12 Ocak 2010

Aman diyeyim Manchester City'liler görmesin seni


Emmanuel Adebayor, ülkesinde bir televizyona konuşmuş, Angola'daki saldırıyı anlatmış.

Üstündeki t-shirt'e dikkat. Manchester City taraftarları görürse hoş karşılamazlar, sonra söylemedi demesin. Eh, alışkanlıklar kolay kolay bırakılamıyor.

Biri 'Monşer' mi dedi?

Bugün Türkiye'nin en önemli gündem maddesi İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon'un, 'Kurtlar Vadisi'nin bazı bölümleri nedeniyle çağırdığı Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Oğuz Çelikkol'dan yüksek oturması.

İsrail ve Türkiye arasında zoraki bir nikâh söz konusu. Her iki ülkenin inisiyatifi dışında müttefik ülke görüntüsünü korumaya çabalıyorlar ancak kazın ayağı öyle değil. O yüzden karşılıklı salvolarla birbirlerine minik minik iğneler batırıyorlar.

Daha önce TRT'deki 'Ayrılık' dizisi için benzer bir biçimde Türkiye 'uyarılmıştı' bu kez 'Kurtlar Vadisi' yüzünden.

Ben olayın başka bir yerindeyim. Büyükelçi Oğuz Çelikkol'un düştüğü pozisyona yani. Adamın zerre kadar suçu yok. Senin Başbakan'ın büyükelçilerin için 'Monşer' diyerek, her yerde üstü kapalı olarak aşağılarsa, adam da haliyle bir tepki veremez.

Grup toplantılarında aslan kesilip, sonra ikili ilişkileri geliştirmek için bin takla atanlar, büyükelçileri nezdinde ülkenin aşağılanmasına da razı gelir. Kaldı ki, sen ülkenin doğru düzgün iş yapan büyükelçilerini birer birer ekarte edip, yerlerine badem bıyık adamları getirirsen, tepki beklemen de olanaksız. Neden? Çünkü emir almayı hayat felsefesi olarak benimsemişler için 'aşağılanmak' diye bir mefhum olmaz. (Oğuz Çelikkol için söylemiyorum bunu)

Dış politika sınır ülkeleriyle vize kaldırmaktan ibaret değildir. Ancak ne yazık ki, bunun ayırdında değiller. Gerçi gayet de iyi biliyorlar ama çizdikleri yön başka bir yer olduğu için işlerine geldikleri gibi davranıyorlar.

Devletler, bireyler gibi değildir, olamaz. Öyle sinirle, millete delikanlı tavrı göstereyim diye, 'öfkeyle kalkıp, zararla oturursan', bir bakmışsın çevrende kimse kalmamış, afiyetle şap yemeye başlamışsın.

Vitesi boşalmış kamyon gibi Türkiye. İktidarın kavgalı, tartışmalı olmadığı kimse yok, kendi çevresindekiler dışında. Zaten kendi çevresindekiler de, zenginliğine zenginlik bezemek yolunda. Bir yerde duvara çarpacağız ama haydi bakalım hayırlısı.

Trapattoni için söylenecekler listesi

Türkiye Futbol Federasyonu, Giovanni Trapattoni'yle anlaştı (Yalanlandı Federasyon tarafından). Zaten uzun dönemden bu yana ismi anılıyordu.

İşin teknik analiz boyutunu daha sonra paylaşırız. Ama öncelikle Trapattoni imzayı attıktan sonra olası söylenecekleri düşündüm bir an.

KURULMASI OLASI CÜMLELER

Bunları kesin duyacağız emin olun. Cidden ürkütücü.

Yaşlı.

Zaten kariyerinin sonunda, son volesini vurmak için geldi.

Kariyerinin son bölümleri büyük iniş içindeydi.

Sıkıcı futbol oynatıyor.

Fazla ıslık çalıyor.

Çok yeterli olsaydı, İtalya'da iş bulurdu kendisine.

Tazminatına çok para verildi.

Fatih Terim'le anlaşılsaydı daha iyi olurdu.

Türk Milli Takımı'nın dilinden, oyuncusundan Türk teknik direktörler anlar.

Bu liste böyle uzayıp gider. Kişisel olarak ilk yorumum, çok içine sinmediği yolunda, net olarak belirteyim. Ama yanılırım o ayrı mesele. Benimkisi sadece hissel boyutta.

Orhan Pamuk futbol konuşmasın mümkünse


Yazar Orhan Pamuk, "Avrupa, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, insan hakları ve özgürlüğe dayanıyorsa Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğini" belirterek, Fenerbahçe’yi örnek gösterdi ve "Türk takımı Fenerbahçe, Avrupa futbolunda uzun yıllardır mücadele ediyor" demiş.

Yorum: Orhan Pamuk bu sözleri gerçekten söylemiş mi? Gerçekten söylemişse, alkol mü almış? Alkol almadıysa, kuru bir şeylerle mi takılmış? Şuuru yerinde miymiş? Şuuru yerindeyse geçici amnezi mi yaşıyormuş.

Ya hakikaten "Fenerbahçe, Avrupa futbolunda uzun yıllardır mücadele ediyor" sözüne Fenerbahçelilerin de inanacağını sanmıyorum. Yok eğer inanıyorsa, Orhan Pamuk'un 'başarı' kıstasını dehşetle merak ediyorum.

Bu romantik, içli, duygusal adam pozisyonu kendisini pek bir hırpalamış belli ki. Kendisinden şöyle Fenerbahçe'nin Avrupa zaferlerini anlatan bir roman beklentisi içindeyim. Bilim kurgu tadında şahane olur.

İstanbul'da itfaiyeciler günlerdir eylemde. Taşeronlaştırmayı protesto eden sendikalı itfaiyecilere, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuruluşu Boğaziçi İnşaat Müşavirlik A.Ş. Genel Müdürü Ahmet Ağırman "Sendikacı değil ne olursan ol, maaşların maaşların geç ödenmesini kullanıph ib..lik etmeyeceksin. Sendika, sizden elde ettiği kesintilerle her ay 70 bin TL gelir elde ediyor. Ama o ib..ler bunu size anlatmaz." demiş.

Yorum:
Bu Ahmet Ağırman'ın tipini sağda-solda görürsünüz. Sakallı, hacca gitmiş, Müslüman (!) bir arkadaşımız. Ama "İ.bne, analarını belleyeceğim" gibi sözleri söylemekten de geri durmuyor. İ.bne, i.bne'nin halinden anlarmış.

Herifin boyu 1.50 ama "döverim, asarım, keserim" diyor. Allah'ın embesili, herhangi bir itfaiyeci bir tane patlatsa, 10'da biri boşa gider. Ayrıca itfaiyecilik gibi çok önemli bir mesleği taşeronlaştırmak da neyin nesidir. Bu ülkede güvenilebilecek bir tane meslek kalmayacak mı? Sana, senin anladığın dilden konuşmak gerekir ama küfür opsiyonumu Meriç'te kullandım.

Bir iç döküş gerçekleştireyim; bunu samimi olarak söylüyorum, itfaiyeci olmayı çok isterdim.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sigara fiyatlarını düşünerek devletin vergi geliri hedefini tehlikeye atan üreticilere "Çok açık söylüyorum bizim yaptığımız düzenlemeye uymak zorundalar" diyerem, gözdağı verdi. Akşam saatlerinde de Philip Morris de zammı yaptı.

Yorum: Serbest piyasa ekonomisini savunacaksınız ama vergi almak için "Benim istediğim fiyata satacaksın" diyeceksin. Oh ne ala memleket. O zaman devletçi ekonomiye dönelim. Pardon, ona da dönemezsiniz ki, devletin satılmayan kurumu kalmadı. Köprüler ve otoyollar kaldı, onları da hayırlısıyla (!) satacaksınız yakında.

Satacak çok az şey kaldı. Biraz düşünün, neyi satacağınızı...