6 Temmuz 2010

Gyan'ın gözyaşları için iyi oldu


Gündüz, yazamam demiştim ama tabii günün yoğunluğundan akşam Hollanda-Uruguay maçı olduğunu bile unutmuşum. Valla bu kez ben demiştim demek istiyorum ve Dünya Kupası başlamadan önce içimdeki his kümesinin ve iki hazırlık maçıyla birlikte verdiğim karar sonrası yazmış olduğum "Dünya Kupası öncesi hislerim" başlıklı postta turnuvada başat favorimin Hollanda olduğunu söylemiştim.

Ehh finale kadar geldiler bundan sonra da beni kırmadan şampiyon oluverirler bir zahmet. Bunu söylerken, Hollanda'nın ilk kez bu denli gerçekçi futbol oynadığına güvenmiştim.

Bundan önceki Dünya Kupaları ve Avrupa Şampiyonaları'nda, dünya üstünde yaşayan her futbolseveri mest eden ama bir türlü sonuca gidemeyen Hollanda yerini, ayakları yere sağlam basan, futbolda defans denilen olgunun da var olduğunu fark eden, daha maçın başlamasıyla delicesine bir tempo koyup, karşılaşmaların sonlarında koşmakta bile zorlanan bir takım görüntüsüne bıraktı.

Kabul etmeliyiz ki, 1988 Avrupa Şampiyonası'ndaki o harikulade takım yok, hepimizi mest etmeye de çalışmıyorlar. Fakat her Hollanda takımı gibi, "Top bende olsun başkasına vermem" felsefesinden hiçbir şey kaybetmiş değiller.

Uruguay'ın Gana'ya karşı elde ettiği, bende derin izler bırakın o pis maçta, "Umarım iğrenç bir gol yerler ve öyle elenirler" demiştim. Sneijder'ın golündeki Van Persie'nin pozisyonunun ofsayt olduğu düşünülecek olursa, şahane olduğu fikrindeyim.

Uruguay'ı destekleyen arkadaşlara avucunu yalamaktan başka bir şey düşmüyor. Gana maçında aldıkları galibiyet, futboldaki boktan bir kuralın sonucudur. Yoksa bugün yarı finalde Gana olmalıydı. Sadece Gyan'ın akıttığı gözyaşları için bile Uruguay'ın yenilmesi gerekiyordu.

Yarı finale kolu kanadı kırık çıkan Uruguay, bundan daha kötü bir Hollanda bulamazdı karşısında (Her maç sonunda da bunu söylüyoruz herifler finale çıktı). Turnuvanın başından beri Van Bommel sayesinde sahaya vücut olarak 11 ama beyin olarak 10 kişi çıkıyorlar. Bert van Marwijk, Van der Vaart eziyetine benim gibi daha fazla dayanamamış olacak ki, yanında oturttu 45 dakika boyunca.

Hollanda koskoca bir turnuvayı, Sneijder ve ikinci turla birlikte Robben'in performansıyla finale kadar getirmeyi başardı.


Finalde, İspanya ya da Almanya'ya tahterevalliye oturtacak olursak olursak, Hollanda'nın daimi olarak havada kalacağını söylemek mümkün. Ama işte bu oyun garip mi garip ve Robben gibi de bir adam var elde. Şu anlık patlamalar halindeki oyununu bütün 90 dakikaya yayarsa, tahterevalliyi dengeye getirebilir.

Uruguay aslında, tarihi bir başarı gösterdi. Bakmayın o kadar laf ettiğime buraya kadar iyi geldiler. Bir takımda en sevdiğim özellikten birine sahipler, o da inat. Sınırlı kapasitelerini hırsları sayesinde minimize ettiler.

Giovanni van Bronckhorst, sadece bu kupaya değil, dünya kupaları tarihine geçecek bir gol attı. Aklıma ilk, Hagi'nin 1994'te Kolombiya'ya ve Şampiyonlar Ligi'nde Monaco'ya attığı gol geldi. Ancak şahane bir sol ayağın atacağı goldü, öyle de oldu.

Ömer Üründül'den söz etmeden olur mu? Olmaz. Arkadaş, nasıl bir orta manyaklığıdır, nasıl bir şut düşmanlığıdır anlayabilmiş değilim. Uzaktan vurulan her şuta "Ama yana verse orta yapar, daha tehlikeli pozisyon olur" deyip durdu, turnuva boyunca. Haaa, tabii söz konusu Afrikalılar olunca "Son hareketi yapamıyorlar, düşünemiyorlar" ırkçı söylemine başvurdu.

Van Bronckhorst'un pozisyonu gol olunca haliyle bir tepki veremedi. Ayrıca bütün bir maç boyunca aleni olarak Uruguay destekçiliği yapıp, skor 3-1'e taşınınca "Uruguay'ın gücü bu kadar" demesi, beni benden aldı.

Sanırım 3 maç daha çekeceğiz bu adamı. Ondan sonra hayatım boyunca görmek ve duymak istemiyorum.

Yarınki tahminim İspanya'nın alacağı yönündedir. Eğer Torres oynamayıp, orta sahada Fabregas oynarsa o zaman net bir galibiyet bekliyorum. İkisinin de hakkı finaldi, yarın gerçek haklı ortaya çıkacak.

Atilla, ben ve hayallerim...


Bakmayın böyle göründüğüne. Hayatımda gördüğüm en vahşi kedi. Kendisini kedi değil Aslan sanıyor. İsim babası benim. İsmi "Atilla". Neden Atilla koyduğumu az çok tahmin edersiniz. Bana ait değil, kuzenimin kedisi. Mümkünse bana ait de olmasın. Bildiğin otururken, saldırıyor manyak. Ama dehşet sevimli.

Yarın yazar mıyım, yazmaz mıyım bilmiyorum. Ekstra bir durum olmazsa yarın için izin istiyorum herkesten.

Ciddi anlamda yoruldum. İşyerinde yazıyorum, postların hepsini. İş arasında çok yorucu oluyor. Bazen beynim kayıyor yazarken.

Aslında iyiden iyiye dinlenmem gerekir ama Ağustos başını bekliyorum, tatil için. Geçen yıl da tatile çıkamadığımdan vücut iflas sinyalleri veriyor. Omuz, bel, boyun ağrısı daimi olarak vuruyor, 3 yaşımdan bu yana süren baş ağrısı ise daha kısa aralıklarla dürtmeye başladı.

1 yıldır okuyorsunuz, 1 yıldır takip ediyorsunuz. Hiçbir zorunluluk olmadan, daimi olarak gelen giden herkese eyvallah. Bu herif kim görün dedim. Gizemli adam modeli olmayayım istedim. Bu arada 36 göstermiyorum değil mi lan?

Yarın yazamazsam, şimdiden kusura bakmayın.

Acilen intikam duygusu yok edilmeli


Şu yukarıda gördüğünüz fotoğraf, Şanlıurfa Hilvan'dan. Önceki gün Siirt'teki çatışmada öldürülen 'Kemal Urfa' kod adlı Yasin Özmen’in cenaze töreninden.

Birkaç gün önce yine bir cenazede, "İntikam" çığlıkları atılmıştı.

Sözün bittiği yerdeyiz artık. Kimse kendini kandırmasın, iki halk arasında tamiri mümkün olmayan bir çizgideyiz. Bu ülkenin, ahlak yoksunu, basiretsiz siyasetçileri kanı kanla yıkamak ya da çözümsüzlüğü dayamak için ellerinden geleni yapıyor. Siyasi bir çözüm bulunabileceğine dair tüm ümitlerim bitti.

Bir dönemin meşhur "Analar el ele versin, bu iş çözümlenir" söylemi de çoktan rafa kalktı. Çünkü analar da birbirinden nefret ediyor.

Ciddi anlamda iç savaşa sürükleniyoruz. Bunu görmemek için aptal olmak lazım. Yaşanan çatışmalar bu ülkenin dağlarından, şehir merkezlerine doğru hareketlendiği an, şu an yaşadıklarımız bize anlamsız gelecek.

30 yıldan bu yana herkes gördü, bu savaş sürecinin askeri önlemlerle bitirilemeyeceğini. Daha bir önceki Genelkurmay Başkanı'ın açıklamalarını hatırlasın herkes. "Bölgeyi BBG evi gibi izliyoruz" demişti. Bölgenin değil BBG evi gibi, anahtar deliği gibi izlenemediği açıktır.

Ölen asker ya da militan fark etmiyor. Ölenlerin yerini yenileri alıyor. Her iki taraf da, kendi haklılığını ortaya koymaya çalışıyor. Tehlikenin farkına varmaya çalışanlar, yavaş yavaş "Birlikte yaşamak zorunda mıyız?" cümlesini dillendirmeye başladı.

Birlikte yaşama koşulları ortadan kalkıyor. Bu koşullar daha da güçlenmeye başlarsa, bu görüş daha yüksek sesle dillendirilmeye başlanacak. Benim derdim, Misak-ı Milli sınırları filan değil. Ulusların kaderlerini tayin hakkına her zaman inandım, inanmaya da devam edeceğim. Zaten hangi ülke, kurulduğu günden sonsuza kadar aynı toprağa sahip olabilir ki?

Şunu açıkça ortaya koymamız lazım; birlikte yaşamak her zaman mümkün. Ama kimse kimseye kan hesabı yapmayacak, kelle sayısı tutmayacak, kin gütmeyecek, nefret beslemeyecek. Böylesi bir durumda neden birlikte yaşamayalım.

Önce birlikte yaşayıp yaşamak istemediğimizi sorgulamamız gerekiyor. Eğer birlikte yaşamak istiyorsak, şiddetin her türlüsünü reddedip, şiddeti destekleyenleri reddedip, adım atmamız lazım. Adımdan kastım, açılım denen ne idüğü belirsiz bir olgu değil.

Bu devletin özür borcu olduğu çok kişi var. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar. Bunların hepsinden bir özür dilenmelidir. Yola önce böyle çıkılması lazım. Öte tarafın da, silahlarını acilen bırakması lazım. Elde silah, barış konuşamaz kimse. Tabii barış konuşmak isteniyorsa. Yok elde silahla devam edilecekse, ne silah biter, ne de o silahı tutacak insan.

Türkiye'de yaşanacak bir iş savaş, bu ülkenin felaketi olacaktır. Çünkü her şey olup bittikten sonra, sadece analar değil hepimiz gözyaşı dökeceğiz. Döktüğümüz gözyaşlarından kan damlayacağını bilerek yaşamalıyız ve düşünmeliyiz. İşin sonunda, birlikte döktüğümüz gözyaşında boğulmak da var.

Günün sözü bu olsun


Bir söz söylerken, arkasında duracaksın. Durmayacaksan söz vermeyeceksin.

Söz vermek g*t vermeye benzemez demişler. Birini vermek üç dakikanı alır, diğerinde hayatını bağlarsın.

İnsanlara karşı nefretim kartopundan çığa doğru ilerliyor. İnsan yeter ki, sevdiklerinden tiksinmesin, midesi bulanmasın. En berbat olanı budur çünkü.

Mesleki açıdan soytarılığa sözüm yok ama insanların soytarılaşmasına çileden çıkıyorum.

Haydi eyvallah..

Ahlaki değerler açısından doğru bir karar


Keita'nın futbolculuk yeteneklerine kimse söz edemez ancak eğer kendisi bu yaşta Katar'a gitmeyi seçiyorsa artık futbol oynamayı en azından bir süre askıya aldığı kesin. Öte taraftan, Galatasaray'ın futbolcu satmadan, yeni transfer yapamayacağı da ortadaydı.

Taraftarın memnun olmayacağı muhakkak ama benim baktığım pencereden Keita'nın satışı gayet anlamlıdır. Ne kadar yetenekli olursa olsun, istediği kadar yıldız olsun sahada daimi olarak antipatik hareketler sergileyen futbolcuların, Galatasaray'da forma giymesini hiçbir zaman içime sindiremedim.

Galatasaray'ın böyle bir kulüp olması, kendi adıma beni hep mutlu etmiştir. Kosecki formasını yere fırlattığı zaman ne kadar doğru bir karar alınmışsa, Keita'nın gönderilmesi de aynı doğrultudadır.

Karşı çıkanlar bir de şunu düşünmeli. Daha istenilen ve beklenen bölgelere transfer yapılmadan; Rijkaard, Keita'nın gönderilmesini ister miydi? Pek olanaklı görünmüyor. Muhtemelen Rijkaard'ın da oluru alınmıştır bu transferde.

Evet belki, bizi hop oturtan hop kaldıran bir adamı kaybettik ama ahlaki yönden sahada sürekli olarak zaaf gösteren, sinirlerine hakim olamayan bir futbolcuyu da bünyemizde barındırmamış olduk.

Sahanın ortasında sondaj yapanları gönderemeyenlerle aramızda bir fark olmalı. Benim için bu fark, hiçbir şampiyonlukla ölçülmez. Bazı değerler, şampiyonluklardan daha önemli yoksa "Asaletin bize yeter" diyemeyiz.

Keita'nın yolu açık olur umarım. Bu yaşta Katar'da oynayacak bir adam değil çünkü. Böyle adamlara fazlasıyla ihtiyaç var futbol dünyasında.

Haldun Üstünel'in pasifize edilmesinde, geçen yılki transferlerin payı büyükmüş bunu da görmüş olduk. Doğrusu Elano'nun da gönderileceğini düşünüyorum. Galatasaray'ı önümüzdeki günlerde yönetimsel açıdan büyük krizler bekliyor gibi.

Unutmadan, Keita'nın gidişi Kewell'ın kalmasının da habercisidir. Adnan Polat, taraftarı karşısına almayı sevmez.