli olan birtakım kişiler, padişahların ve hakanların reyting uğruna küçük düşürülmeye çalışıldığını, kadehlerde şarap içerek, toplumun ahlakının bozulmaya çalışıldığına yönelik protesto eylemleri düzenliyor.
Lan bu toplumun ahlakı sanki var da, bir diziyle ahlakımız kaybolacak. Olmayan şey, nasıl kaybolacak acaba?
İşin bu islami-milliyetçi söylemi daha aptalca. Osmanlı padişahları -halifeler- nasıl olur da eşcinsel olurmuş! Öncelikle biseksüel olduklarını söylemek lazım. Bu adamların, erkeklerle birlikte olması, kendilerinin büyük padişahlar olmadığı anlamına gelmiyor. Ama öte taraftan da Osmanlı'da hiçbir padişahın bu tip ilişkiye girmediğini söylemek de komik oluyor.
Olmadığını varsayanlar, saraydaki iç oğlanlarının ne iş yaptığını, Fatih'in gazellere düşmüş Veyis hayranlığını, enderundan seçilen gençlerin özellikle yakışıklı ve fiziği düzgün çocuklardan seçilmesini, 4. Murat ve Musa Melek Çelebi arasındaki ilişkiyi filan iyi araştırması gerekir.
Din üstünden kutsanan Osmanlı İmparatorluğu'nun ve onun imparatorlarının hiç alkol almamış olması, hiçbir biçimde eşcinsel ilişkiye girmemiş olması savı, dini bütün Osmanlı hayranlarının vicdani mastürbasyonundan ibarettir.
Bunu sadece Osmanlı'ya da indirgememek gerekir. Tarihteki tüm büyük imparatorluklarda ve devletlerde görülmüştür. Ama tabii İngiliz'den ibne olur Osmanlı'dan delikanlı çıkar, bizdeki embesil mantık gereği.
Şu aptal tarihsel böbürlenmelerden, gurur ve övünç vesilelerinden kurtulmak gerekir. Geçmişten aptalca bir biçimde gurur duyacağına, bugün gurur duyman gereken şeyleri yapmaya çalış. Bir diziye takılmak, "tarihimize saldırıyorlar" teranelerini bir kenara bırakmak zamanı.
Senin, bugün yaşadığın ülkede dalgalandırdığın bayrağın ne kadar bağımsızlık barındırdığını otur tartış. "Padişahtan eşcinsel olmaz" diyeceğine, halkının yarısının dilenci gibi yaşamasına karşı çık. "Halifeler şarap içmezdi" gibi saçma sapan tartışmalar yerine; topraklarının, fabrikalarının, karayollarının, köprülerinin satılmasına isyan et.
Ahlakımız bozulmuşmuş! Lan senin ülkenin insanı, inşaatta eşek sikiyor, ne ahlakı!
Kabul etsinler ya da etmesinler, padişahlar da çatır çatır vuruşuyordu oğlanlarla. Adamların cinsel tercihleri, onların imparatorluğuna halel getirmez.
Bırakın hamaseti de, ülkenin can yakıcı sorunlarıyla uğraşın.
Ne kadar sik kafalı, ne kadar homofobik bir toplumda yaşıyoruz lan! Ama tabii eşcinselliği 'hastalık' olarak kabul eden bir ülkenin fertleriyiz.
Eşeğe grup halinde tecavüz eden piçler
Muğla'nın Milas İlçesi'nde 4 adet orospu çocuğu, dağa götürdükleri eşeğe tecavüz etmişler.
Bu yavşaklar hadiseyi gruba çevirip, hayvancağızın ayağını bile kırmışlar, hadise esnasında. Puştların biri yakalanmış, diğer üçünü ise polis arıyormuş. Yaşlar 12 ila 32 arasında değişiyormuş. Hayvancağıza onlarca kez tecavüz edilmiş.
Ya hakikaten bu ülkede güzel haber almak ne kadar zor. Bu puştlar yakalandı diyorum ama adalet sistemi sağolsun (!) bir şey olmamış gibi aramıza salıverecek. Sonra bekleyeceğiz bunların eşekten, insana dikey geçiş yaptığı haberlerini almayı.
Kesmeyecek çünkü orospu çocuklarını eşeğe tecavüz etmek. Nasıl garip yaratıklarla iç içe yaşıyoruz?
Lan bu yaratıklarla aynı havayı almak, bunların da oy kullandığını bilmek bile beni huzursuz etmeye yetiyor.
Ya hakikaten yeter ama. Ülke ülke değil yavşak ordusuna döndü. Ah ulan elimde imkân olacak, bu orospu çocuklarını atlara siktirtirim yemin ediyorum.
Geçireceksin atı bunların önüne, sokacaksın götlerine o yarağı, götlerinden kan gelene kadar siktirteceksin bu piçleri.
Bizim hayatımız porno oldu, bir kulağımızın arkası kaldı
2006 ve 2008 yıllarında Adalet Bakanlığı'nın resmi verilerine göre, cezaevlerindeki doluluk oruna yüzde yüze yaklaştı. Şu rakamlar hadisenin geldiği boyutu çok daha iyi ortaya serecektir. -rakamlar 2008 yılından alınmıştır- "1000 kişi kapasiteli Ümraniye'de 1139, 1000 kişilik Metris'te 1600, 1880 kişilik Bayrampaşa'da 4 bin 159, 1350 kapasiteli İzmir Cezaeevi'nde 2 bin 405, 525 kapasiteli Adana'da 1361, 575 kapasiteli Bursa Cezaevi'nde 1328, 575 kapasiteli Gaziantep E Tipi Cezaevi'nde 1185, 324 kapasiteli İstanbul H Tipi Cezaevi'nde 859, 475 kapasiteli Mersin Cezaevi'nde 1321 kişi kalıyor."
Şu yukarına gördüğünüz rakamların tabii ki sosyolojik bir açılımı var. Her ekonomik ve iktisadi açıdan çöken ülkede suç ve suçlu oranının ciddi anlamda yükseldiğini görürüz. 2006 yılından bu yana Türkiye'de suç oranının yüzde 75'ler düzeyinde arttığını da bu sonucun ucuna eklersek. Cezaevlerinin tıklım tıklım olduğunu anlamamak için aptal olmak gerektiği sonucuna varırız.
Türkiye'de 7 yıllık Akp iktidarının gösterdiği bir gerçek var. O da; tüm toplumun kafasını bir yana çevirip, gerçekleştireceği eylemi bambaşka bir yerde yaparak, herkesin bataklığı konuşması gerekirken, sivrisinekleri tartıştırtmayı 'başarmasıdır'.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 102. Maddesi'nin yürürlüğe girdiği 31 Aralık 2010 tarihi aslında Türkiye'de örtülü bir "Kısmi Genel Af" yapıldığının resmidir.
Kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen, 22 Aralık 2000'de Rahşan Ecevit'in önerisiyle çıkarılan, devlete karşı işlenen suçlar dışındaki suçlara erteleme veya şartlı salıverme getiren yasa, 70 bin kişilik kapasitesi ağzına kadar dolan cezaevlerinde kalan mahkûm sayısını 40 bine düşürdüyse, 31 Aralık'taki CMK 102. madde de tıpkı Rahşat Affı gibi cezaevlerindeki doluluğu indirgemeye yöneliktir.
Adalet Bakanı her ne kadar yararlanacak tutuklu ve hükümlü sayısının bin 236 olduğunu söylese de, ortada öyle bir karmaşa var ki, sayının 40 bine yaklaşacağı olasılığı söz konusu. CMK 102. Madde ile af yolu açılmıştır, bunun devamı gelecektir, bundan emin olun. Cezaevlerini boşaltmalarının başka yolu yoktu, kendileri açısından.
Rakamlardan sıyrılıp, varolan duruma geldiğimizde işin Hizbullah'da kilitlenmesi, bütün tartışmanın Hizbullah tutuklu ve hükümlüleri üstünden devşirilmesine baktığımızda, derin devletin yarattığı ve beslediği katillerine saygısını görüyoruz.
Devletin yetkilileri tarafından bile derin devlet ve JİTEM bağlantılı olduğu açıkça itiraf Hizbullah'ın insanları telle boğan, domuz bağı yöntemiyle öldüren, kafalarına arkadan kurşun sıkıp, üstlerine beton döken katillerinin artık bizler gibi ortalarda dolanması, bu ülkede adaletin kimler için nasıl işlediğini apaçık ortaya seriyor.
Devlet adına kurşan sıkan Haluk Kırcı, Mehmet Ali Ağca, Ökkeş Kenger, Madımak katilleri gibi pek çok kişi bugün ortalarda dolanıyor. Unutmamak lazım, muhtemelen Minik Ogün de, bir yıl sonra aramıza karışacak.
Tüm bu isimlerin ortak özelliği, sistemin yarattığı katillerin, kısa sürede serbest kalmaları.
Bugün derin devletle savaştığını söyleyen iktidarın, topu Yargıtay'a atması ise fazlasıyla gülünç. Adalet reformu adı altında sadece Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu hamur gibi yoğurarak kendi istediği kıvama getirmekten başka bir şey yapmayanların derdinin aslında reform olmadığını bilmek isteyen herkes farkındaydı. Bu tıpkı "12 Eylül darbecilerini yargılayacağız, darbecilerle hesaplaşacağız" sözü gibi havada kalan, yalandan ibaret bir aldatmacadan başka bir şey değil.
Eli kanlı katillerle, aynı kaldırımları arşınlayacağız, aynı havayı soluyacağız, aynı denize bakacağız. Yani telle insanları boğup, üstüne beton atanlarla, şu yazıyı okuyan hayatında tek bir suça karışmamış bir insan arasında hiç fark yok, vicdanları dışında.
Biz hâlâ, üniversitede porno olur mu olmaz mı diye tartışaduralım. Birileri hayatımızı dibine kadar pornoya çevirip, ekonomik-sosyal-hukuksal alanda sikmediği tek bir noktamızı bile bırakmadı. Üniversitede porno olur mu, olmaz mı bilmiyorum ama sokakta pornonun daniskası var.
Uyuyadur Türkiye...