8 Mayıs 2012

Gururu olmayanın, namusu da olmaz


Bu ülkede pek çok kez, mızrağın çuvala sığmadığı olaylarla karşılaştık. Hele hele son 11 yılda, neredeyse mızrakların tamamına yakını çuvala sığmadı, at götündeki kelebek gibi göze çarptı.

Toplumun adalete olan inancı her seferinde sarsıldı.

Deniz Feneri diye bir dava yaşadık. Almanya adli makamlarınca "Almanya tarihinin en büyük yolsuzluk davası" olarak adlandırılan Deniz Feneri e.V. Derneği'nin 41 milyon Euro'nun büyük bölümünün amacı dışında kullanıldığı, 17 milyon Euro'sunun Türkiye'ye gönderildiği ortaya çıktı.

Almanya,'da önce soruşturma başlatıldı, ardından da failleri mahkemeye çıkartarak yargıladı ve hapis cezaları verdi. Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde görülen davanın savcısı Kerstin Lötz, "Davanın asıl failleri Türkiye'de" iddiasında bulundu.

Davanın Türkiye ayağının başlatılması için Almanya'daki mahkemeden davanın tüm belgeleri istendi. Bu belgelerin Türkçe'ye çevrilme süreci bile 1 yıl kadar sürdü. Bu 1 yıllık süre içinde derneğin Türkiye ile ilgisi olmadığı, Almanya'daki ve Türkiye'deki derneğin farklı dernekler olduğu, sadece isim benzerliği olduğunu, Başbakan Yardımcısı konumundaki zat yani Bülent Arınç defalarca televizyon ekranlarından söyledi.

Gel zaman, git zaman davanın Türkiye ayağında 3 yıl sonra hareketlenmeler yaşandı. Savcılar Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren, iddianamelerini tamamladı ve operasyonlar başlatıldı. Operasyonlarda Zahid Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin de olduğu 9 kişi tutuklandı.

Bir de baktık ki, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Deniz Feneri davasını örgütlü suç kapsamına alan üç savcıyı görevden aldı ve Sincan Savcılığı da, Nadi Türkaslan, Mehmet Tamöz ve Abdulvahap Yaren için 11 yıl hapis istemiyle iddianame hazırladı.

Hadise buraya kadar anlaşılmıştır umarım. Özet geçmeme karşın, Son 11 yıllık süreç içinde, Türkiye'de ucu iktidara dokunacak bir olayın üstü nasıl örtülmeye çalışıldı gayet açık ve net biçimde görülüyor.

3 Temmuz 2011 günü, Türkiye'de Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'ın da içinde bulunduğu, futbol dünyasını sarsan bir soruşturma ile tanıştık.

Olayı bugüne kadar özetlemeyeceğim, zaten şu bloğu takip eden herkes gayet iyi biliyor neler yaşandığını. Sonuç itibariyle gördük ki, İbrahim Akın ve Serdar Kulbilge denen iki futbolcu arkadaş, bireysel olarak tek başlarına şike yapmışlar. Bazı yöneticiler ve menajerler de bireysel teşebbüste bulunmuş.

Bu iki dava arasındaki benzerliklere şöyle bir bakın.

Dünyanın her yerinde şike yapan takımlar düşürülürken, Türkiye'de eşi benzeri olmayacak biçimde kulüplere ceza verilmeden pislik temizlenmeye çalışıldı.

Türkiye'deki Deniz Feneri davasında nasıl savcılar hakkında bugün 11 yıl hapis isteniyorsa, şikeye bulaşmamış takımların üstüne de o pislik atılarak, adaletin işlemesini sağlayanlarla, adaleti kendilerine uydurmaya çalışanlar aynı sepette toplanmaya çalışılıyor.

Deniz Feneri'nin Türkiye ayağında, aralarında eski RTÜK Başkanı Akman'ın da olduğu 20 kişi hakkında "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve örgüte üye olmak" suçlarından takipsizlik kararı verildi, suçlama "resmi belgede sahtecilik" olarak düzenlendi. Şike davasında ise şikenin sahaya yansımadığı gibi ancak götümüzle güleceğimiz bir suç unsuru bulunarak, şeref yoksunlarının kıçı kurtarılmaya çalışıldı.

Her iki davaya sahip çıkanların da, aynı yüzsüzlük, aynı omurgasızlık, aynı onursuzluk ve gurursuzlukla, kitlelerine sahip çıktığını görüyoruz.

Sonuç itibariyle, her iki davada da, kitleler dolandırıldı, insanlar aptal yerine ve ülkenin başında bulunan iktidar da, bunlara hem arka çıktı hem de sahiplendi. Üstüne, istedikleri gibi cezalar verilmesini sağladı. Yani cezalandırılmamalarını sağladı.

Başta dedik ya, mızrağın çuvala sığmadığı durumlar var diye, her iki olayda da o mızrak çuvala sığmadı. Bugün takımlarına aptal gibi sahip çıkanlar, eğer varsa vicdanlarında asla ve asla aklamayacaklar yapılanları.

Çok ilginçtir, kendisini 'Son Kale' olduğunu savunanlar ve bunun üstünden mağdur edebiyatı yapanlara sahip çıkanlar, suçladıkları siyasal iktidardan başkası değil.

Dolandırıcılık yapıp, yüzsüzce "temiziz" diyenlerle; maç satın alıp "temiziz" diyenler, birbirinden ayrı fikirlerde olduğunu düşünüyor ama aynı onursuzluğu sergiliyor.

Onur, gurur, edebiyatı yapıp, ahlak bekçiliğine soyunanların yüzsüz yüzsüz "Bu da geçer" demelerini bir noktaya kadar eğlenceli buluyorum ama belli bir yerden sonra mide bulandırmaya başlıyor.

Gerek siyasal iktidar, gerekse de, şike yaptığı kabak gibi ortada olmasına rağmen mazlumu oynayan güruh; ne kadar iğrenç olduğunuzu anlamak için aynaya bakmanız yeterli.

Üstünüzden asla atamayacağınız bir lekeyle yaşamak zorunda kalacaksınız. Ama pek çoğunuzun işkembesi alabildiğine geniş, bunu da sindirirsiniz kolaylıkla.