14 Haziran 2010

4. günden aklımda kalanlar


2010 Dünya Kupası'nın şu ana dek, beklentilerin altında geçtiği şüphe götürmez bir gerçek. Şu ana dek izlediğimiz takımlar içinde Almanya dışında gösterişli ve etkili futbol oynayan bir takıma rastlamadık.

Günün ilk maçında Hollanda ile Danimarka mücadelesinde her ne kadar favori Hollanda kazanmış olsa da, ahım şahım bir futbol oynadığını söylemek güçtü. Danimarka, rakibi karşısında orta sahaya alabildiğine daraltırken, Hollanda'nın kanatlardan gelmek dışında başka seçeneği kalmadı. Tabii bir de, Sneijder'ın mesafe tanımadan çektiği şutlar vardı.

Bugüne dek, Hollanda'yı hemen herkesin sevmesinin önemli nedeni, futbolu risk alarak oynaması. Ancak turnuvadaki izlediğimiz tüm maçlarda olduğu gibi Hollanda da, minimum riskle maçı kopartmaya çalıştı ve Danimarka adına talihsiz bir golle 3 puanın gelmesini sağladı.

Hollanda'da Van Persie, Sneijder, Van der Vaart gibi oyuncuların beklenenin altında kalması, seyir zevkini düşürdü. Oyunda fark yaratan tek oyuncu, yedek Elia oldu. Oyuna girdikten sonra Danimarka'nın gardının düşük olması da etken oldu oynadığı futbolda fakat yine de sahayı sürekli dikine kat etme çabası takdire değerdi.

Muhtemelen Hollanda'yı favori gösterenler ve kupayı kazanacağını düşünenlerin -tıpkı benim gibi- birçoğunun ümidi kırıldı. Ben o anlamda ümütsiz değilim. İzlediğimiz tüm maçlarda gördük ki, herkes hata kovalayıp gol bulma peşinde.

Danimarka kadrosunun, hatıralardaki Vikingler olmadığı kesin ama yine de, Japonya ve Kamerun maçını gözönüne alırsak, orta sahadaki baskın oyunları, rakiplerine buhranlar yaşatabilir. Yenilmesine karşın Danimarka'nın gruptan çıkabileğini düşünüyorum.

Artık hepimizin kabul etmesi gereken bir şey var ki, futbol fazlasıyla değişti. Öyle gösterişli oyunlar, farklı sonuçlar kolay kolay yaşanmıyor. Hollanda'nın genel kanı itibariyle hayal kırıklığı yaşatmasının sebebi budur. Mourinho'nun İnter'ine alkış tutuluyorsa, bu futbola da herkesin razı gelmesi gerekir.

İLK BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞIM: KAMERUN

Günün ikinci maçında Japonya ile Kamerun karşılaşması, gerek oyun -Kamerun'un oyunu- gerekse de skor olarak bende büyük hayal kırıklığı yaşattı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kamerun'un rahat bir maç alacağını düşünüyordum fakat Le Guen faktörü ve işlemez bir Kamerun orta sahasını hesaba katmamıştım.


Önce Le Guen'den söze girelim. Hep söylediğim şeydir, hiçbir teknik direktöre işini öğretmek gibi bir ukalalık ve aymazlık içine girmem. Fakat daha kalede Suleymanou'yu gördüğüm anda bile içimi sıkıntı bastı. Daha Emena'nın (Özellikle Emena. Tansu Polatkan'a göre ismi Emena çünkü. Neyse yazı sonunda onunla ilgili müjdem var), Alex Song'un neden oyunda olmadığını söylemiyorum bile.

Eto'o turnuva öncesinde Roger Milla'nın kendisine yönelik eleştirilerine sinirlenmiş ve her zamanki şımarık ve mızmız (böyle dediğime bakmayın çok severim) tavrıyla, turnuvada oynamama tehdidinde bile bulunmuştu. Fakat bir gerçek var ki, Milla'nın haklılık payı var. Nedenine gelince; gol atamaması, kulüp takımlarında gösterdiği performansı Kamerun Milli Takımı'nda yansıtamamasından söz edemiyorum. Surat ifadesinde bile o hırsı ve isteği göremiyorsunuz.

Elbette, tüm rakiplerin Kamerun karşısında öncelikli hedefi Eto'o. İşte tam da bu yüzden Le Guen'e kızıyorum. Bu, su götürmez gerçek karşısında neden kontra bir taktikle rakiplerine sağ gösterirken, soldan vuramazsın. Böylesi bir durumda, Emana bulunmaz Hint kumaşı olabilir fakat oyuna sonradan sokarak bir maçın yitip gidebilmesini izliyoruz.

Genel açıdan bakacak olursak, Kamerun'da Assou-Ekotto dışında göze çarpan bir adam yoktu. Ki, Assou-Ekotto'nun maçın en çok top kaybeden oyuncularından biri olmasına karşın. Sorumluluk alarak oynayan ender oyunculardan biriydi.

İzlediğimiz her iki Asya takımında (Güney Kore ve Japonya) en çok hoşuma giden şey; hadlerini bilerek oynamalarıydı. Stil olarak birbirine benzeyen iki takımın temel hedefi, rakibini az adamla yakalayarak sonuca gitmekti. Bu noktada şunu söylemem lazım. Bu anlayıştaki futbolu Japonya'nın, Güney Kore'nin oynaması mazur görülebilir ama bu futbolu İtalya, Fransa oynuyorsa çileden çıkar insan. Karşılaştırdığım takımlar arasındaki futbolcu kalitesini göz önüne aldığınızda, ne demek istediğimi gayet iyi anlarsınız.

Açıkçası, Kamerun'dan hiç ümidim kalmadı ikinci tur için. Bu futbolla ve o teknik direktörle ikinci tura çıkması, benim için turnuvayı kazanması kadar sürpriz olur.

DE ROSSİ SAĞOLSUN

Son maç, skor olarak da, oyun olarak da bütün beklentilerime denk düştü. Hatta şu kadarını söyleyeyim, ilk golü Paraguay'ın atıp, İtalya'nın daha sonra bir şans golü bulabileceğine kadar düşünmüştüm. Neden mi?

Turnuvada bu kadar maçı ve oynanan futbolu izledikten sonra bu işin 'pir'lerinin, farklı bir oyun oynaması sürpriz olurdu. Öte taraftan Güney Amerika elemelerinde önüne geleni devirmiş, ciddi anlamda rakiplerini bayıltan bir Paraguay var.

Paraguay, golü bulduğu dakikaya kadar, rakibinin İtalya olduğunu zerre kadar umursamadı. Sonrasında, çaresizce 90 dakikayı gol yemeden tamamlamaya çalıştı ama olmadı.

Paraguay'ın defansif oynaması için hiçbir sebep yok. Ciddi anlamda iyi forvetlere sahipler. Valdez'den tutun da yedek giren Cardozo'ya kadar, kupadaki birçok takımda bulunmayan forvet zenginliği, onların daha gole dönük futbol oynamasının başlıca nedeni. Ama işte, o skoru koruma hastalığı yok mu? O bir takımın en büyük düşmanlarından biri.

Paraguay'da özellikle Vera'yı acayip beğendim. Orta sahadaki enerjisi, her akında forveti ve kanat oyuncularını yedeklemesiyle ideal bir orta saha oyuncusu tablosu çizdi.

İtalya'ya gelirsek, onlar açısından tatsız geçebilecek bir geceyi kaleci Villar kurtardı. İkinci yarıya kadar futbol adına sahaya hiçbir şey yansıtmayan tatsız, renksiz bir takım vardı.

Bu kötü tablo ikinci yarı Paraguay'ın geriye gömülmesiyle dağıldı. De Rossi, Pirlo'nun olmadığı bir takımda en parlak adamlardan biri olarak göze battı. Ve tabii ki Pepe. Sahada Vera'yla birlikte en beğendiğim iki futbolcu oldu ama Pepe'nin biraz daha ağır bastığını söyleyebilirim.

Benim adıma maçta ilginç olan tek şey, Serie A şampiyonunun tek bir futbolcusunun bile İtalya Milli Takımı'nda oynamıyor olması. Kadrosunda numunelik 4 İtalyan'a sahip olan bir takımın (Biri de devşirme) o ülkenin liginde şampiyon olmasının nasıl bir başarı olduğunu ayrıca tartışmak gerekir.

Sonuç itibariyle aslında iki takım da istediğini almış gibi görünüyor. Slovakya için çok net konuşamıyorum fakat bu Paraguay-İtalya ikilisinin üst tura çıkacağını düşünüyorum.

Not: Hollanda-Danimarka maçında Ömer Üründül'e maruz kalıp, ardından Tansu Polatkan'ın 'eşsiz' anlatımıyla karşılaşmak bir futbolsever adına en büyük 'işkence'. Tansu Polatkan'ın seneye emekli olacağı ve o yüzden bu son turnuvaya istemeye istemeye gönderildiğini söyleyeyim.

Günlük maç tahminleri vol.4


Evet, tahminlerimde son derece başarısız olsam da yola devam ediyorum. Bugünkü maçlar için tahminlerim şu yönde:

Danimarka-Hollanda: Turnuvanın benim adıma en önemli favorisi Hollanda'dan 3-1'lik bir skor bekliyorum. Goller Hollanda adına; Robin van Persie, Wesley Sneijder ve Kuyt'tan, Danimarka adına ise Thomas Kahlenberg'den gelir.

Japonya-Kamerun: Kamerun'un 2-0'lık rahat bir galibiyet alacağını düşünüyorum. Jean Makoun ve Pierre Webo golleri atar.

İtalya-Paraguay: İnim inim inleyen bir maç olur gibi geliyor bana. Hafiften bir beraberlik kokusu var. Sanki 1-1 olur gibi geçiyor içimden. Goller Gilardino ve Víctor Cáceres'ten gelir.

Dünya Kupası'nın farklı yüzü


Dün akşam Almanya-Avustralya maçı oynanırken, Moses Mabhida Stadı'nın otoparkında stadyum çalışanları, maaşlarının yetersizliği yüzünden eylem düzenlemiş.

Polis, göstericileri dağıtmak için plastik mermi ve göz yaşartıcı bomba kullanmış.

Stadyum emekçilerinin talepleri, kendilerine söz verilen maaşın verilmesi.

İlginç değil mi? Bütün bir dünya 50 metre dibinizdeki maçi izliyor ama kimsenin sizden haberi bile olmuyor. Adaletsizlikler, eşitsizlikler, sermaye-emek çelişkisi görüldüğü üzere dünyanın her yerinde yaşanıyor.

Daha güzel bir dünya umuduyla...