Sabah gazetelere baktığımda ilk haberdi, Radikal'in "Afet, devleti vurmaz" haberi. Devlet, Van Gölü kıyısındaki 6 mahallede oturan vatandaşlarını "Sular yükseliyor" diyerek, oradan ayrılmalarını sağlıyor ve daha sonra Van Gölü manzaralı devlet binaları yapıyor.
Sonra bilgisayar başında otururken, Van'daki o acı depremi okudum. Şu an söylenen binlerce insanımızı kaybettiğimiz yönünde. Enkaz altında yüzlerce insanın "Kurtarın bizi" çığlıkları.
Birçoğumuz 1999 depreminde yaşadı bunları, yaşamadıysak da televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk. Mucizeler artsın diye dua ettik hep birlikte. Her mucize haberinde, sanki bizim yakınlarımız kurtarılmışcasına sevindik.
Ama çok değiştik. Acıları nasırlaşmış bir ulus olmamıza karşın, artık acılarımızı bile sınıflandırıyoruz. Böylesi binlerce insanı kaybetmişken, dua etmeyi bırakıp, "Kürtler ölsün", "Cana değil, mala gelsin", "İlahi adalet", "Askerlerimizi şehit edenlere Allah'tan cevap geldi" diyerek, ütstümüzdeki insanlık giysilerini çıkartıp, bilinmez, tanınmaz canlılar haline geliyoruz.
Konuştuğumuz dile, inandığımız değerlere, kimliğimize, dinimize, dilimize bakarak, yitip giden binlerce insanın ardından vicdanlarımız hiç mi hiç sızlamadan "Oh olsun!" diyoruz. Üstelik bunu derken, adaletten söz ediyoruz.
Şu küçücük kızın gözlerindeki korku, yaşadığı travma, milyonlarca kişinin umrunda bile değil. Bir o kadar kişi, bu kız ölmediği için üzülüyor. Anasız, babasız büyüyeceği içinse dünyalar kadar mutlu.
Peki bundan sonra ne mi olacak? Biz bunun takdiri ilahi olduğuna inanacağız. Bugüne kadar iktidarların, belediyelerin deprem bölgesi olmasına karşın, bu ülkeye tek bir çivi bile çakılmadığını esgeçeceğiz.
Başbakan, bakanlar Van'a gittiği için, insan yerine konduğumuzu, devletimizin bize sahip çıktığına inanacağız. Neredeyse her ürün için verdiğimiz deprem vergilerinin nereye gittiğine dair tek bir soru bile sormayacağız. Sorsak da, yanıtsız bırakacaklar bizi.
"Buna da şükür" diyerek, bir sonraki deprem gelene kadar, bu gerçeği unutacağız. Hatta aradan birkaç sene geçince, bunları yaşanmamış sayacağız.
Ne demişti bugün İstanbul'un neredeyse her boş alanına bina diken Ali Ağaoğlu; "İstanbul konut inşaat sektörünü en iyi bilen isimlerden biri olarak söylüyorum ki; mevcut yapı stoğunun yüzde 70'i deprem açısından güvenli değil. 1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez, ölen şanslıdır."
Türkiye'nin en zengin adamlarından biri, nasıl zengin olduğunu anlatıyordu aslında bu kelimelerle. Bu sözlere rağmen hakkında tek bir işlem bile yapılmadı. Üstelik, binlerce daire yapıyor şu anda.
Bugün Van'da yıkılan o boktan binaları da başka bir Ali Ağaoğlu yaptı. En fazla soruşturmayla yırtacak. Sonra yıkılan binalar için ellerini ovuşturmaya başlayacak, yerlerine yenisini yapacağı için.
Hiçbirimizin toplu iğne kadar canı yok bu ülkede. İstiklal Caddesi'nde kafasına onlarca kiloluk cam düşen kızın da yok, kaldırımda otobüs beklerken araba çarpan çocuğun da yok, dağda ölen askerin, militanın da, depremde yitip giden binlerin de.
Her şeye 'kader' gözüyle baktığımız sürece de, tekrar tekrar öleceğiz. Belki birkaç saat depremden söz edip, 'ah'lar vah'lar' çekeceğiz.
Sonrası mı? Bilmem siz yanıtlayın...
Bu acıyı yaşayan herkese geçmiş olsun, yakınlarını kaybedenlerin başı sağolsun...
Devletinin göl manzarası için yurttaşını evinden ettiği, üstelik yıkılma ve su baskını riskine karşın kamu binası diktiği bir ülkede yaşamaktan utanç duyuyorum.
3 yorum:
herkes sen gibi olsa keşke
Eline yüreğine sağlık abi söylenecek söz yok..
Eline saglik. Bu arada 99 depreminden beri zorunlu olarak odemekte oldugumuz deprem vergileri ne durumda acaba? Eger bugun hala devlet oradaki insanlara yardimi yetistiremiyorsa 25 milyar TL'den fazla vergiyi biz kime, nicin odedik ki?
Selamlar,
Selim
Yorum Gönder