mahmut uslu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mahmut uslu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2014

3 Temmuz'un tek kazananı Fenerbahçe


16 Aralık akşamı, Star TV ekranlarında 'özel haber' ibaresiyle bir haber yayınlandı. Haberde Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın 3 Temmuz şike operasyonunda görev alan herkesten şikâyetçi olduğu belirtilerek, Aziz Yıldırım'a göre, şike operasyonunun amacının Fenerbahçe ile dönemin Başbakanı olan Recep Tayip Erdoğan’ı karşı karşıya getirmek olduğu belirtiliyor.

3 Temmuz şike sürecinden bu yana duyduğumuz iki temel savunma vardı Fenerbahçeliler tarafından. Biri cemaatin Fenerbahçe'yi ele geçirmek istediği, diğeri ise AKP'nin Fenerbahçe'yi ele geçirmek istediğiydi.

Bunlarla ilgili büyük büyük yazarlarımız çokça yazı kaleme aldılar. Misal Can Dündar, 11-07-2011 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yazdığı köşesinde şunları söylemektedir; "Fenerbahçe’de yaşanan, bir temizlik çalışması değil, bir iktidar çatışmasıdır; dolayısıyla siyasaldır. 2011 seçimlerinin ilk faturaları kesilmeye başlandı. “Bundan sonra ne olur” diye soranlara yukarıda örnekler verdiğim tarihi hatırlamalarını tavsiye ederim. Cevabı orada var. Bu, siyasetteki yapılanmaya paralel bir darbedir. Arkası gelecektir. Her devir olduğu gibi yine eski çerçeveler indirilip yenileri asılacaktır. Top, şimdi iktidarın ayağındadır."

Tayyip Erdoğan'la yavrusu Bilal arasında geçen konuşmalar, "Fenerbahçe'ye operasyon böyle yapıldı" başlığıyla muhalif etiketiyle yayın yapan sitelerde yayınlandı. Oysa görüşmenin içeriğini dinlediğinizde, ortada Bilal'in bir oyu olduğu ve onun gidip kullanılması gerektiği ve şike sürecinde Platini'nin 'adı geçen takımları küme düşürün' demesine karşın Tayyip Erdoğan'ın nasıl göğsünü siper edercesine karşı durduğundan başka bir şey yok.

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra işin rengi değişiyor. Çünkü devreye artık devletin Başbakanı tarafından 'paralel yapı' adı verilen ve direkt olarak Fethullah Gülen cemaatini hedef alan bir yapı ortaya konuyor.

Paralel yapı artık her yerde dillendirilmeye başlanmışken, Aziz Yıldırım BBCTürkçe'ye şunları söylüyor: "Yapılan bütün operasyonları cemaat yapmıştır. Paralel devletin kurbanı. Yargıtay kararına kadar olan kısımda evet bunu düşünüyorum. Ama Yargıtay kararını veren hakimlerin paralel devletin adamı mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin mi yani bu hükümetin mi adamı olduğuna karar veremiyorum. Ne olduğuna karar veremiyorum."

wsj.com.tr'den Emre Peker'in sorularını yanıtlayan Aziz Yıldırım, "Bütün bu dosyaların arkasında Gülen mi var, böyle mi düşünüyorsunuz?" sorusuna "Bunu ben düşünmüyorum. Bunu Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı düşünüyor. 17 Aralık'ta yapılan yolsuzluk operasyonundan sonra başbakan çıkarak ÖYM'lerde yapılan bütün davaların kumpas olduğunu söyledi" yanıtı verip, aynı gün ajanslara AKP ile Cemaat'in 11 yıl boyunca birlikte iktidara yürüdüğünü ve wsj.com.tr'ye verdiği röportajda sözlerinin sadece bir camiayı hedef alındığı gibi gösterilmeye çalışıldığını söyleyerek, bir taraftan da cemaatin tüm suçlu olmadığını söylemeye çalışıyor.

Tüm bunlardan anladığımız şu; Aziz Yıldırım her konuşmasında Gülen cemaatini Başbakan'ın 17-25 Aralık sonrası sözlerini adres gösterip açık açık suçlarken, bir taraftan da üstü kapalı biçimde AKP iktidarını suçluyor ama bunu net ifadeler yerine flu açıklamalarla yapıyor.

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrası "Şike yaptıysam Fenerbahçe için yaptım. Ben kendim için şike yapmadım" diyen Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yöneticilerinin bugün başka bir rotaya girdikleri ortadadır.

Ne gariptir ki, gözümüzün içine baka baka hırsızlık yapanların da, mahkeme salonlarında savunma verirken 'şike yapmadık' yerine 'ama onlar da yaptı' diyenlerin en büyük şikâyeti usulsüz dinlemeler olmuştur.

İktidardan şikayet edip, "O statta maalesef sayın Cumhurbaşkanı'na da protesto yapıldı" diyenler de aynı camianın, şike savunmasında "Bu kanunun çıkmasında Türk sporunun gerçeklerini görerek çıkması için her türlü desteği veren Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkür ediyorum" diyenler de aynı camianın mensupları.

Garip bir süreç yaşandı 3 Temmuz'dan sonra. O güne kadar yapılan bütün operasyonların arkasında duran Cengiz Çandar, Ergun Babahan gibi fanatik yazarlar, Nedim Şener, Ahmet Şık gibi yazarlar ya da Genelkurmay Başkanı cezaevine atıldığında Türkiye'nin bağırsaklarını temizlediği yorumları yapıp, yaşanan hukuksuzlukların hiçbirine ses çıkartmazken, söz konusu Fenerbahçe olunca, bambaşka ruh haline büründüler.

Bugün artık bütün pislikleri, cemaat denen iğrenç oluşumun üstüne yıkmak en geçerli yöntem. Koluna 700 bin dolarlık saat takıp, 34 milyon Euro rüşvet alan adam da cemaati suçluyor, "Şike yaptıysam Fenerbahçe için yaptım" diyen adam da cemaati suçluyor. Ülkenin muktedirlerinin gösterdiği adres değişmediği sürece, bu durum değişim göstermeyecek.

'Bizi ele geçirmek istediler' diyerek, adresi belirsiz mesajlar verenler, artık "O statta maalesef sayın Cumhurbaşkanı'na da protesto yapıldı" cumhurbaşkanlarına sonsuz bağlılıklarını sunuyorlar.

Sürekli Mesut Yılmaz örneği veren Fenerbahçeliler, bugüne dek hep siyasi güce yakın durduğunu kabul etmek zorunda. Bu ülke tarihinde başbakanlığı döneminde bile Fenerbahçe başkanlığını bırakmayanlar, orgenerallerin futbolcu transferine evrak yetiştirmek için jet havalandırması kadar geniş bir yelpazede Fenerbahçe-siyasal erk yakınlığı yaşanmıştır.

Onların deyimiyle 'Sayın Başbakan'ın ricasıyla Suriye'de özel maç yapanlar, Demokrat Parti'den milletvekili yapılan Zeki Rıza Sporel'in, Adnan Menderes'in direktifiyle Fenerbahçe'nin SSCB ile ilişkileri yakınlaştırmak için Fenerbahçe'nin Sovyetlere gönderildiğini hatırlamazlar.

Ya da bugün 'Stadımızı kendimiz yaptık' diye böbürlenenler, Şükrü Saraçoğlu'nun Fenerbahçe başkanlığı ve TC başbakanlığı döneminde Fenerbahçe Stadı'nın satın alınmadığını da bilmezler.

Ülkenin başındaki en büyük bela göreve geldiğinde, "Türkiye'ye yakışan Fenerli başbakan" pankartı açanlar, acaba şu an ne düşünüyordur merak ediyorum.

'Sen böyleydin, ben böyleydim' tartışmasına girmek istemiyorum ama yakın tarihte yaşananlara baktığımızda, cezalandırıldığını düşünenlerin, aslında ödüllendirildiği ortada. Paha biçilemeyen lise arazilerinin peşkeşi, sportif amaçlı verilen tesislerin turistik işletmeye verilmesi, sadece Bursa'da yerel bir gazeteye verilen ilanla yüzmilyonlarca liralık bir spor salonunun bedavaya yapılması, kaçak marina yapılan tesisler gibi pek çok şey, bugün 'bizi ele geçirmeye çalıştılar' dedikleri devlet ve cemaat tarafından Fenerbahçe'ye çekilen peşkeşlerden bazıları.

Kumarda nasıl sadece kasa kazanır kuralı geçerliyse, 3 Temmuz'un tek kazananı da Fenerbahçe olmuştur. AKP iktidarı devam ettiği sürece de kazanmaya devam edeceklerinden emin olun. Daha nice tesisler, şampiyonluklar, 'zaferler' elde edeceklerinden şüpheniz olmasın.

Çünkü bir hırsızın hırsız olup olmadığını başka bir hırsıza soramazsınız. Sorduğunuzda alacağınız yanıt, onun temiz olduğundan başka bir şey değildir. Bu süreçte yaşadığımız şey, hırsızlara kol kanat gerildiğidir, üstelik siyaseten bambaşka yelpazelerde olup, fikren asla anlaşamayan insanların biraraya geldiğini gördük.

Galatasaraylılar için de minik dipnot vereyim, bir süre daha sportif-mali başarı filan beklemesin kimse. Şimdiden herkes kendisini bundan çok daha kötü günlere hazırlasın.

Bu vesileyle Türkiye'ye yakışan Fenerli başbakanın diyenlerin ayrıca sülalesini sikeyim...

11 Kasım 2014

Hakikaten büyük orospu çocuğusunuz



Basketbolla aramdaki şey, babamın dükkânına yakın Spor Sergi Sarayı'yla başladı. O dönemler kılkuyruk gençsin, hayatın varsa yoksa futbol, diğer sporları izlemeyi ihanet gibi sayıyordum. Şimdi düşününce bildiğin sik kafalının tekiymişim, hoş halen öyleyim.

Neyse, babamın Osmanbey'de dükkânı vardı, hafta sonları gelip giderdim, beleş gazoz ve kakao içerdim. Özellikle kakaonun hastasıydım. Sözüm ona babama yardıma gidiyorum, bütün gün gelsin kakao, gitsin gazoz takılırdım. Bir gün bir davetiye geldi, babam 'hadi bugün seni maça götüreyim' dedim. Ben nasıl bir keyifle 'tamam' dedim ama maç dediğini salt futboldan ibaret saydığım için bir basketbol karşılaşması olduğunu öğrendiğimde uğradığım hayal kırıklığını asla unutamam.

'Fenerbahçe ile Galatasaray oynayacak' deyince biraz keyiflendim ama futbol olmadığı için de içim buruk biçimde Spor ve Sergi Sarayı'nın yolunu tuttuk. Fenerbahçeli Halil Dağlı'nın jübile maçıymış. Adam babamın arkadaşıymış. İnanın maç kaç kaç bitti, kim kazandı hatırlamıyorum bile ama acayip zevk aldım basketbol denen oyundan.

Ben bu maçtan sonra artık spor sayfasında sadece futbol okuduğum gazetede basketbol sonuçlarına da bakar oldum. Galatasaray'ın o şahane kadrosunun olduğu yıllar. Dawkins, Michaelle Scarce, Cihat, İzic filan, o kadro işte.

O dönemler maçlar TRT'de Avni Küpeli'nin programı vardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa salı akşamları yayınlanırdı. Avni Küpeli'nin o iğrenç anlatımına katlanarak izlerdim.

Çok uzatmayayım, futboldan sonra ilk ağladığım maç, Galatasaray ile Karşıyaka final serisini kaybettiğimiz maçtı. Hiç unutmadığım bir andır, maçı televizyondan izledim, sonra balkona çıkıp hüngür hüngür ağladım.

Sonra senelerce basketbol izlemedim Michael Jordan'ın yeniden dönüşünün ikinci dönemine kadar. O dönem 3 dost bir evde bütün serileri izliyorduk. Jordan bıraktı, ben de izlemeyi bıraktım. (Ya bu kadar değil aslında da kısa tutayım dedim, uykum var amk. Ama söz, bir ara yazarım)

Gel zaman git zaman NTV'de çalıştığım yıllarda maçlar NTV'den yayınlanıyor. Gece çalışıyorum, eve geliyorum, haliyle uyku yok, NBA maçlarını izlemeye başladım. Yeniden izlemeye başlamamın nedeni Kaan Kural oldu. Tek bir kelime bile muabbet etmedim, aynı binada çalışmamıza karşın ama herifin yorumculuğunu çok sevdim. Sadece bir basketbol maçı izlemiyordum, aynı zamanda tonla bilgi sahibi oluyordun. Benim kafamda 'yorumcu nasıl olmalı?' sorusunun yanıtı net olarak Kaan Kural oldu.

Biraz önce Kaan Kural'ın yorumculuğunu bıraktığını okudum şu linkten. Samimi olarak söylüyorum Galatasaraylı olduğundan bu röportajda bilgi sahibi oldum. Fenerbahçeli, Beşiktaşlı ya da Yozgatsikimsporlu (Yozgatlılar eylem yapar amk şimdi) olsa da fark etmezdi, çünkü hayatım boyunca bir adamın hangi takımlı olduğu beni ilgilendirmedi. 20 yaşımdan beri 'iyi insan, kötü insan' gözettim çünkü.

Bu ülkede işini iyi yapanların devri geçti. Kime ne kadar biat ettiğin, bulunduğun camianın ya da ortamın şekline ne kadar girdiğinle daha önemli bir hal almaya başladı iş hayatında ilerleme noktan. Bugün televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda gücün karşısında eğilenler, o güce götünü dönenler alabildiğine yürüdü. 10 yıl önce kimsenin ismini bilmediği orospularla, orospu çocukları bugün yalılarda filan oturmaya başladı. Medyanın üstünden silindir gibi geçildi çünkü bugün kaçak saraylarda oturan cumhurbaşkanı 'ya bendensin, ya yok olursun' diye açık açık onlarca kez açıklama yaptı. Halen de yapıyor herif 'bunlara operasyon şart' diye hedef gösteriyor.

Basketbol denilince benim aklıma gelen 2-3 isimden biri Kaan Kural, üstelik benim için en değerli olanı. Şimdi bu adam, sadece ve sadece doğruyu söyledi diye, işsiz bırakılıyor, işsiz bırakmakla da yetinmeyip, birtakım amın feryatları, ufacık kızına bile küfür ediyor.

İktidarla ortak paydası olanlara bir göz gezdirin; kimler olduğuna iyi bakın. Milyon dolarlık 'koca koca!' kulüp yöneticileri bir insanın ekmeği ile gayet rahat oynayabiliyor. Üstelik bunu yaparken, sanki hayatın olağan akışı içindeymişcesine davranıyorlar. Neden? Bir insan kendi bildiği doğruları söylüyor diye. O isim Kaan Kural olmuş, Ahmet Tural olmuş önemi yok. Sürekli bir faşizm muhabbeti dönüyor ya, işte faşizm net olarak budur. Kendinden olmayana yaşama şansı vermemek, onu hayatın içinden silip atmak, yaptığı işten alıkoymak. Faşizm sadece siyasi bir görüş değildir, faşizm kimi zaman kendisini bir gazeteciyi işsiz bırakmak olarak gösterir, kimi zaman kendi gibi düşünmeyen taraftarın kombinesini iptal etmekle olur.

Kaan Kural belki de bu durumdan rahatsız değildir, Kadıköy'de kafes açıyormuş. Muhtemelen kafası çok daha rahat olur, bu iğrenç ortamdan kurtulduğu için. Ama ben rahatsızım, bu ülkede işini doğru düzgün yapan insanların birer birer kapı dışarı edilmesinden, beni işini doğru yapan insanlardan mahrum bırakmalarından rahatsızım. Hatta rahatsızlık bir yana, bu anasını siktiğimin orospu çocuklarına aklıma geldikçe küfür ediyorum. O isim Murat Özaydınlı olmuş, Mahmut Uslu olmuş umrumda bile değil.

Ülkenin, her alanda işini bilmeyen, sadece güçlülerin önünde domalıp götünü siktirmeye hazır yavşaklara bırakılması artık ciddi ciddi öfke nöbetleri geçirmeme sebep oluyor. Üç-beş ezbere alınmış cümle ile, hemen her konuda ahkâm kesen, para için anasını sikenlere 'neden bacımı sikmedin?' diye hayıflanacak tonla insan medyada ama Kaan Kural gibi işini son derece düzgün yapan, bilgili, eğitimli, donanımlı insanlar medyadan silinip atılacak!

Böyle sistemin geçmişini sikeyim, bu sistemi yaratanların da sülalesini sikeyim.

En sinir bozucu olan yanı ne biliyor musun? Bunların hepsini aslında normalmiş gibi gören insanlar. Sanki olması gereken buymuş gibi davranmaya başladı herkes.

Kaan Kural isminin önemi yok, sadece şunu düşün, iyi bir eğitim almışsın, işini iyi yapıyorsun ama birileriin götünü yalamadığın için güçlünün yanında yer almadığın için kıçına tekmeyi vuruyorlar. Bugün o isim Kaan Kural olur, yarın sen olursun. Sıra sana geldiğinde de, bu iğrenç düzene tepki vermediğin için yanında kimseyi bulamazsın. Ya da hayat boyu birilerinin götünü yalamayı içine sindirip, bu yavşaklardan biri olursun.

Bu sessizlik, bu tepkisizlik, mide bulandırıcı bir hal almaya başladı. Birileri sürekli ülkenin onursuzlar hanesine kaydını yaptırıyor.

Okuduğum röportajdan anladığım kadarıyla kendisi pek de istekli değil bu işlere girmeye ama Kaan Kural eğer kusura bakmazsa böyle kabullenmesini de ben kabul etmiyorum. Sikerler öyle işi, şu hayatta keyif aldığımız şeylerin de hepsi elimizden gitmesini de istemiyorum.

Aslında tek tek gibi yaşanan örnekler, koca bir kitle yaratıyor. Bu kitleye her gün yeni isimler ekleniyor. Tüm bu yaşananlar bize şunu söylüyor, "Biat et, biat et, biat et, biat et....."

Onursuzluğu içine sindirenlerin anasını sikeyim, ekmek parası filan diye zırvalayanların ayrıca sülalesini sikeyim. Bu günler er ya da geç bitecek, sonsuza kadar süreceğini sananlar gerizekalının dik alasıdır. O gün, aynaya baktığında kendinle yüzleşebilir misin bilmiyorum.

Bu vesileyle Kaan Kural'ın işsiz kalmasını sağlayan, onu işsiz bırakan kim var kim yok, analı, bacılı, babalı, dayılı sülalesini sikeyim. Hepiniz orospu çocuğusunuz.

Kendinize iyi bakın, bazı durumlar dışında insanlıktan ayrılmayın....