21 Aralık 2011

Futbola sokayım, size bir şey olmasın


Futbolun içine sıçılmış, izlediğimiz her şey Houdini ya da Copperfield numaraları gibi olan bir ligin ilk yarısı bitti.

Çok yormayın beni, kısaca maça değineyim. İlk yarı boyunca kanatsız kuş gibi çırpınıp durduk. Ne Emre Çolak kanat oyuncusu özellikleri taşıyor, ne de Kazım o yerin daimi adamı olur. Emre Çolak alternatif olarak düşünülebilecek bir isim ama sol kanadını teslim edemezsin. Zaten Terim'in de böyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum, ilk yarıyı kurtarmak ve Riera'ya gözdağı vermek için blöf yaptı ve tuttu.

Kazım tipinde savruk adamlar hedefi olan takımlar için güvenilir oyuncular değil. İlk yarı kaptırdığı 3 top, kontra olarak döndü. Evet iyi niyetli ancak serseri mayın gibi yapacakları kestirilemiyor. Harika top çevrilen bir anda, insanı delirtebilen özelliklere sahip.

Bu iki noktaya baktığımızda ne görüyoruz? Galatasaray'ın hücumda ciddi anlamda kanat sorunu var. Devre arası bu konuya el atılacakmış gibi duruyor.

Orta oyunu şeklinde geçen ilk devrenin bitimiyle, Fatih Terim, herkesin gördüğünü, hepimizden daha iyi gördüğü için, orta sahada takıma baskı uygulatıp, oyunu kanatlara yıkınca, Manisaspor bocaladı. Bu güneşe kar dayanmaz misali, Selçuk da fantastik bir vuruşla maçı tayin etti.

Fenerbahçe maçında tepe noktası yapmış ve acayip motive olmuş takım, sik keyfine ve göt kurtarmaya yönelik play-off sisteminde sergilenen futbol açısından düşüş göstermiş olsa da, kayıpsız geçilen haftalar, büyük kârdır. Geçen yazıda da söz ettim, büyük takım olmak biraz da böyle zamanlarda belli oluyor. Üstü yapıştırılan bu hüviyet, belki bugün çok önemli olmasa da, ilerisi için ciddi bir ışık.

Sezon başına dönecek olursak gazete sayfalarında neredeyse Topkapı Sarayı maliyeti çıkartılan Selçuk ve Muslera'nın ne denli faydalı olduğunu herkes gördü. İyi futbol, iyi futbolcuyla oynanır. Ehh, bu sikindirik sistemde de bu tip adamlar büyük meblağlarla alınıyor. Muslera ligin açık ara en az gol yiyen kaleci, Selçuk attığı 5 gol ve 5 asistle takımın istatistiki açıdan en verimli oyuncusu. Ki, oynadığı oyuna şerh koymaktayım çünkü halen yeterli düzeyde değil. Ama kalite böyle bir şey işte.

Kim ne derse desin, Servet ve Gökhan Zan'dan kurtulup bu takıma o mevkide adam kazandırmak şart. Kimisi beğenir, kimisi beğenmeyebilir bu iki adamı ancak takımdan ellerini ayaklarını çekmesiyle, takımın bir üst seviyeye gelmesinin de bir olması, tesadüf gibi görünmüyor. İki tane adamla da sezon geçmeyeceğine göre, şimdiden harekete geçmekte fayda var.

Kim bu ligden zevk aldı bilmiyorum. Kendi adıma konuşmak gerekirse, öyle donuk ve soğuk gözlerle ekrana baktım. Tabii Fenerbahçe maçını ayrı bir tarafa koyarak söylüyorum.

Elmander, Melo, Ujfaluši ve Muslera senelerdir bu takımın, niçin istediğimiz noktada olmadığını gösteren adamlardı. Birkaç isim dışında ne kadar mal varsa kakaladılar. Misal halen Stancu'dan medet uman var. Yok usta işte olmaz, Galatasaray'da yedek bile olmaz çünkü herif yabancı. Ben de umutluydum ama olmadı.

Boktan ligin, boktan ilk yarısının, ne boka yaradığını bilmediğim lideriyiz. Oyun, skor, futbol, gol, sarı kart, hakem v.s. v.s. şu dosyaları, klasörleri okuduğumuzda hepsi hikâye geliyor.

"E hikâye geliyor da, ne sikime yazıyorsun?" diye soracak olursanız, ne bileyim a.k. yazıyorum işte.

Alakasız olacak ama şu takımda en sevdiğim adam da Elmander ve Ujfaluši. Fakat biraz sakin be Ujfa. Gördüğü sarı kartların hiçbiri faulden değil, itirazdan.

Futbola sokayım, size bir şey olmasın...

Yediğin bokların haddi hesabı yokmuş ulan!


Kendisi asker selamıyla nam salmış bir arkadaş. Sivasspor'da başarılı bir dönem geçirince, götü kalkıp, herkese akıl veren bir şahsiyet.

Galatasaray tribünleri kendisine küfredince (kesinlikle doğru olduğunu savunmuyorum), canlı yayına kızını alıp, ahlâktan dem vuran, gözyaşlarını oracıkta akıtan, Cuma günü oynanacak bir maç öncesinde, "Mübarek cuma gününün ruhuna uygun, centilmen, askerlerimizin dağlarda çarpıştığı şu günlerde onlara layık olmaya çalışarak, bir maç oynayacağız" diyecek kadar vatanına bağlı, "Bir takımın 3-4 futbolcusu solaryumda, 4-5 oyuncusu manita peşinde koşuyor. Herkes kendine bakacak. Türkiye'de değişmesi gereken gerçekler var. Futbol devrimi yapmalıyız." diyecek kadar futbol sevdalısı, "İstanbul'da Laila var Sivas'ta La ilahe illallah" diyecek kadar da dinine bağlı biri.

Tabii Eskişehirspor'da teknik direktörlük yaparken, "Oyuncularım ne zaman Nadide Sultan’a ne zaman da Eyüp Sultan’a gitmek gerektiğini bilecek" diyerek, akıl ve mantık da sunan bir arkadaş!

Ek deliller ortaya çıkınca gördük ki, bizim namus timsali, vatanperver, Müslüman Bülo'nun yerinde yeller esiyor. Kendisi, neredeyse çocuğu yaşındaki 18'lik kızlarla birlikte olan, pezevenklerle yoğun telefon trafiği yürüten, eşi için "Orospuyu dövmeye gidiyorum" diyecek kadar da delikanlı (!)

Bülent Uygun ayna niteliği taşıyor. Ağzından din-iman-namus-ahlâk-milliyetçilik gibi değerleri düşürmeyen, her konuşmanın içine bunları iteleyen tiplerin alayı böyledir işte.

Taşıdığı eksikliklerden, konuşa konuşa sıyrıldığını zanneder. Çünkü bu halk, böylesi ucuz, aşağılık çiğ şovenizm yapan adamları sever.

Eeee Bülo, 8 yemeyip 7 yerdin, 6 yemeden 5 yerdin ama yemediğin halt kalmamış. Aynaya bakınca miden kalkıyor mu acaba? Her gün aynaya o suratla karşılaşsam, suratımı parçalarım, bir daha o mide bulandırıcı şeyi görmemek için.

Cami yaptırdın, okul yaptırdın değil mi? Ulan o kadar aşağılıksın ki, o okuldan mezun olan kızları bile koynuna almaya çalışırsın.

Herkese ders vermek kolay siktiğimin memleketinde. Kendi kızın yaşındaki çocuklarla birlikte olmak hiç mi vicdan sızlatmaz ulan! Allah, kitap diye bağırırken, insan hiç mi rahatsız olmaz?

Küfür bile etmeyeceğim sana, Dibine kadar pisliğe bulaşmış, pezevenklere dilenen bir adama ne söylense azdır? Pedofilik yavşak!