1 Eylül 2010

PCLion'a yanıtımdır

Aslında yazmayacaktım ve son cümlelerimi yazmıştım ama Uğur aşağıda görülen yorumu yapınca, kendi adıma son noktayı koymak için klavye başına geçtim. Bundan böyle yorum dahi yapmayacağım.

UĞUR'UN YORUMU

Selamlar, Blogunda inatla sadece yazı yazmakla gazeteci olunmayacağını vurgulamışsın ki eğer ben yanılmıyorsam bu ısrarlı ithamlarının muhattabı benim. Şaşırdım demeyeyim ama böyle bir rahatsızlığı olan insan bir mail falan atar, ne bileyim Uğur, ben Ozan abin der. En olmadı, telefonum var abicim rehberinde, Uğur sen ne halt ediyorsun o gazetede de. Aç bir sor, öğren. Blog üstünden şov yapmışsın resmen, onu geçiyorum.

Yahu allah aşkına, gerçekten durumum hakkında bir bok bilmeden inatla aynı şeyleri yazıp durmuşsun. Bana spot/başlık dersi veriyorsun. Yahu, gazetedeki spotların, başlıkların birçoğu benim elimden geçiyor. 1200 vuruşa düşür dediğin şeyi bir senedir istisnasız her gün yapıyorum, izin günlerimde bile dışarıdan yapar gönderirim. Benim sadece "blog yazısı" gönderdiğimi ve yayınlattığımı sanıyorsan kusura bakma ama hakikaten saflıktır bu, en hafif tabirle.

Taraf şartları berbat bir gazete, matbaası yok, maçlar 5 dakika içinde geçiliyor. Serviste kişi sayısı az, çoğu zaman iki kişi nöbete kalarak hallediyoruz bütün işleri. Bir gazetecinin, hadi kutsal atıfınızı bozmayalım, ediörün yaşayacağı en zor anları birebir yaşadım. Son anda başlık da yazdım, spot da yazdım, 30 saniyeye geçmemiz gerekiyor denirken tashih de yaptım. Gerektiğinde skoru değiştirmeyi unuttuğum da oldu, hata da yaptık yani. Son zamanlar maç yazısı da yazdım, yetiştirmeye uğraştım, onun zorluğu da farklı.

Şu yazıyı 1200 vuruşa kısalt. Hahah. Hakikaten komik ya. Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana. Gazeteci kimliğin var herhalde (öyle bir anlatmışsın ki, illa vardır. Yoksa bunları unları yazdığıma hakikaten pişman olacağım), "Blog yazarlığıyla gazetecilik aynı şey değil" demek için bir bok bilmeden bana sallamak zorunda mıydın? Ulan bunu bana sorsan ben de söylerim sana zaten. Haber dili, spot dili, başlık esprisi, bunların blog yazısı yazmakla alakası yok elbette. Varsayımla gider yaparsan, karşındakiyle yüz yüze bir kez bile konuşmadan atıp tutarsan böyle komik duruma düşersin.

İnsanlar hakikaten dışarıdan istediği gibi görüyor. Benim dayıoğlu var gazetenin başında, ben sadece blog yazısı gibi yazıp gönderiyorum, di' mi? :( Ahahah. Emin ol, öyle...

Aslında daha da komiği senin beni blog kimliği dışında da görmüş olman. Diğerleri neyse, ben derdimi anlattım, anlamayana davul zurna az der geçerim de senin yazıların gerçekten garip. Daha da ötesi her gün yaptığım işleri bana hayatımda hiç duymamışım gibi ev ödevi vermen.

Ne dersem dinlemeyeceksin, zaten sakalım da çok yok hani. Utanmadan birilerinin hak ettiği noktayı da çalıyormuşum gibi yazman en komiği. Şöyle diyeyim, bizim serviste altı yazar/editör çalışıyor, gazetecilik eğitimi almış kişi sayısı bir. Ki beni de en çok beğenen adamdır, ironik bir şekilde. Bu kadar gazeteciyim, biliyorum ayağına yatan birinin orada var olmanın kolay olmadığını bilmesi gerekir en azından. Biliyorsan da yozlaşmış gazetecilik sistemini benim üzerimden düzeltmeye kalkıyorsan hakikaten hayallerde yaşıyorsun. Senin beni eleştirmenin tek kriteri eleştirebilecek kadar somut biri olmam. İster şımarıklık de, ister başka şey. Şu blog bu kadar okunmasa skinde bile olmazdı gazetede çalışmam, umrunda da olmazdı. Bu kadar da nettir bu olay.

Hadi sana iyi dersler. Ben o dersi çoktan verdim...

Tamam, bu tartışmayı bu şekilde sürdürmek istemem zaten, mail atıyorum birazdan.

Son olarak. Şimdi ilk mesajımı okudum ve özellikle dilinden rahatsız oldum. Normalde böyle yazdmadığım bilinir ancak bir süredir sessiz kalmayı tercih etmeme rağmen inatla benim işim ve blog yazarlığım üstünden kişiliğimin yargılanmasından sıkıldım. Burada yazılmaya çalışılanların bu kadar dar olmadığını biliyorum ama alt mesajda sürekli bu izlenimi alıyorum ve insan 'tanıdık' dediği, iletişime geçebileceği birinden de bunları ısrarla okuyunca sinirleniyor, üzülüyor. Yazdıklarım için değil ama üslubum için okuyucular af buyursunlar. En azından kendi adıma bu rahatsızlığımı dile getireyim istedim.

Ozan abiden de ricam, bu yorumu yazının sonuna eklemesidir...

UĞUR'A YANIT

Uğur çok dolmuşsun sen. Aldığın dersler ve gazeteci olma hassasiyetin için de bravo sana. Yazdığım hiçbir şeyde utanmadım, yaptığım hiçbir şeyde de utanmadım.

Bloğunun ne kadar okunduğuna hiç takılmadım, sadece senin değil, kimsenin bloğunun ne kadar okunduğu beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Aslında senin özelinde, senin bloğunun okunmasına da sevinmişimdir. Ama o kadar aptalca bir savunma içindesiniz ki, orada yazılanların ne anlama geldiğini bilmeyecek noktadasınız.

1 senedir ders olarak yaptığın şeyden ekmek yiyorum ben, okulunu okudum, o istisnasız her gün saatlerce iş olarak yaptığın şeyin yani. "Gazeteci kimliğin var herhalde" ve "Ulan bunu bana sorsan ben de söylerim sana zaten" cümlelerine yanıt vermeyi kendi dilimde yapmak isterdim fakat iki kelime muhabbet etmişliğimizin hatırına sadece şöyle yanıtlayayım, "Ulan sen ortaokul koridorlarında dolanırken, ben bu işe redaktörlükle başlamıştım" şeklinde yanıtlarsam, cevap vermiş olurum diye düşünüyorum.

Israrla anlamayacak ve götünüzden anlayacaksınız değil mi? Yaptığın işi, nasıl yaptığını bilmiyorum ben? Gerçi sen "1 yıldır istisnasız her gün bu işi yaptığın" için, senden iyi kimse bilemez o şartları, haklısın. Epey vaktini harcamışsın, biz senin yanında ancak saygıyla eğiliriz.

Şimdi hepsini bırakalım, başka noktaya gelelim. Madde madde yazayım, o zaman daha iyi anlarsın. Gerçi sen "İstisnasız bir yıldır bu işi yapıyorsun", düzyazı olarak da anlarsın.

1. 2 aydır gözlerimin önünde bu işe senelerini vermiş adamların işsiz kalmasını görüyorum. Hayatının hiçbir bölümünde gazeteden atıldığını, elektronik kartının girişte iptal olduğu an anlayan gazeteci gördün mü? Senin Taraf'ta geçirdiğin koca koca 1 yılda muhtemelen görmemişsindir.

İşten atıldığından ötürü ev kirasını ödeyemeyen 50 yaşında adamın çocuk gibi hüngür hüngür ağladığını gördün mü? Ona da rastlamamışsındır koca koca geçirdiğin bir senede.

İşte sistemin tam bu noktasına itiraz ediyorum. Sana üç kuruş vererek, ağzına elma şekeri sokuşturup, yıllarını bu işe vermiş adamlar yerine ne oldukları belirsiz insanları işe almalarına itiraz ediyorum. Ama bunu anlamanı ya da anlamanızı beklemiyorum. Çünkü o sistemin içine bugün siz entegre ediliyorsunuz. Yarın benzer şeyleri yaşayacaksın, madem bu işi yapmaya devam edeceksin o zaman hazırlıklı ol benzerlerini yaşamaya.

2. Bu meslekte o koca koca bir yılın bitip, 10'lu, 20 'li yıllara geldiğinde, çalışma arkadaşlarının, 'abi' diye seslendiğin insanların yerini -üstelik bu adamlar yıllarını vermiş adamlarsa- 300-500 liraya çalışmaya razı olan, grev kırıcılar benzeri yeni yetmeler almaya başladığı an, şu an sana yazdıklarımı hatırlayıverirsin, hatta bugün 'hasiktir lan' diye okuduğun cümleler tokat gibi çarpar suratına.

3. Bu işi blogger'ların da yapacağını, emek verdikten, dirsek çürüttükten sonra sadece blogger'ların değil herkesin yapabileceğini söylemişken, "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana" ifadeni direkt olarak yaşına veriyorum.

Bu işi senelerce yaptıktan sonra anlayacaksın ki, bildiklerin, bilmediklerinin yarısı kadar. Gazetede geçirdiğin bir yılın, meslek hayatında okyanusta kum tanesi olduğunu ve öğrenmen gereken tonlarca şey olduğunu anladığın zaman da, vicdanın bana hak verecektir, emin ol.

Daha uzun uzun sıralardım nedenlerimi, uzun uzun yazardım ama belli ki 'sen olmuşsun', ifadelerinden o anlaşılıyor. Bana komiksin demişsin ya, aslında şu cevabı sadece muhabbet etmişliğimizin hatırına yazıyorum. Yoksa "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi ders olarak veriyor adam bana." yazan birine cevap bile vermezdim. Bir yıl demek vay anasını be. Senden öğreneceğim çok şey var.

Sıkıntı nedir, söyleyeyim mi?

Sıkıntı sözleşmeli öğretmen Ahmet Fazlı Elçi'nin hamallık yapmasıdır.

Sıkıntı okuyabilmek için Ömer Çetin'in 20 metreden betona çakılmasıdır.

Sıkıntı 3 aydır maaş alamayan gazetecinin evde eşinden para isterken, salya-sümük ağlamasıdır.

Sıkıntı, mesleğini yapamadığı için Kartal köprüsü üstünde, sabahın 3'ünde kalkıp eşinin yaptığı poğaçaları satan gazetecinin her telefon çalışında "Acaba iş teklifi mi?" geldi diye heyecanlanmasıdır.

Sıkıntı, işsiz gazetecinin 300 lira ve iş umuduyla İŞKUR kurslarında sürünmesidir.

Daha yazayım mı? İster misin?

Yarın git Şahin Bayar'a aynen bana yazdığın cümleleri sırala, "Ulan bir senedir istisnasız her gün saatlerce yaptığım işi Ozan denen lavuk bana ders olarak veriyor. Bu herifin gazeteci kimliği nedir ki?" diye sor. O sana anlatsın? Benim anlattıklarıma inanmazsan, bir de ondan dinle bakalım.

Hatta bugün yaşadığını söylediğin sıkıntılarla, Şahin'le birlikte çalıştığımız senelerde yaşadığımız sıkıntıları karşılaştırmasını iste ondan. Mutlaka git ve dinle bakalım.

Madem ki dersini çoktan verdin bu da sana hayat dersi olsun...

Bu da transferlere yanıtım olsun


Saat itibariyle 21.43. Galatasaray'ın şu an bir futbolcuyla temas halinde olduğu ve pazarlık aşamasında olduğu da eldeki veriler arasındayken, hali hazırda taraftarın da gazı Insua ve Misimovic'le alınmışken, bazı şeyler aklıma takılmadı değil.

1. Madem ki, takıma bir sol bek alınacaktı Çağlar transferinde Semih, Murat, Erhan Şentürk ve Serdar Eyilik neden Denizlispor'a verildi?

2. İki gün önce bu kulübün efsanevi oyuncularından Prekazi'nin getirdiği Jovanovic'i kim istedi? Prekazi ve beraberinde gelen Jovanovic'le neden görüşülmedi? Yine bu soruyla bağlantılı olarak Galatasaray'ın en büyük efsanelerinden birine neden 'paspas' muamelesi yapılır? Acaba Misimovic cepte değildi de, Jovanovic stepne olarak mı kullanıldı?

3. Üstünde şikeci yaftası bulunan Adnan Sezgin, neden transferleri ısrarla son güne sıkıştırmaktadır? Yumurtanın kırılıp, kapıdan sızmasını bekleyerek ve herkesin sabrı taşmışken, karambol mantığıyla haraket ederek, işini rahat rahat mı görmektedir?

4. Galatasaray Kulübü ne zamandan bu yana, resmi belgeleri, transfer tekliflerini galatasaray.org'dan yayınlamaya başlamıştır? Kulüp yönetenleri yitirdikleri inandırıcılıklarını, belge yayınlayarak güven tazeleme yöntemiyle mi gidermeye çalışmaktadır?

5. Haftalardır basın-yayın organlarından kaçan Adnan Polat, iki transfer sonrası neden birdenbire televizyona çıkma ihtiyacı hissetmektedir?

6. Galatasaray Teknik Direktörü Rijkaard, orta sahasının Barış-Ayhan-Mustafa Sarp üçlüsüyle devam etmeyi kendisi mi istemiştir yoksa orta sahayı takviye etmek istemesine rağmen istediği oyuncular alınmamış mıdır?

7. Galatasaray Kulübü, teknik direktörüne doğru düzgün bir tercüman bulmak konusunda basiretsiz midir? Yoksa teknik direktörünün işini zorlaştırmak için elinden geleni mi yapıyor?

8. Kanayan yara olan Sağlık Kurulu değiştirilmesine karşın, sakatlanan futbolcunun haftalar süren rahatsızlık geleneği halen neden devam etmektedir?

9. Cana ve Pino transferleri gerçekten teknik direktörden bağımsız mı yapılmıştır?

10. Bu kadar soruyu ard arda sıralamamı sağlayan yönetimsel hatalarla örülen bir kulübün başarılı olma ihtimali yüzde kaçtır?

Bireysel olarak Adnan Polat'ı başkanlık yaptığı süre içinde, Galatasaray Kulübü'nü, Fenerbahçelileştirdiği için özel olarak tebrik ediyorum. Sağolsun kendisi ve kıçından ayırmadığı adaşı ile Galatasaray'ın her türden değerinin içine şahane bir vaziyette sıçmıştır.

Bundan sonra yapacağı hamleleri merak içinde bekliyorum. Daha ne kadar saçmalayıp, kulübü batağın içine yuvarlar, bekleyip göreceğiz.

Şu süreçte bir şey belli oldu, o da artık Türkiye'de her kulüp birbirinin benzeridir. Farklı, özellikli, şahsına münhasır tek kulüp kalmamıştır.

Unutmadan ekleyeyim, "Nasıl siktik?" diyen Ercan Saatçi ile masaya oturmuştu, şimdi "Galatasaray ilk kez gol yerken eyvah dedim" diyen Rıdvan Dilmen'le dertleşecekler.

Bu kadarını yaptıktan sonra Ali Sami Yen'de götüyle top durduran Volkan Demirel'in güzel bir büstünü de Aslantepe'nin girişine yaptırıvermesini bekliyorum. Ehh, şu hadiselerden sonra onu da yaparsa zerre şaşırmam. Nasılsa büstün açılışından sonra iki bomba transfer yapar, taraftar "Adnan Başkan" diye yırtınır. Ya da olmadı, 10 hafta bilet dağıtır, "Adnan Baba" oluverir.

Not: aksilaz transferler hakkında yorum istemişti, bu da benim yanıtım oldu.