8 Mart 2010

İstikrarsız futbol can sıkıyor

Sezon boyunca izlediğim en kötü Galatasaray'dı sanırım. Puan alması bile mucizeydi, zaten alamadı da.

Geçen haftaki şaaşalı Kasımpaşa maçı sonrasında ağızlara bir parmak çalınan bal, bu hafta Eskişehir'de zehir oldu adeta.

Şampiyonluk yarışında elbette böylesi kazalar olacaktır ancak bir takımın 7 gün arayla siyahla-beyaz gibi değişim göstermesi anlaşılır bir durum değil.

Maç daha başladığı andan itibaren, içimdeki ses "Beraberliğe razıyım" diye bas bas bağırıyordu. Sabri'nin sakarlıkları, Servet'in Neill'ın yanındaki uyumsuzluğu, Mehmet Topal'ın her zaman olduğu gibi ayağına dolaştırdığı toplar ve Arda'nın siniri maçın gidişatı hakkında gayet iyi fikir veriyordu.

Eskişehirspor'da Rıza Çalımbay, Ümit Karan ve Mehmet Yılmaz'la birlikte Galatasaray'ın kale sahası önünde yapacağı pas trafiğini aksatma planı yenilen ilk golde gayet iyi sonuç verdi. Her ne kadar Koray topu gayet net bir biçimde eliyle almış olsa da Mehmet Topal'ın ayak dışıyla verdiği pas, futbol akademilerinde ders niteliği oluşturacak cinsteydi.

Futbol oynamış herkesin bileceği üzere, defanstan top çıkartırken ayak dışıyla pas verilmez. Ancak Mehmet Topal, bu sene bunu bir alışkanlık haline getirdi. Hayır, sorun şu; Xavi, Lampard, Carrick gibi adamlar bile böylesi paslar denemezken, niye denenir bu, merak ederim. Mehmet Topal, Avrupa Şampiyonası ardından benim hatırladığım hiçbir maçta iyi bir performans sergileyemedi. Bu yaştaki adamlar ileriye gideceğine, Türkiye'de garip biçimde sürekli geriye doğru gidiyor.

İkinci gol, zaten bir baskın anında geldi. Kimse ne olduğunu anlayamadan Koray, örümcek ağı operasyonu düzenledi, eh Leo Franco da önde olunca, tertemiz oluverdi Galatasaray'ın kalesinin köşeleri.

Galatasaray'ın orta sahası neredeyse her pozisyonda bir nevi Kapalıçarşı gibiydi; gelenin gidenin haddi hesabı olmadı. Hedefi olan takımların orta alanları bu kadar rahat geçilmemeli ve geçilmez de. Birkaç maçtan bu yana bunu tekrarlıyorum ama yine söyleyeceğim; Galatasaray'ın ciddi bir orta alan zaafı var. Mehmet Topal ve Ayhan'ın yapamadıklarını yapmak için sürekli geriye gelen Elano'nun da ileriye verdiği katkı minimuma düşüyor, bu yüzden.

Eğri oturup, doğru konuşmak gerek. Bu istikrarsız futbol can sıkıyor. Galatasaray'a, yetenekli ayaklarla oynanabilecek bir sistemle futbol oynatmaya çalışan Rijkaard'ın hesaba katmadığı şey Servet'e, kötü bir Mehmet Topal'a, Ayhan'a sahip olmak.

Ne kadar iyi ve yetenekli ileri uç oyuncularınız olursa olsun, eğer orta alanın işlemiyorsa, defansında en basit pasları bile yapamıyorsan, karşı kaleye en yakın adamların da o derece etkisizleşiyor, bu akşam görüldüğü üzere.

Valla Bülent Yıldırım'dan söz etmeden olmaz. Daha maçın başında Koray'ın kendi ceza alanı içinde eliyle oynadığı topa devam diyen, Galatasaray'ın yediği ilk golde yine Koray'ın eliyle topu düzeltip golü atmasına, verdiği komik penaltıya, Jo'nun eliyle düzelttiği topa, yere kendi düşen Mehmet Yılmaz'ın pozisyonuna faul veren adamdan hakem filan olmaz.

Maç 2-0 olana dek, birçok pozisyonda Galatasaray aleyhine hatalı kararlar veren Bülent Yıldırım, 2-0 olduktan sonra "Biraz denge yapayım" diye düşünmüş olmalı. Ondan sonrasında kararlarını Galatasaray lehine vermeye başladı, tıpkı penaltı pozisyonunda olduğu gibi.

Bir maçta otuz tane hata yapıyorsan, o işi yapmayacaksın. Bu kadar basit bir durum bu. Her maçta can sıkan hakem hatalarını görmek (sadece Galatasaray maçları için değil; Fenerbahçe, Beşiktaş, Bursaspor ya da Manisaspor maçlarında da) insanı izlediği oyundan soğutuyor.

"Hakem de insan, hata yapar" görüşüne katılmıyorum. Daha önce de söyledim; gündelik hayatında yaptığın işte bu kadar hatayı üst üste yaparsan, kapı önüne koyarlar adamı. "Bu mantıkla hakem kalmaz" gibi bir düşünce belirebilir kafanızda ama öyle değil. Kimsenin ard arda bu kadar hata yapma lüksü olmamalı.

Dün Şekip (ayrıca Şekip diye de isim olmaz) atıp tutuyordu, bu akşam biraz rahatlamıştır hakem hatalarından ötürü, başarılarından (!) dolayı.

Ligin gizli lideri Bursaspor oluverdi birdenbire. Artık herkes Bursaspor'u takip etmek durumunda. Galatasaray'ın avantajı Bursa ile evinde oynayacak olması. Tabii iyi gününe denk gelirse avantaj, yoksa böylesi bir futbolla ligde yenebilecek takım yok, Ankaragücü dahil.

Bu arada Eskişehirspor'dan çekilen çile bitmek bilmiyor. Her iki maçta 4 puan kaybedildi. Eskiden Boluspor vardı böyle Galatasaray'ın ısrarla yenemediği. Gönlümden Şanver'li Altay geçiyor. Bu da gecenin latifesi olsun. Asmasın kimse yüzünü, daha çok maç var.

Dünya Kupası renkleri


Endonezyalı gençler, şimdiden hazırlık yapmış Dünya Kupası'na...

Helal olsun Ergün, helal olsun

Galatasaray'dan her ayrılan, 'vefa'dan başka söz bilmez. Her ayrılan, atabildiği kadar atar ve tutar. Ağzına geleni söyler ve tribünlere oynar.

Hakan Şükür, Hakan Ünsal ilk aklıma gelenler. Bir de Ergün Pembe gibi bir örnek var. Bakalım neler söylemiş:

"Ergün Penbe’yi Ergün Penbe yapan o camiadır. Futbolu bıraktık, şimdi teknik direktörüz. Teknik direktörlük yaşantımda da yine Galatasaray camiasına en iyi şekilde hizmet etmek isterim. Hedeflerimin arasında orada görev almak olacaktır. İnşallah bunu başarırız."

Hah, işte bak bu adam da Galatasaray'da forma giymiş, diğerleri de.

Peki aralarındaki fark ne? ADAM olmak.

Her iki Hakan da, halen Galatasaray etiketi sayesinde ekmek parası kazanıyor ama hâlâ laf söylüyor. Tabii, futbol oynamaları lazımdı. Senede minimum 1 milyon Euro kazanmaları gerekirdi. Şimdi kazandıkları aylık 40 bin Euro'lar filan kesmiyor.

Helal olsun Ergün sana. Umarım bu kulübe bir daha adım atarsın.

Bu arada Tugay'ın şu anki görevi, sezon başında Ergün'e önerilmiş ama 'daha erken' deyip, kibarca reddetmiş. Tırnaklarıyla kazıya kazıya. Helal olsun Ergün, helal olsun

Ortalarda adamız diye dolanıyorsunuz


Sahaya adam da daldı, Denizlispor kalecisi Özden'in kafasına çakmaklar da atıldı. E şimdi, nedir fark Diyarbakır'la arasında? Atılan bir taşla, 100 taş arasında ne fark var?

Atılan maddelerin sayısal fazlalığı mı? Yoksa İstiklal Marşı mı?

Şu bloglar arasında gezindikçe, midem bulanmaya başladı. Milliyetçilik gösterecekler ya, ülkelerini çok seviyorlar ya, İstiklal Marşları ve bayrakları için ölürler ya.

Ne farkı var, ne farkı?

Fark beyinlerinizde. Buram buram faşizm kokan, o 'mis' gibi dazlak beyinleriniz sadece içi boş üç-beş kelime söylemeye yarar. Başka da bir boka yaramazsınız.

Ulan, şu ülkede olan biten her şeye seyircisiniz, Diyarbakır'a gitseniz şu kelimelerin bir tanesini bile söyleyemezsiniz, Bursa'da insanlara yapıştırılan terörist yaftasını tıpkı şimdi olduğu gibi şoven edebiyatı ile görmezden gelirsiniz ama ortalarda adam diye dolanıyorsunuz.

Tüm emekçi kadınlara selam olsun


VE KADINLAR

Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,,
bizim kadınlarımız..

Nâzım HİKMET