6 Eylül 2011

Utanıyorum


Bugünlerde yere göğe sığdırılamayan, 'demokratikliği' ve 'özgürlükçülüğü'ne sürekli parmak basılan Menderes iktidarının tasarladığı, 6-7 Eylül olaylarının üstünden 56 yıl geçti.

Türkiye Cumhuriyeti'nin utanç sayfalarından biri olan 6-7 Eylül resmi rakamlara göre 11 kişi öldü, 300 kişi yaralandı.

Binlerce kişi, Taksim'de, Harbiye'de, Şişli'de, Osmanbey'de, Nişantaşı'nda, Kumkapı'da, Samatya'de, Bakırköy'de, Yeşilköy'de, Moda'da, Kuzguncuk'ta, Yedikule'de gayrimüslimlerin evlerine, işyerlerine saldırdı. Evlere girip kadınlara ve çocuklara tecavüz etti, insanları döverek, kurşunlayarak öldürdü.

Hep söylenir ya, Türk milleti 'hoşgörü'dür, 'misafirperver'dir diye, külliyen yalan. Sene 1955'te 'Atatürk'ün evi bombalandı' diye İstanbul'da galeyana gelen Türk halkı, 1993'te Sivas'ta 'din elden gidiyor' diye insan yakıyor. Sonra biz bu olanlara gözümüzü kapatıyoruz ve 'Türk insanı hoşgörülüdür' diye palavranın en alasını sallıyoruz.

Bugün Taksim'de, Şişli'de, Nişantaşı'nda, Osmanbey'de apartman sahibi olanların birçoğu, o dönemin yağmacılarıdır. O tarihten sonra birdenbire zenginler türemiştir ülkede, adı sanı duyulmamış yeni zenginler.

Bilinçli, organize, hatta devlet destekli ve tertipli 6-7 Eylül olaylarından sonra onbinlerce yerleşik İstanbullu yerlerinden edildi, zorunlu sürgüne mahkûm edildi.

İnsanları dinledikçe tabii hayrete düşmemek elde değil. Rumlar ve Ermeniler için "Bu ülkenin rengi" diyorlar, sanki salon süsüymüş gibi. 'Bu ülkenin rengi' denilen insanlar, yüzyıllardan beri bu coğrafyada yaşıyorlar. Birbiriyle birebir örtüştüğü için söylemekte yarar var; Kızılderililer de bugün, ABD'nin rengi olarak görülüyor.

Birarada yaşama kültüründen uzak bir toplumuz. Baskıyla, zorlamayla, sindirerek insanların bizim gibi olmasını istiyoruz. Aradan seneler geçiyor ama bu değişmiyor. Gazetelerde köşe yazarlığı yapanlar, kendileri gibi yaşamayanlara "Tahammül ediyoruz" ediyoruz, diyerek aslında beyinlerinin içindeki alçak düşünceleri daha fazla dayanamayıp, itiraf ediyor.

Yıllarca tanıdığı Cengiz isimli arkadaşımın aslında Rober olduğu gün bu ülkenin insanlarından nefret etmeye başladım. Tıpkı zorla din dersine sokulan lisedeki Alevi arkadaşım Bahar gibi ya da Kürt olduğunu, söyleyemeyen Barış gibi.

Bunları söyleyince "Bu ülkede bir tek Türk olduğunu söyleyemiyorsun" diye bir söylem ortaya çıktı. Kimin Türklüğü bugüne kadar tartışma olmuş bilmiyorum, en azından denk gelmedim ama azınlıkları ve başka kimlikte insanlar için bir-iki kelime söylenince hemen bu cümleyi savuruyorlar.

İnsanların isimlerini değiştir, zorla Müslüman gibi yaşat, evlerini ellerinden al, kadınlarına, kızlarına tecavüz et, kendi ülkelerinden başka yerlere sürgüne gönder sonra bu cümleyi rahat rahat söyle. Pes, hakikaten pes!

Yaptıklarımızdan utanmıyoruz, üstümüze alınmıyoruz ve tarihimizle yüzleşemiyoruz. Bizim dışımızda herkes suçlu. Zaten o suçlu psikolojisini atmak için uydurduğumuz sihirli bir kelime hoşgörü.

Osmanlı'dan bu yana hoşgörünün dünya üstündeki tek temsilcisiyiz! Bir de o, hoşgörü denen yalanı tarihsel boyuta taşırız. Adamın çocuğunu al asker yap, kızını al hareme at, vergi yüküyle boğ sonra hiçbir şey olmamış gibi "Ama biz kimsenin dinine karışmadık" diye yalanın en aşağılığına kendini inandır ve bu yalana ortak ol.

Çok linç yaşadı bu topraklar. Hiçbirinde 'hata bizde' diyemedik. Birileri Ruslara yardım etti, birileri Atatürk'ün evini bombaladı, birileri vatan hainiydi v.s. v.s.

Bizse dünyaya, yüzyıllarca 'hoşgörü'nün dersini verdik.

Yüzlerce kadına ve çocuğa tecavüz edip, erkekleri 'sünnet' edip, evlerini, işyerlerini zorla sahip olmak nasıl büyük bir vicdansızlıksa, bütün bunlara gözünü kulağını tıkayıp hiç olmamış gibi davranmak da, o gün yapılanları haklı çıkartmak ve insanlıktan çıkmaktır.

Hâlâ kan üstünden siyaset yapılan bir ülkenin ferdi olmak, insana utanç veriyor. Hele de, kafamı çevirip şu yaşananları gördüğümde.

Şu yapılanlardan utanmayan, insan olamaz.

Şarkıyı da dinlersiniz.