21 Ağustos 2009
İnceden benzeriz birbirimize
Bugün öğlen seansında izlerken gördüm. Norveç'in ünlü ciritçisi Andreas Thorkildsen ile Uğur Uçar inceden benzemiyor mu birbirine?
Rijkaard ve Ortaköy Camii pozu
Frank Rijkaard, Türkiye'ye geldiği günlerde "Ama ama, o Sparta Rotterdam'da başarısız olmuştu. Hem daha kendini kanıtlamadı. Türkiye'ye kendisini kanıtlamaya geldi" türünden deli saçması birçok şey duyduk, okuduk.
Daha sezonun başı. Rijkaard'lı Galatasaray 5 resmi maçta; 10 Netanya, 3 Gaziantep, 4 Denizli ve 5'i de Talinn'e olmak üzere 22 gol atmış.
Yorumlar ufak ufak değişmeye başlasa da, halen Rijkaard'ın teknik direktörlük vasıfları inceden inceye eleştiriliyor. Argüman "Ama Galatasaray daha ciddi bir rakiple oynamadı" ya da "İşler şimdi iyi gidiyor ama ya ters giderse? O zaman Rijkaard'ın nasıl bir hoca olduğunu göreceğiz."
Sanırım, kimden söz ettiğimizi anlamamış insanlar var. Futbolculuk ve teknik direktörlük kariyerini hep en üst düzey kulüplerde yaşamış bir adamın Türkiye'de olduğunu anlayamıyoruz. Kabullenilmemiş olsa da Barcelona'yı 5 yıl çalıştıran bir teknik direktörden söz ediyoruz.
Eleştirenler, -bel altı eleştiriler- istiyor ki, Rijkaard gelsin, masalarına konuk olsun, oturup birlikte konuşabilsinler. Ortaköy Camii önünde elinde Türk bayrağı ile poz versin istiyorlar, Türk milli marşında sanki söylüyormuş gibi ağzını hareket ettirsin, evinin kapılarını açsın onlar da rahatça görüntülesinler.
Aslında istenen bunlar. Yani sığ, yapış yapış bir ilişki kurulsun aralarında. Bunun içindir ki Türkiye'ye gelen birtakım teknik direktörlere karşı önyargılı davranırken, bir başkasına "En iyi seçim o. Türkiye'yi ondan iyi bilen teknik direktör yok. 'X' takımın en büyük transferi teknik direktörü" derken, Rijkaard gibilerinin kariyerini sorgulayabiliyorlar.
İsteniyor ki, enseye tokat muhabbetler edebilsinler, her telefonu açtıklarında konuşsunlar. Hatta Rijkaard kendisi sürekli televizyonlara, gazetelere çıkıp konuşsun ki; her çok konuşan insanın yaptığı gibi saçmalasın ve rahat rahat giydirilebilsin.
Bu yüzden bu ülkede, "Türk teknik adamlara yeteri kadar şans tanınmıyor" safsatasıyla yıllardır, sayıları 10'u geçmeyen yetersiz yerli malı hocalar para kazanıyor. Çünkü onlar, tam istenilen düzeydeki insanlar. Vur ensesine, al lokmasını türünden adamlar. O tipte olmayanlar zaten sistem tarafından çabucak eleniveriyor. Biraz asi, biraz sert mizaçlı biri olursa, yok olup gidiyorlar.
Bakmayın bu ülkede Fatih Terim'e duyulan saygıya. İçi boş, balon bir saygı, tamamen mecburiyetten. Terim'in ayağı biraz kaysa -kişisel olarak sevmem- bakın nasıl çullanıverirler üstüne.
Medyanın iki yıldır en sevimli ve en şirin oyuncağı Bülent Uygun'du. Kimse istemeden, zorlamadan patar patır konuştu. Konuştukça battı, konuştukça saçmaladı. Çok kısa zamanda haddini, huhudunu aşan onlarca açıklama yaptı. Geleceği noktayı bundan sonra daha rahat görebilirsiniz. Az iş yapıp, çok konuşan ve ego havuzunda yüzen arkadaş daha sezonun başında sportif olarak tokat yedikçe yiyor. Sesi soluğu kesildi.
Rijkaard, bu ülkeye gelmiş en düzgün ve kariyer açısından en iyi teknik adamlardan biridir. Başarılı olur ya da olmaz; bu apayrı bir konu. Her insan her yerde başarılı olmayabilir; sadece futbolda değil hayatta garantisi olmayan bir olgu.
Tabii ki, eleştirilmeyecek değil, eleştirilecek yanları bulunabilinir. Ancak eleştirirken, mesleki isteklerin dışına geçmek gerekir. Kimse Rijkaard'dan cami önü poz istemesin çünkü göremez. Çünkü birileri Nou Camp'a bilet bulmaya zorlanırken, 5 yıl boyunca o kulübede oturmuş bir adamdan söz ediyoruz.
Daha sezonun başı. Rijkaard'lı Galatasaray 5 resmi maçta; 10 Netanya, 3 Gaziantep, 4 Denizli ve 5'i de Talinn'e olmak üzere 22 gol atmış.
Yorumlar ufak ufak değişmeye başlasa da, halen Rijkaard'ın teknik direktörlük vasıfları inceden inceye eleştiriliyor. Argüman "Ama Galatasaray daha ciddi bir rakiple oynamadı" ya da "İşler şimdi iyi gidiyor ama ya ters giderse? O zaman Rijkaard'ın nasıl bir hoca olduğunu göreceğiz."
Sanırım, kimden söz ettiğimizi anlamamış insanlar var. Futbolculuk ve teknik direktörlük kariyerini hep en üst düzey kulüplerde yaşamış bir adamın Türkiye'de olduğunu anlayamıyoruz. Kabullenilmemiş olsa da Barcelona'yı 5 yıl çalıştıran bir teknik direktörden söz ediyoruz.
Eleştirenler, -bel altı eleştiriler- istiyor ki, Rijkaard gelsin, masalarına konuk olsun, oturup birlikte konuşabilsinler. Ortaköy Camii önünde elinde Türk bayrağı ile poz versin istiyorlar, Türk milli marşında sanki söylüyormuş gibi ağzını hareket ettirsin, evinin kapılarını açsın onlar da rahatça görüntülesinler.
Aslında istenen bunlar. Yani sığ, yapış yapış bir ilişki kurulsun aralarında. Bunun içindir ki Türkiye'ye gelen birtakım teknik direktörlere karşı önyargılı davranırken, bir başkasına "En iyi seçim o. Türkiye'yi ondan iyi bilen teknik direktör yok. 'X' takımın en büyük transferi teknik direktörü" derken, Rijkaard gibilerinin kariyerini sorgulayabiliyorlar.
İsteniyor ki, enseye tokat muhabbetler edebilsinler, her telefonu açtıklarında konuşsunlar. Hatta Rijkaard kendisi sürekli televizyonlara, gazetelere çıkıp konuşsun ki; her çok konuşan insanın yaptığı gibi saçmalasın ve rahat rahat giydirilebilsin.
Bu yüzden bu ülkede, "Türk teknik adamlara yeteri kadar şans tanınmıyor" safsatasıyla yıllardır, sayıları 10'u geçmeyen yetersiz yerli malı hocalar para kazanıyor. Çünkü onlar, tam istenilen düzeydeki insanlar. Vur ensesine, al lokmasını türünden adamlar. O tipte olmayanlar zaten sistem tarafından çabucak eleniveriyor. Biraz asi, biraz sert mizaçlı biri olursa, yok olup gidiyorlar.
Bakmayın bu ülkede Fatih Terim'e duyulan saygıya. İçi boş, balon bir saygı, tamamen mecburiyetten. Terim'in ayağı biraz kaysa -kişisel olarak sevmem- bakın nasıl çullanıverirler üstüne.
Medyanın iki yıldır en sevimli ve en şirin oyuncağı Bülent Uygun'du. Kimse istemeden, zorlamadan patar patır konuştu. Konuştukça battı, konuştukça saçmaladı. Çok kısa zamanda haddini, huhudunu aşan onlarca açıklama yaptı. Geleceği noktayı bundan sonra daha rahat görebilirsiniz. Az iş yapıp, çok konuşan ve ego havuzunda yüzen arkadaş daha sezonun başında sportif olarak tokat yedikçe yiyor. Sesi soluğu kesildi.
Rijkaard, bu ülkeye gelmiş en düzgün ve kariyer açısından en iyi teknik adamlardan biridir. Başarılı olur ya da olmaz; bu apayrı bir konu. Her insan her yerde başarılı olmayabilir; sadece futbolda değil hayatta garantisi olmayan bir olgu.
Tabii ki, eleştirilmeyecek değil, eleştirilecek yanları bulunabilinir. Ancak eleştirirken, mesleki isteklerin dışına geçmek gerekir. Kimse Rijkaard'dan cami önü poz istemesin çünkü göremez. Çünkü birileri Nou Camp'a bilet bulmaya zorlanırken, 5 yıl boyunca o kulübede oturmuş bir adamdan söz ediyoruz.
Arda'ya yasak, sempatik Rambo'ya serbest
Gaziantepspor maçının bitiminde sahaya terlikleri ile giren Arda'ya ihtar cezası verilmişti, yanılmıyorsam.
Bu hafta Fenerbahçe-Sivasspor maçında sahaya akli dengesi bozuk bir Fenerbahçeli girdi. Ben mi görmedim yoksa bu konu kapandı mı?
Hayır, eğer girmek serbestse, bu hafta Kayseri maçında oyuna dalasım var. Elemanların hepsini bir kucaklayayım.
Ashley Cole maden buldu
İngiltere Milli Takımı'nda da forma giyen Chelsea'nin sol beki Ashley Cole takımıyla 4 yıllık yeni bir sözleşme imzaladı.
Yeni sözleşmesiyle bir servete de konan Ashley Cole, haftalık 120 bin sterlin karşılığında 4 yıl daha Londra temsilcisinde forma giyecek.
Barcelona ve Real Madrid'in de transfer listesinde yer alan İngiliz futbolcu, 74 kez milli takım formasını giydi.
Diktatörler yalnız ölür
Aslında kendi kendime bir karar almıştım. Aziz Yıldırım hakkında yazmamak konusunda ama şu fotoğrafı görünce dayanamadım.
Sion maçında bir Galatasaray formalı, imza için yanına gelmiş. Surat ifadesi her şeyi anlatıyor.
Aziz Yıldırım'ın anlamadığı ve algılayamadığı şey şu olmalı: Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımız, Türkiye'deki gibi görmüyor olayları. O yüzden Galatasaray formasını üstüne giyip, Fenerbahçe'sini desteklemek için stada geliyor.
Çünkü bir sonraki gün, İsviçreli arkadaşlarını kızdıracak, belki usta başını, belki de patronunu. Onun için onur kaynağı Fenerbahçe'nin kazanması, tuttuğu takımın renklerinden bağımsız olarak.
Bir imza vermek bu kadar zor mu? Ya da sanki karşısında tiksinti verici biri varmışcasına suratının bu ifadeyi alması, çok mu mantıklı. Diktatörler yalnız ölür, hatırlayan olmaz. Yazık gerçekten de.
Bu arada Fenerbahçe'yi de tebrik etmek gerekir, 2-0 kazandıkları için. Keşke Hamburg'taki finalin adı Fenerbahçe-Galatasaray olsa, Adnan Polat sarı-lacivert formayla gelse, Aziz Yıldırım da sarı-kırmızı formayla. Kazanan Türk futbolu olsa.
Sion maçında bir Galatasaray formalı, imza için yanına gelmiş. Surat ifadesi her şeyi anlatıyor.
Aziz Yıldırım'ın anlamadığı ve algılayamadığı şey şu olmalı: Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımız, Türkiye'deki gibi görmüyor olayları. O yüzden Galatasaray formasını üstüne giyip, Fenerbahçe'sini desteklemek için stada geliyor.
Çünkü bir sonraki gün, İsviçreli arkadaşlarını kızdıracak, belki usta başını, belki de patronunu. Onun için onur kaynağı Fenerbahçe'nin kazanması, tuttuğu takımın renklerinden bağımsız olarak.
Bir imza vermek bu kadar zor mu? Ya da sanki karşısında tiksinti verici biri varmışcasına suratının bu ifadeyi alması, çok mu mantıklı. Diktatörler yalnız ölür, hatırlayan olmaz. Yazık gerçekten de.
Bu arada Fenerbahçe'yi de tebrik etmek gerekir, 2-0 kazandıkları için. Keşke Hamburg'taki finalin adı Fenerbahçe-Galatasaray olsa, Adnan Polat sarı-lacivert formayla gelse, Aziz Yıldırım da sarı-kırmızı formayla. Kazanan Türk futbolu olsa.
3 İngiliz'le Levadia Talinn maçına dair
Stattan yeni eve gelmiş bulunuyorum. Biraz nefes aldıktan sonra 3 İngiliz'le olan Galatasaray-FC Levadia Talinn maçına dönüş yaptım.
İngilizlerle birlikte yaklaşık 2 saat kuyrukta bitap düştükten sonra, stadın içine girdiğimizde dakika 13'tü. Muhtemelen, kulüp tarafından fazla sayıda bilet basıldı. Çünkü biz içeri girdiğimizde, dışarıda halen 2 bin insan vardı.
Onları en çok Kewell'ın oyuna girmesi ve gol atması sevindirdi. Maçın sonunda yorumlarını aldığımızda "İnişlerle çıkışlarla, kesinlikle atmosfer İngiltere'deki maçlardan daha iyi" sözünü duyduk. Hem eğlendiler, hem de artık Galatasaray'ın 3 yeni taraftarı oldu.
Kendi deyimleriyle Türkiye'deki stad atmosferine "10 üzerinden 10" verdiler. Birçok tezahürata eşlik etttiler. Unutmadan Galatasaray Store'a sokup 2 mor bir de parçalı forma aldırdık.
Gelelim maça. Galatasaray, çok yakında parçaların birbirini tamamladığı bir makineye dönecektir. Tabii futbolda kesin konuşmamak gerekir ama son yıllarda izlediğim en iyi Galatasaray. Kimse rakibin kolay olduğu teranesini anlatmasın.
Eskilerin dediği gibi "Olacak oğlak bokundan belli olur." Bu Galatasaray, sonuç ne olursa olsun, izlerken, en fazla zevk veren takım konumunda şu anda.
1- İlk bunu söylemem gerekir. Geçtiğimiz günlerde Gürcan Bilgiç'in Keita hakkındaki yorumu aklıma geldi maçta. Oturup izlemiş midir Keita'yı merak ediyorum. İzlediyse bundan sonra nasıl bir yorum yapacak onu daha çok merak ediyorum.
90 dakika boyunca yerinde durmadı. Geriye gelip top kaptı, rakibe pres yaptı, rakibin sol kanadını felç etti, 2 de gol attı. Daha ne yapabilir hiç bilmiyorum. Eğer sakatlanmazsa ve zaman zaman sahadaki kişisel oyununa engel olursa, durdurulması çok güç bir oyuncu olur.
2- Hücum gücü inanılmaz güçlü sarı-kırmızılıların. Maç başında ileride izlediğimiz Aydın-Baros-Keita üçlüsünden Aydın ve Baros oyundan çıkınca maç sonunda ileri üçlüde Arda-Kewell-Keita yer aldı.
Elano'nun oyuna girmesinden sonra Arda sol tarafa kaydırıldı, Aydın çıktıktan sonra da solda oynayan Kewell ileri üçlünün ortasında yer aldı. Bir de bunlara Nonda eklenirse, hücum silahlarının ne denli etkili olduğunu görebiliyoruz.
3- Baros sezona tutuk başladı, öyle de gidiyor. Penaltı golünde topun başına Keita gelirken, bu kez Arda Denizlispor maçının tersine Baros'un kullanmasını istedi.
Golün kendine geldiği söylenemez ama geçtiğimiz yılki Baros'tan daha kötü durumda.
4- Sahanın her yerinde pas yapan, bilinçli oynayan ve topu gereksiz şişirmeyen bir Galatasaray izledik. Belki büyük bir iddia olabilir ama Türkiye liginde topa sahip olma açısından hiçbir maçta geride kalmaz Galatasaray. Olsa olsa, 2-3 maç. Sadece o kadar.
5- Gaziantepspor ve Denizlispor maçlarından farklı olarak, bugün daha fazla yardımlaşma vardı takımda. İleriyi görme açısından son derece olumlu. Ayhan ve Mustafa Sarp'ın yalnızlıkları biraz daha azalmış gibi görünüyor.
6- Uzun yıllardan sonra duran toplarda çok etkili bir takım izliyoruz. Ne zamandır frikik golüne aç taraftarlar, Keita'nın köşeye giden topuyla -ki Elano'nun de etkili kullandığını biliyoruz- yeni bir dönemin başladığının farkına daha iyi vardılar.
7- İster Fenerbahçeli olun, ister Beşiktaşlı, isterseniz Adanademirsporlu ama Galatasaray'ı izleyin derim. Eğer gerçek futbolseverseniz bu takım izlenir.
8- Galatasaray tribünlerindeki bölünmüşlük umuyorum ileride zarar verici konuma ulaşmaz. Eski Açık ve kapalı tribün maç boyunca sidik yarışı yaptılar.