16 Ocak 2010

Hele şu sezon bitsin, 4'ünüze bundan alacağım

Hürriyet Spor Servisi ve Hürriyet'in internet portalının, Galatasaray'a karşı olan pervasız saldırıları artık herkesin gırtlağına kadar gelmiş durumda. Birçok blogda bu konuyla ilgili olarak özellikle de bugünkü "Baros" haberi sonrası yazılar okumuşsunuzdur.

Bazen insanların, belirli blog oluşumlarından ötürü rahat yazamadığını hissediyorum ve bu konuda ne kadar şanslı olduğumu fark ediyorum (Kimse alınmasın sakın. Kötü bir niyetle söylemedim bunu).

İşte bu yüzdendir ki, sinirlendiğim bazı anlarda dilimin kemiği olmayıveriyor. Baros haberinden sonra da benzer bir kızgınlığa giriştim. Ama kendimi frenledim hemen. Aradan zaman geçti yine sinirlendim, sonra yine frenledim.

Kendi kendime "Yahu, ne gerek var bu kadar sinirlenmeye" der demez, aklıma bir fikir geldi.

Şu sezon hele bir bitsin. Sezonun bitiminde forma, atkı, bayrak gibi şeyler almak yerine 4 adet fotoğrafta gördüğünüz nesneden alacağım. Kimler olduğunu az-çok tahmin ediyorsunuzdur, isim zikretmeyeceğim.

Haa, nasıl kullanırlar bilemem, bu tamamen kendi tasarruflarında. Bu nesneden alırken özellikle '16 cm' olanından bulmaya çalışacağım. Malum "16" bu arkadaşların içinde derin bir yara.

Çok agresifler çoooook. Bu da bünyede etki bırakıyor. Hayır, sinirlenmeyeceğim diyorum nafile, yine de küfretmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim. Haysiyetsizlik bunlarda ciddi anlamda kişilik özelliği haline gelmiş.

Neden ve kimden kaynaklandığını herkes biliyor. Fakat dediğim gibi isim söylemeyeceğim. Hele şu sezon bitsin.

Yok valla şu an hiç sinirli değilim, gayet sakinim....

Doğru pankarta ne hacet!


Bu söylemin Fenerbahçeli versiyonuna katılmıyorum ama Karacaahmetspor'un bu pankartına katılıyorum. Adamlar haklı.

Doğru söze ne hacet...

O ne güzellik


Bu logo bir yere konur da, yakışmaz mı? Yakışır elbet.

Akşam Kupa'nın rövanşında Sevilla'yı hoş bir maç beklemiyor, söylemedi demeyin.

Kullan-at yönetim modeli

Fenerbahçe kulübünün hastasıyım, değerleri açısından. Sakatlanan futbolcularına pazar sepeti muamelesi yapıyorlar. Pek çok örneği var; Washington, Appiah, Edu, Luciano, Hooijdonk...

Sahada oynarken, ilahlaştırılan adamlar birdenbire ıskarta durumunu düşüyor sakatlandıktan sonra. Bugün Alex ya da Lugano'nun ayağı kırılsa (böyle bir dileğim yok, sakın yanlış anlaşılmasın. umuyorum gayet sağlıklı bir biçimde futbol yaşamlarını sürdürürler) yarın mukavelelerini feshederler sonra da Kapıkule Sınır Kapısı'ndan şutlarlar.

Yapılan iş terbiyesizlik olmakla birlikte aynı zamanda da çok aşağılıkça bir tavır. Bu adamlar oynadıkları zaman formalarını en iyi şekilde terletmiş, takımlarının başarısı için gözünü budaktan sakınmamışlardır.

Vahşi kapitalizmin en iyi vücut bulduğu kulüp bu sebeple Fenerbahçe. Muhtemelen bu kararları alan adamlar, şirketlerinde çalışanlarına da benzer davranışlarda bulunuyorlar. Sözün ona, "Türkiyenin saygın iş adamları".

Bu gidenlerin ortak noktalarından biri de, gittikten sonra arkadan sallamaları. Galatasaray'da 'vefa', Fenerbahçe'de 'sevgisizlik' tartışmaları yaratılır, sık biçimde. İçini bilemem ama dışarıdan baktığım zaman, sadece şu yukarıda vuku bulan olayların olduğu yerde sevginin olabileceğini sanmam.

Ha, Fenerbahçe'de yok, Galatasaray'da var mı? Olduğunu sanmıyorum, en azından başarılı oldukları zaman, her şey yolundayken varmış gibi gösterilebilinir ama işler sarpa sardığında o sevgi yok olur gider.

ALEX, FENERBAHÇE'NİN OLUMLAYICISI

Neyse söyleyeceğim bu değildi zaten. Fenerbahçe'de 'sevgisizlik' kavramı ortaya ne zaman ortaya atılsa Alex imdada yetişiyor. Bu gibi durumlarda Alex hemen "Biz de her şey yolunda" türünde açıklama yapıyor.

Aslında tartışılan her konuda, Alex kullanılıyor. Taraftarın en sevdiği isim tabii. O ne derse, taraftar ona göre dinginleşir. (Yazının bu kısmını unutmayacağım, Alex gittiği gün neler söyleyecek büyük bir merak içindeyim)

Zaten genel bir tavır var böyle Fenerbahçe kulübü ve etrafında. Daha postun mürekkebi bile kurumadı. Gökhan Ünal konusunda "Ama bakın şimdi nasıl birdenbire Türkiye'nin en değerli golcüsü oluverecek" ifadesinde bulunmuştum. Rıdvan Dilmen, Gökhan için "Güiza ile birlikte Türkiye'de stoperlerin arkasına en iyi koşu yapan futbolcusu" ifadesini kullanmış.

Tahmin ettiği ve beklediğim bir şeydi. Bu ligde Sercan, Baros, Bobo gibi arkaya koşu yapan çok iyi isimler varken, Güiza-Gökhan Ünal ikilisi aniden 'en iyi ikili' oluveriyor.

RIDVAN'DAN, SEMİH'İN İPİNİN ÇEKİLDİĞİ CÜMLE

Üstelik Rıdvan tarafından daha önce en az yüz kere kullanılan "Semih Türkiye'nin en iyi santraforu" cümlesi hâlâ hafızalardayken Gökhan Ünal'ın gelişinin ne denli önemli olduğunu vurgulamak için "Fenerbahçe’de bence en uygun oyuncu alındı. Semih’in geçirdiği sakatlıklar sonrası eski formunu yakalamaması" denebiliyor.

Gazetecilerin sık sık kullandığı "Bilmem kimin konuşmasının şifresi" vardır ya, işte Semih'in de sezon sonu Fenerbahçe'de kalmayacağının şifresidir bu cümle.

Bu anlamda 'Yalan Rüzgârı' gibi bir kulüp Fenerbahçe. Kişilerin, insanların miadı var. Bir nevi kâğıt mendil. Kullan-at. Sadece Hooijdonk'a bile yapılanlar her şeyin kanıtıdır.