Çaykur Rizespor ve Fenerbahçe, yeni Rize Stadı'nın açılışı için bir maç yapıldı. Maçın önemi filan yok. Bu ülkede son zamanlarda iki stad yaptırıldı (ya da yenilendi) bu büyüklükte.
Biri Kayseri Kadir Has Stadı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün memleketi olan Kayseri yani.
Diğer bir stad ise Rize'ye yaptırıldı. Hani Başbakan Erdoğan'ın memleketi olan Rize. Tesadüfe bak sen!
Her iki ilde de alınan oy oranları, Türkiye'nin en yükseği. Hat-trick yapmak için Erzurum sırada. Neyse ki, onun bahanesi var. Üniversitelerarası Kış Spor Oyunları...
Oyun içinde oyun. Ver 'oy'unu, oyna 'oy'unu...
12 Ağustos 2009
Can Yücel anısına
Can Yücel'i kaybetmemizin üstünden 10 yıl geçti. Konuşmaya, yazmaya gerek yok, özledik o kadar işte...
AKDENİZ YARAŞIYOR SANA
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize
Hasan Şaş başkadır, Hakan Şükür başkadır
Hasan Şaş'ın 'Zaman' gazetesindeki röportajı sonrasında Galatasaray taraftarı ayaklandı. Herkes açıklamalara kızgın. "Aziz Yıldırım'ı nasıl över?", "O da Hakan Ünsal ve Hakan Şükür gibi çıktı".
Galatasaray taraftarı Hakan Şükür'ün evrildiği yıllardan bu yana, kendi içinde bir bölünmüşlük içinde. Aslında hikâye ta 12 Eylül sonrasına denk geliyor.
12 Eylül sonrası Türkiye'de ulus devlet anlayışının yerine oturtulmaya çalışılan milli kimliğin "müslümanlık" safsatası zamanla doğru bir kanıymışcasına ülkenin dört yanında, insanlara sinsi sinsi aşılandı.
Menderes'le başlayan, Demirel ve Özal'la birlikte tarikat ve cemaatlerin ülkenin çeşitli kurumlarına sızmaya başlamaları, futbolun da ülkede kitleselleşmesiyle futbola sıçradı.
Spor kulüplerine önce yönetim kadrolarında giren tarikat ve cemaatler, yönlendirmeler sonucunda futbol takımlarının kadrolarında söz sahibi olmaya başladılar. Paranın gücü, 20'li yaşların başındaki eğitimsiz-cahil ve okumamış gençleri de kendi etrafında toplamaya başladı tabii.
Herkes çok iyi biliyor ki, Galatasaray'ın ilk Feldkamp döneminden bu yana takım içinde oluşan -oluşturulan- Fethullahçı kadro, sarı-kırmızılı takımın içinde artık kimin oynayıp oynamayacağına karar veren mekanizmaya dönüştü. Tribünlerle arasını iyi tutan, medyayla sıkı ilişkiler kuran bu futbolcular teknik direktörlerin yollanması konusunda bile yönetimle pazarlığa girişebilir bir güce kavuştular zamanla.
Takıma gelen birçok yabancı futbolcunun erkenden gönderilmesi, takımda şans bulamaması, soyunma odalarında dönen tezgâhlar zaman zaman medyaya da yansımıştır zaten.
2000 yılında kazanılan UEFA Kupası sonrası, kendilerinde sonsuz kredi hakkı gören oyuncular, birer-ikişer Avrupa yolu tutarken, hemen hepsi çiftlik ortamını bulamadıkları Avrupa'dan döndüler. Gidenlerin bazıları, babalarının çiftliği olarak gördüğü Galatasaray'a dönerken, bazıları da kapıların kapanması sonucunda başka yerlere dağıldılar.
Şimdi gelelim esas konuya. Hasan Şaş ve Hakan Şükür'e yani. Hakan Şükür hakkında ne düşündüğümü az-çok yazmıştım zaten. O yazıda cemaatperver özelliklerine değinmeye gerek bulmamıştım ancak şimdi konu "Hasan Şaş da, Hakan Şükür gibi" düşüncesiyle çakışınca belirtmek gereğinde kaldım.
Çünkü Hasan Şaş, asla Hakan Şükür gibi olmamıştır. En azından benim için öyle olmamıştır. Hakan Şükür'e jübile teklif edilirken, Hasan Şaş'a takımdan ilişiğinin kesilmesi, posta yoluyla yapılmıştır. Hakan Şükür 36 yaşına kadar 2 kez takımdan ayrılıp gelmesine karşın, Hasan Şaş -büyük aptallık yaparak- hiç ayrılmamıştır takımdan.
Hakan Şükür, milli takım teknik direktörüyle jip için pazarlığa girişirken, Hasan Şaş pazarlıkların içinde olmamıştır. Hakan Şükür, takımda Fethullah Gülen hareketinin sözcülüğünü yaparken ve takım içinde bir örgütlenme kurarken, Hasan Şaş bu tip bir örgütlenme içinde olmamıştır.
Hakan Şükür, soyunma odasında olup bitenleri, gazeteci arkadaşlarına jurnallerken, Hasan Şaş, basınla arasını iyi bile tutmamıştır, hesap-kitap yaparak. Hakan Şükür, takım içindeki gençleri zorla cuma namazlarına götürürken, Hasan Şaş kimsenin ibadetine karışmamıştır.
Hakan Şükür, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan gibi siyasi figürler tarafından, Köşk'te ağırlanırken, Hasan Şaş siyasetin içine bu denli girmemiştir.
Hakan Şükür, her şeye kırılırken, Hasan Şaş kırgınlıklarını bugüne dek içine atmıştır. Hasan Şaş, tribünlerden ana-avrat küfür yerken, Hakan Şükür o tribünlerin sevgilisi olmayı başarmıştır, kimliği sayesinde.
Her şeyi üst üste koyacak olmasam bile, benim için Hasan Şaş başkadır, Hakan Şükür başkadır. İstatistiklere, verdiklerine baktığımda terazi kefesi başka ağırlığı gösterebilir ama adamlık sıfatlarına baktığımda Hasan Şaş'ı o teraziye koymam bile, Hakan Şükür'le birlikte.
Sadece şu açıklama bile, Hakan Şükür'ün, adamlık vasıflarıyla Hasan Şaş'tan ayrıldığını gösterir nitelikte: "Kutlu Doğum Haftası'na yakışır bir derbi olsun. Çocuklarımızı, gençlerimizi de Peygamberimiz'in hoşgörüsü etrafında hayata hazırlamalı, yaşantılarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Allah kime nasip ederse o kazansın"
Aktif hayatı devam eden bir futbolcunun, Diyanet İşleri'nin 12 Eylül sonrasında icat ettiği, hiçbir Müslüman ülkede kutlanmayan ve ülkedeki konjonktüre göre günü ve haftası değişen Kutlu Doğum Haftası ile Fenerbahçe-Galatasaray derbisine ilişkin açıklamaları bunlar. Yeteri kadar kirletilmiş futbol denen oyunda, oyun içinde oyun çeviren bir zihniyetin örneğidir Hakan Şükür.
Hasan Şaş'ın bu gönülde kredisi çok vardır. Bitmez, tükenmez. Varsın kızsınlar aslanıma, varsın tukaka desinler...
Galatasaray taraftarı Hakan Şükür'ün evrildiği yıllardan bu yana, kendi içinde bir bölünmüşlük içinde. Aslında hikâye ta 12 Eylül sonrasına denk geliyor.
12 Eylül sonrası Türkiye'de ulus devlet anlayışının yerine oturtulmaya çalışılan milli kimliğin "müslümanlık" safsatası zamanla doğru bir kanıymışcasına ülkenin dört yanında, insanlara sinsi sinsi aşılandı.
Menderes'le başlayan, Demirel ve Özal'la birlikte tarikat ve cemaatlerin ülkenin çeşitli kurumlarına sızmaya başlamaları, futbolun da ülkede kitleselleşmesiyle futbola sıçradı.
Spor kulüplerine önce yönetim kadrolarında giren tarikat ve cemaatler, yönlendirmeler sonucunda futbol takımlarının kadrolarında söz sahibi olmaya başladılar. Paranın gücü, 20'li yaşların başındaki eğitimsiz-cahil ve okumamış gençleri de kendi etrafında toplamaya başladı tabii.
Herkes çok iyi biliyor ki, Galatasaray'ın ilk Feldkamp döneminden bu yana takım içinde oluşan -oluşturulan- Fethullahçı kadro, sarı-kırmızılı takımın içinde artık kimin oynayıp oynamayacağına karar veren mekanizmaya dönüştü. Tribünlerle arasını iyi tutan, medyayla sıkı ilişkiler kuran bu futbolcular teknik direktörlerin yollanması konusunda bile yönetimle pazarlığa girişebilir bir güce kavuştular zamanla.
Takıma gelen birçok yabancı futbolcunun erkenden gönderilmesi, takımda şans bulamaması, soyunma odalarında dönen tezgâhlar zaman zaman medyaya da yansımıştır zaten.
2000 yılında kazanılan UEFA Kupası sonrası, kendilerinde sonsuz kredi hakkı gören oyuncular, birer-ikişer Avrupa yolu tutarken, hemen hepsi çiftlik ortamını bulamadıkları Avrupa'dan döndüler. Gidenlerin bazıları, babalarının çiftliği olarak gördüğü Galatasaray'a dönerken, bazıları da kapıların kapanması sonucunda başka yerlere dağıldılar.
Şimdi gelelim esas konuya. Hasan Şaş ve Hakan Şükür'e yani. Hakan Şükür hakkında ne düşündüğümü az-çok yazmıştım zaten. O yazıda cemaatperver özelliklerine değinmeye gerek bulmamıştım ancak şimdi konu "Hasan Şaş da, Hakan Şükür gibi" düşüncesiyle çakışınca belirtmek gereğinde kaldım.
Çünkü Hasan Şaş, asla Hakan Şükür gibi olmamıştır. En azından benim için öyle olmamıştır. Hakan Şükür'e jübile teklif edilirken, Hasan Şaş'a takımdan ilişiğinin kesilmesi, posta yoluyla yapılmıştır. Hakan Şükür 36 yaşına kadar 2 kez takımdan ayrılıp gelmesine karşın, Hasan Şaş -büyük aptallık yaparak- hiç ayrılmamıştır takımdan.
Hakan Şükür, milli takım teknik direktörüyle jip için pazarlığa girişirken, Hasan Şaş pazarlıkların içinde olmamıştır. Hakan Şükür, takımda Fethullah Gülen hareketinin sözcülüğünü yaparken ve takım içinde bir örgütlenme kurarken, Hasan Şaş bu tip bir örgütlenme içinde olmamıştır.
Hakan Şükür, soyunma odasında olup bitenleri, gazeteci arkadaşlarına jurnallerken, Hasan Şaş, basınla arasını iyi bile tutmamıştır, hesap-kitap yaparak. Hakan Şükür, takım içindeki gençleri zorla cuma namazlarına götürürken, Hasan Şaş kimsenin ibadetine karışmamıştır.
Hakan Şükür, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan gibi siyasi figürler tarafından, Köşk'te ağırlanırken, Hasan Şaş siyasetin içine bu denli girmemiştir.
Hakan Şükür, her şeye kırılırken, Hasan Şaş kırgınlıklarını bugüne dek içine atmıştır. Hasan Şaş, tribünlerden ana-avrat küfür yerken, Hakan Şükür o tribünlerin sevgilisi olmayı başarmıştır, kimliği sayesinde.
Her şeyi üst üste koyacak olmasam bile, benim için Hasan Şaş başkadır, Hakan Şükür başkadır. İstatistiklere, verdiklerine baktığımda terazi kefesi başka ağırlığı gösterebilir ama adamlık sıfatlarına baktığımda Hasan Şaş'ı o teraziye koymam bile, Hakan Şükür'le birlikte.
Sadece şu açıklama bile, Hakan Şükür'ün, adamlık vasıflarıyla Hasan Şaş'tan ayrıldığını gösterir nitelikte: "Kutlu Doğum Haftası'na yakışır bir derbi olsun. Çocuklarımızı, gençlerimizi de Peygamberimiz'in hoşgörüsü etrafında hayata hazırlamalı, yaşantılarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Allah kime nasip ederse o kazansın"
Aktif hayatı devam eden bir futbolcunun, Diyanet İşleri'nin 12 Eylül sonrasında icat ettiği, hiçbir Müslüman ülkede kutlanmayan ve ülkedeki konjonktüre göre günü ve haftası değişen Kutlu Doğum Haftası ile Fenerbahçe-Galatasaray derbisine ilişkin açıklamaları bunlar. Yeteri kadar kirletilmiş futbol denen oyunda, oyun içinde oyun çeviren bir zihniyetin örneğidir Hakan Şükür.
Hasan Şaş'ın bu gönülde kredisi çok vardır. Bitmez, tükenmez. Varsın kızsınlar aslanıma, varsın tukaka desinler...
O bir 'oligark' patron: Roman Abramoviç
Chelsea'nin sahibi Rus işadamı Roman Abramoviç'in sıfırdan zirveye çıktığı hayat hikayesi...
24 Ekim 1966'da Rusya'nın Saratov şehrinde doğan Roman Arkadyeviç Abramoviç şu anda İngiltere'de yaşayan en zengin kişi kabul ediliyor. Ağustos 2007 tarihli Forbes dergisine göre 18.7 milyar dolarlık serveti bulunuyor.
Rusya'da Çukotka bölgesinin daimi valisi ünvanını elinde bulunduran Abramoviç 2000 yılında seçildiği bu pozisyon için seçimden önce bölgede kendi cebinden 1 milyar dolardan fazla harcama yaptı.
HEM ÖKSÜZ HEM YETİM
Aslen Litvanyalı Yahudi bir aileden gelen Abramoviç'in büyük annesiyle büyük babası Sibirya'ya sürgüne gönderilmişti. Bir yaşındayken annesini 3 yaşındayken de babasını kaybeden Abramoviç öksüz ve yetim olarak büyüdü. Çocukluğu amcasının ailesinin yanında ve daha sonra büyükannesinin yanında geçti.
Askerliğini yaptıktan sonra Moskova Devlet Oto Transport Enstitüsü'ne kaydoldu. Ama burayı bitirmeden iş hayatına atıldı ve daha sonra Moskova Hukuk fakültesinden derece aldı.
İŞ HAYATI
1980'lerde Gorbaçov'un özel küçük işletmelerin açılmasına izin veren düzenlemesinden sonra ticari faaliyetlere başladı. 1992 ile 1995 arasında beş ayrı şirket kurmuştu. 1995'te Boris Berezovski ile birlikte Sibneft adlı büyük bir petrol şirketinin kontrol hisselerini ele geçirdi. Bu satış işlemi sırasında yolsuzluk yapıldığı ve şirket hisselerinin aslında olması gereken piyasa değerinin altında satıldığı söylenir.
1990'lar boyunca Abramoviç iş ortağı Eugene Shvidler ile sahip oldukları Millhouse Capital adlı yatırım şirketi aracılığıyla pek çok önemli şirketin hisselerini ve yönetimini ele geçirdi. Sieft adlı petrol şirketinin Gazprom'a satışından 13 milyar dolar kazandılar ve bunu yeni yatırımlar için kullandılar. Örneğin; Rusya'nın en büyük çelik şirketi Evraz Grup'un yüzde 41 hissesini aldılar.
2004 yılında İşviçreli dedektifler delil yetersizliği nedeniyle bir davanın peşini bıraktıklarında 4.8 milyar dolarlık bir sahtekarlığın izini sürmekteydiler. IMF'nin Rusya'ya verdiği borcun büyükçe bir kısmının Abramoviç'in kasasına girdiğinden şüphelenilmekteydi. ABD ve Rusya bu konuda bazı delilleri gizlediler. Dolayısıyla IMF fonlarıyla Abramoviç arasındaki bağlantı herhangi bir şekilde kanıtlanamadı.
SİYASİ HAYATI
1999'da Abramoviç Rusya parlementosu Duma'ya seçildi. Seçim bölgesi Çukotka Otonom bölgesi, Rusya'nın uak doğusundaki fakir bir bölgeydi. Abramoviç burada 'Umut Direği' adlı bir sosyal yardım projesi başlatarak Çukotka halkına bilhassa çocuklara büyük oranlarda yardım sağladı.
2000 yılında bu bölgenin valisi seçildi ve bu bölgede bir kolej, bir hastane, bir kreş ve oteller yaptırdı. Havaalanını yeniledi, pek çok kasaba ve şehirdeki okulları onarımdan geçirdi.
Sibneft adlı petrol şirketi için burayı bir vergi cennetine çevirerek bölge ekonomisini kalkındırmak için burada petrol aramaları başlattı. Normalde görev süresi 2005 yılında doluyordu ve bir dahaki dönem valiliğe aday olmayacağını açıklamıştı. Ancak Başkan Putin kanunları değiştirdi ve özerk bölge valilerinin seçimle değil atamayla geleceklerini ilan etti. 21 Ekim 2005 tarihinde de Abramoviç'i bölge valisi olarak atadı. Bu görevi hala devam etmektedir.
CHELSEA'Yİ SATIN ALIYOR
Abramoviç Haziran 2003'te Chelsea klübünün kontrol hisselerinin sahibi oldu. Bu klüpte karar kılmadan önce muhtemelen satın alabileceği diğer klüpler hakkında da araştırma yapmıştı. Bu anlaşmayal İngiltere'de birden popüer odu. 2008 Şubat'ına kadarki dönemde klübe 587 milyon sterlinlik yatırım yaptı.
Satın aldığı sırada büyük mali sıkıntılar yaşayan Chelsea'yi dünya çapında ticari bir markaya dönüştürmek yolunda büyük adılar atılmasına önayak olan Abramoviç, aradan geçen sürede Chelsea'nin büyük başarılara imza atmasını sağladı.
Abramoviç'in Chelsea klübüyle olan ilişkisinin Avrupa futbolcu piyasasını altüst ettiği yaygın olarak söylenmektedir. Kulübe katkısının ne olacağı üzerinde fazla düşünmeden olağanüstü yüksek rakamlarla kendi istekleri doğrultusunda transferler yapmaya kalkan Abramoviç, 2005 yılında Milan kulübüne Shevchenko'yu almak için 89.9 milyon sterlinlik rekor bir miktar teklif etmişti. Shevchenko 2006'da nihayet Chelsea'ya geldi ama sadece 30 milyon sterlin karşılığında…
West Ham United oyuncusu Glen Johnson için de benzer bir 'aşırı ödeme' söz konusuydu. 2005 yılının sonunda Chelsea 140 milyon sterlin zarardaydı. Yıllar içinde bu zarar azaltılsa da 2010 yılından önce Chelsea'nin kara geçmesi beklenmiyor.
Chelsea'nin hemen her maçını izleyen Abramoviç'in maç sırasında yaptığı heyecanlı hareketler, Chelsea taraftarlarınca 'kulübe yönelik bir sevgi gösterisi' olarak algılanmaktadır. Maçlardan sonra futbolcuları soyunma odasına da eldiği ve bu yüzden Jose Mourinho ile arasında tartışmlar çıktığı yolundaki dedikodular basına yansıyınca 20 September 2007'de Jose Mourinho bir açıklama yaptı ve kulüp yönetimiyle vardıkları anlaşma sonucu Chelsea’den ayrıldığını bildirdi.
Mourinho sonrası, Avram Grant, Scolari ve Hiddink'le çalışan Abramoviç, en sonunda Carlo Ancelotti'de karar kıldı. Bu macera nasıl sonuçlanacak merak konusu...
24 Ekim 1966'da Rusya'nın Saratov şehrinde doğan Roman Arkadyeviç Abramoviç şu anda İngiltere'de yaşayan en zengin kişi kabul ediliyor. Ağustos 2007 tarihli Forbes dergisine göre 18.7 milyar dolarlık serveti bulunuyor.
Rusya'da Çukotka bölgesinin daimi valisi ünvanını elinde bulunduran Abramoviç 2000 yılında seçildiği bu pozisyon için seçimden önce bölgede kendi cebinden 1 milyar dolardan fazla harcama yaptı.
HEM ÖKSÜZ HEM YETİM
Aslen Litvanyalı Yahudi bir aileden gelen Abramoviç'in büyük annesiyle büyük babası Sibirya'ya sürgüne gönderilmişti. Bir yaşındayken annesini 3 yaşındayken de babasını kaybeden Abramoviç öksüz ve yetim olarak büyüdü. Çocukluğu amcasının ailesinin yanında ve daha sonra büyükannesinin yanında geçti.
Askerliğini yaptıktan sonra Moskova Devlet Oto Transport Enstitüsü'ne kaydoldu. Ama burayı bitirmeden iş hayatına atıldı ve daha sonra Moskova Hukuk fakültesinden derece aldı.
İŞ HAYATI
1980'lerde Gorbaçov'un özel küçük işletmelerin açılmasına izin veren düzenlemesinden sonra ticari faaliyetlere başladı. 1992 ile 1995 arasında beş ayrı şirket kurmuştu. 1995'te Boris Berezovski ile birlikte Sibneft adlı büyük bir petrol şirketinin kontrol hisselerini ele geçirdi. Bu satış işlemi sırasında yolsuzluk yapıldığı ve şirket hisselerinin aslında olması gereken piyasa değerinin altında satıldığı söylenir.
1990'lar boyunca Abramoviç iş ortağı Eugene Shvidler ile sahip oldukları Millhouse Capital adlı yatırım şirketi aracılığıyla pek çok önemli şirketin hisselerini ve yönetimini ele geçirdi. Sieft adlı petrol şirketinin Gazprom'a satışından 13 milyar dolar kazandılar ve bunu yeni yatırımlar için kullandılar. Örneğin; Rusya'nın en büyük çelik şirketi Evraz Grup'un yüzde 41 hissesini aldılar.
2004 yılında İşviçreli dedektifler delil yetersizliği nedeniyle bir davanın peşini bıraktıklarında 4.8 milyar dolarlık bir sahtekarlığın izini sürmekteydiler. IMF'nin Rusya'ya verdiği borcun büyükçe bir kısmının Abramoviç'in kasasına girdiğinden şüphelenilmekteydi. ABD ve Rusya bu konuda bazı delilleri gizlediler. Dolayısıyla IMF fonlarıyla Abramoviç arasındaki bağlantı herhangi bir şekilde kanıtlanamadı.
SİYASİ HAYATI
1999'da Abramoviç Rusya parlementosu Duma'ya seçildi. Seçim bölgesi Çukotka Otonom bölgesi, Rusya'nın uak doğusundaki fakir bir bölgeydi. Abramoviç burada 'Umut Direği' adlı bir sosyal yardım projesi başlatarak Çukotka halkına bilhassa çocuklara büyük oranlarda yardım sağladı.
2000 yılında bu bölgenin valisi seçildi ve bu bölgede bir kolej, bir hastane, bir kreş ve oteller yaptırdı. Havaalanını yeniledi, pek çok kasaba ve şehirdeki okulları onarımdan geçirdi.
Sibneft adlı petrol şirketi için burayı bir vergi cennetine çevirerek bölge ekonomisini kalkındırmak için burada petrol aramaları başlattı. Normalde görev süresi 2005 yılında doluyordu ve bir dahaki dönem valiliğe aday olmayacağını açıklamıştı. Ancak Başkan Putin kanunları değiştirdi ve özerk bölge valilerinin seçimle değil atamayla geleceklerini ilan etti. 21 Ekim 2005 tarihinde de Abramoviç'i bölge valisi olarak atadı. Bu görevi hala devam etmektedir.
CHELSEA'Yİ SATIN ALIYOR
Abramoviç Haziran 2003'te Chelsea klübünün kontrol hisselerinin sahibi oldu. Bu klüpte karar kılmadan önce muhtemelen satın alabileceği diğer klüpler hakkında da araştırma yapmıştı. Bu anlaşmayal İngiltere'de birden popüer odu. 2008 Şubat'ına kadarki dönemde klübe 587 milyon sterlinlik yatırım yaptı.
Satın aldığı sırada büyük mali sıkıntılar yaşayan Chelsea'yi dünya çapında ticari bir markaya dönüştürmek yolunda büyük adılar atılmasına önayak olan Abramoviç, aradan geçen sürede Chelsea'nin büyük başarılara imza atmasını sağladı.
Abramoviç'in Chelsea klübüyle olan ilişkisinin Avrupa futbolcu piyasasını altüst ettiği yaygın olarak söylenmektedir. Kulübe katkısının ne olacağı üzerinde fazla düşünmeden olağanüstü yüksek rakamlarla kendi istekleri doğrultusunda transferler yapmaya kalkan Abramoviç, 2005 yılında Milan kulübüne Shevchenko'yu almak için 89.9 milyon sterlinlik rekor bir miktar teklif etmişti. Shevchenko 2006'da nihayet Chelsea'ya geldi ama sadece 30 milyon sterlin karşılığında…
West Ham United oyuncusu Glen Johnson için de benzer bir 'aşırı ödeme' söz konusuydu. 2005 yılının sonunda Chelsea 140 milyon sterlin zarardaydı. Yıllar içinde bu zarar azaltılsa da 2010 yılından önce Chelsea'nin kara geçmesi beklenmiyor.
Chelsea'nin hemen her maçını izleyen Abramoviç'in maç sırasında yaptığı heyecanlı hareketler, Chelsea taraftarlarınca 'kulübe yönelik bir sevgi gösterisi' olarak algılanmaktadır. Maçlardan sonra futbolcuları soyunma odasına da eldiği ve bu yüzden Jose Mourinho ile arasında tartışmlar çıktığı yolundaki dedikodular basına yansıyınca 20 September 2007'de Jose Mourinho bir açıklama yaptı ve kulüp yönetimiyle vardıkları anlaşma sonucu Chelsea’den ayrıldığını bildirdi.
Mourinho sonrası, Avram Grant, Scolari ve Hiddink'le çalışan Abramoviç, en sonunda Carlo Ancelotti'de karar kıldı. Bu macera nasıl sonuçlanacak merak konusu...