29 Kasım 2010

Alınacak dersler, verilecek yanıtlar ve Mourinho'ya kapaklar


FC Barcelona: Valdés (altyapı), Alves (transfer), Piqué (altyapı), Puyol (altyapı), Abidal (transfer), Sergio Busquets (altyapı), Xavi (altyapı), Iniesta (altyapı), Pedro (altyapı), Messi (altyapı), Villa (transfer)

Real Madrid: Casillas (altyapı), Ramos (transfer), Pepe (transfer), Carvalho (transfer), Marcelo(transfer), Xabi (transfer), Khedira (transfer) Ronaldo (transfer), Mesut Özil (transfer), Di María (transfer), Benzema (transfer).

Endüstriyelleşmiş futbola verilebilecek en güzel örneklerden biridir şu yukarıdaki tablo. 'Transfer transfer' diye kıçını yırtan Türk taraftar profiline meram anlatmak için daha iyi bir karşılaştırma olamaz.

İki takımın karşılaştırmasına devam edelim. Bir takımın formasında UNICEF var, diğerinde ise bir bahis firması. Barcelona UNICEF'e katkı sunuyor, bahis firması Real Madrid'e. Sadece forma reklamlarına bakarak bile, endüstriyelleşmiş futbola nasıl şamar yapıştırılır görüyoruz.

Maçla ilgili bir şey söylemeyeceğim. Herkes izledi olan biteni. Messi'nin birkaç kendini bırakması dışında, tekme-tokat ve spor-sanat ikilemi arasında gidip gelen bir maçtı.

Sadece bu maç özelinden onlarca ders çıkartılabilir. Nasıl mı? Mesela bizim aptallar, maç sonlarında teknik direktörlerini çatır çatır eleştirirken, Valdez'in, Ronaldo'nun Guardiola'ya yaptığı terbiyesizliğe verdiği yanıt gibi.

Takım arkadaşına atılan bir tekmede, nasıl yekvücut olursun onu izledik. Bizimkiler, rakiplerle konuyu münazara ediyor, elinoğlu 11 kişi arkaşını yalnız bırakmıyor.

Futbolun, doğru yapılanma gerçekleştirildiği sürece basit bir matematiği var. Yeter ki, o yapılanmanın arkasında durmayı bil. Bizde olduğu gibi, "Hocanın arkasındayız" dedikten 3 hafta sonra adamı yollarsan olmaz bu işler.

Maçın rakımlarına bakalım. Barcelona 684 pas yapmış, Real Madrid 331. Topla oynamada Barcelona yüzde 67'ye yüzde 33'lük başarı sağlamış.

Jose Mourinho, haftalardır vıdır vıdır konuştu. Ağzında Inter maçından başka bir şey yoktu. Çekirgenin zıplama mühleti tek maçlıktı, onu da doldurdu. Gerçi maç sonundaki basın toplantısında hâlâ Inter günlerini yadediyordu ama bu mağlubiyetin şokunu atlatması biraz zor olur.

Mahalle karısı edası, ortalığı germe, dikkatleri başka yöne çekmek gibi basit taktikleri var Mourinho'nun. Bu maçtan sonra halen konuşabilecekse, kendisindeki midenin şirden olduğu kanaatine varacağım.

Türkiye'deki kulüplerin bu doğru yapılanmayı örnek alması şart. Başbakanlık örtülü ödeneklerinden para aktarılan, borç batağındaki kulüplere devletten sürekli yardım yapılan bir ortamda aklın, mantığın birleşmesi bu ülkedeki boktan futbol ortamını biraz arındırabilir, kirli oyunlardan.

Futbolu seviyorum ama Salazar'ın 3F'sinin bir ayağını oluşturan futbolu değil. Ülkede dönen her türden kirli işin perdelenmesini sağlayan futboldansa nefret ediyorum.

Çirkefliğimi yapmadan yazıyı sonlandırmam. Mourinho'ya emzik verelim, Madrid'deki maça kadar ağzında tutsun. Çünkü konuştukça daha antipatik hale geliyor. Adama kapağı böyle takarlar hacım.

O değil de, bir insan niye Real Madrid'i tutar ki? Küstahlığın, zenginliğin, kendini beğenmişliğin yanıtını şiir dinletisi tadında, Chopin bestesi kıvamında futbolla verirler. Gerçi yer yer tecavüzü andıran sahneler de yok değildi ya neyse. Küfürsüz bir yazı sonlandırma niyetindeyim. Real Madridli olsaydım bir hafta gözüme uyku girmezdi, yemin ediyorum.

Ya hakikaten eğer İspanyol değilseniz niye Real Madrid'i tutarsınız ki? Akıllı bir adamdan yanıt bekliyorum.

Özel not: Lan Umutcan, adama böyle çakarlar, Mourinho'ymuş. Hadi eyvallah...

Wikileaks'te şu ana kadar gün yüzüne çıkan Tayyip Erdoğan iddiaları


Yazıyı okumadan önce önemli not: Yarın Wikileaks'in Başbakan Erdoğan'la ilgili bölümlerini hiçbir gazetede okuyamayacaksınız. Tüm genel yayın yönetmenleri (biri hariç, o da baskı yediği için muhtemelen yayımlayamayacak) oto sansür uygulama kararı aldı. Şu sayfalarda adam diye okuduğunuz köşe yazarları var ya, hepsi yayımlanmaması yönünde görüş bildiriyor (birkaçı hariç).

Türk halkı okumayı sevmez, o yüzden madde madde yazalım Wikileaks'teki iddiaları.

1- Başbakan Erdoğan, petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay ayırıyor.

2- Başbakan Erdoğan, İran’a baskı yaparak doğalgaz boru hattı projesine çok yakın arkadaşının (Fenerbahçe yöneticisi Cihan Kamer) bir şirketini ortak ettirdi.

3- Başbakan Erdoğan'ın, İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı var.

4- Başbakan Erdoğan, Başbakanlık örtülü ödeneğinden Trabzonspor'a milyonlarca dolar para aktarmıştır. Amaç, kaybedilen Trabzon Belediyesi'ni kazanmak.

5- AKP iktidarı, "Yolsuzluk yapan bir hükümet ve ona göz yuman bir İslamist… (Başbakan Erdoğan burada söz edilen)" sözleriyle nitelendiriliyor.

6- Başbakan Erdoğan, çeşitli bilgileri İslamcı gazetelerden alıyor ve kendi bakanlıklarının yaptığı araştırmalara bakma gereği bile hissetmiyor.

7- 6. maddedeki nedenden ötürü istihbarat ve ordu artık bazı bilgileri kendisine iletmiyor.

8- Kimseye güveni yok, kaybetmekten çok korkuyor.

9- Başbakan Erdoğan, Allah’ın Türkiye’yi yönetmesi için kendisini seçtiğine inanıyor.

10- Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin tramvay inşaatı ihalesinin Başbakan Erdoğan'ın ricasıyla oğlunun kayınpederi Sadık Albayrak’a verilmiştir.

11- Yolsuzluka adı geçen bakanlar: Abdülkadır Aksu, Kürşat Tüzmen ve Mehmet Müezzinoğlu olduğunu belirtirken, eski MHP'li Tüzmen'in "her türlü avantaya açık" olduğunu dile getiriyor.

Şu saat itibariyle kapağı aralanan iddialar böyle. Bu iddialar dışında bir önceki hükümette bakanlık yapmış bir kişinin (ki o kişinin kim olduğunu biliyorum) Türkiye'deki uyuşturucu ticaretinde çok ciddi payı olduğu, yine aynı bakanın küçük yaşlardaki kızlara olan düşkünlüğü, Nimet Çubukçu'nun eşinin birtakım kirli işlerde bulunduğu gibi pek çok iddia var.

Bunlar deli saçması, komplo, yalan olarak geçecek tüm dünyada. İran, ABD, Almanya İngiltere, Fransa, Rusya yani adı geçen tüm ülkeler iddiaları yalanladı. İlk kez aynı fikirde olan ülkeler var, ne ilginç değil mi?

Wikileaks belgelerine Anadolu Ajansı yorumu


Farkındayım son günlerde Anadolu Ajansı'na takmış durumdayım aşağıda okuyacaklarınız bir kurumun, hatta ülkedeki tüm kurumların ne hale geldiğinin göstergesidir.

Gerçekler nasıl saklanıyor, yalanlar nasıl hap gibi yutturuluyor, aşağıdadır. Okuyun lütfen.

Beklentim, haftaya cumaya kadar Türkiye'de ciddi bir tartışmanın başlatılması. Ciddi dediysem, Wikileaks belgelerinin unutturulması için gözlerin bambaşka bir yere çevrilmesi için.

Ya da herkesin konuştuğu ama sıranın bir türlü gelmediği Ergenekon'da gazetecileri içine alacak yeni bir dalganın yaratılması.

AA'NIN YOLLADIĞI WİKİLEAKS'İN BAŞBAKAN ERDOĞAN HABERİ

Dünya çapında olay yaratan Wikileaks’in açıkladığı bazı belgelerde Başbakanlık’tan üst düzey bir yetkilinin ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliği hakkında bilgi aktararak, Erdoğan’ın "mükemmelliyetçi, işkolik, adil ve merhametli bir kalbe sahip olduğunu" belirttiği kaydediliyor.

"İçerdekine göre patronu Erdoğan, çok demokratik, ancak genel tanımlaması daha çok, nüfuzundakileri katı otokratik kurallara göre yöneten cömert ve baskın bir figür olduğu yönünde." Belgede bu görüşlerin tek bir kişinin izlenimleri olduğu belirtildi ve bu kişinin Başbakan Erdoğan ile yakın bir mesai içinde olduğuna dikkat çekildi.

Üst düzey yetkilinin Başbakan Erdoğan’ın kişisel tarzına ilişkin görüşlerini aktardığı ifade edilerek, Erdoğan’ın gerek kendisinden gerekse çevresindekilerden mükemmel iş beklediği, hatta mükemmel işleri bile daha da geliştirmek için yollar yarattığı belirtiliyor.
İşkolik olarak tanımlanan Erdoğan için 3 günlük tatil süresinin bile uzun olduğu, çevresindeki personelin aynı tempoda çalıştığı belirtiliyor. Belgede daha sonra şu ifadeler yer alıyor:
"Başbakanı iyi tanırsanız, bizim temas kurduğumuz kişinin de bize söylediği gibi çok inatçı olduğunu anlarsınız. Aklı birşeye takıldığı zaman, hatta birşeye inandığı zaman onu hiçbir şey vazgeçiremez. Erdoğan çok kararlı bir kişi. Ayrıca yabancı liderler de dahil insan insana iletişimde çok yetenekli ve etkili birisi. (İçerdeki yetkili) örnek olarak Başkan (George) Bush ile uzun toplantısını ve hatta buz gibi (Rusya Başbakanı Vladimir) Putin’in Erdoğan’ı kucakladığını hatırlattı."

Belgede Başbakan Erdoğan’ın çalışanları ile ilişkilerinde adil bir insan olduğu da belirtilerek, personelini desteklediği ve ihtiyaçlarına karşı ilgili olduğu kaydedildi.

Söz konusu belgede "(İçerdeki yetkili) Erdoğan’ın merhametli bir kalbi olduğunu ve çalışanlarında muazzam bir sadakate neden olduğunu belirtiyor" denilerek, Başbakan Erdoğan zırhlı arabasında kilitli kaldığı zaman camı balyozla kırarak Erdoğan’ı kurtaran, ancak hayatını da tehlikeye atan koruması Halit’i, bu hatasına rağmen işinde tuttuğu, basında pek çok haber çıkmasına rağmen Halit’in bu hatalı davranışını kendisine yönelik bir sadakat ve sevgi olarak değerlendirdiği bildiriliyor.

PEKİ YA BELGELERDE ERDOĞAN İÇİN HANGİ BELGELER VAR VE ANADOLU AJANSI BUNLARI SERVİS ETMEDİ

Ankara'dan 30 Aralık 2004 tarihinde geçilen belgenin 21. maddesinde Erdoğan’ın İsviçre Bankası’nda 8 ayrı hesabı olduğu iddia ediliyor.

"AKP iktidara yolsuzlukların kökünü kazıyacağını söyleyerek geldi. Halbuki AKP'lilerin bize anlattığına göre, partinin ulusal, bölgesel ve yerel seviyesinde ve bakanların aile üyeleri arasında çıkar çatışmaları ve ciddi yolsuzluklar var.

İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var. Erdoğan'ın varlığının oğlunun düğününde gelen hediyeler ve dört çocuğunun okul masraflarını karşılıksız ödeyen Türk işadamından kaynaklandığını söylemesi ise çok yüzeysel."

Belgelerde "inatçı, mükemmeliyetçi ve hiperaktif" olarak tanımlanan Erdoğan’ın "aşırı bir gurura" ve "dizginlenemez bir açgözlülüğe" sahip olduğu yorumu yapılıyor. Erdoğan ile Abdullah Gül arasında da AK Parti’nin kontrolü için bir çekişme yaşandığı belirtiliyor.

Ne zaman uyanacağız?


Vay arkadaş olaya bak sen. Trabzonspor Wikileaks'e düştü. Fotoğraftaki adam Başbakanlık örtülü ödeneğinden, bizzat Başbakan Erdoğan'ın emriyle, belediye bazında CHP'ye kaptırılan Trabzon'u yeniden kazanmanın bir ayağı olarak transfer edilmiş.

Yararlı olmuştur, olmamıştır, bunlar tamamen ayrı konular. Cezasahası'nda şahane bir yazı var, mutlaka okuyun.

Recep Tayyip Erdoğan, Nuri Albayrak, Sadri Şener, Faruk Özak'ın kare as oluşturduğu şahane (!) bir oluşum var.

Belediye seçimleri için Başbakanlık örtülü ödeneği kullanılıyor. Örtülü ödenek dediğin şeyde, gizli saklı, miktarı belli olmayan ve hesabı verilmeyen bir para. Kimin cebinden çıkıyor? Senin, benim, babamın, dayımın, amcamın emeği üstünden alınan paralardan.

12 Eylül'den sonra apolitize oldu bir nesil eyvallah, onu biliyoruz. Ama bir halk bu kadar mı ruhunu, yüreğini kaybeder. Etrafımızda olup biten tek bir şeye bile tepki veremez haldeyiz.

Her yalana, umut diye sarılıyoruz, her yalanı içimize sindiriyoruz. Her konuda pervasız bir iktidarla karşı karşıyayız. Makyevel'i bile utandıracak cinsten oyunlar oynanıyor.

Seçim kazanmak için kışın buzdolabı, yazın kömür dağıtımı filan hadi yine bir nebze anlaşılır bir durum diyelim. Ama bir spor kulubüne örtülü ödenekten para gönderilip, transfer yapılması mantık sınırlarını bile zorluyor.

Şeytanın aklına gelmeyecek şeyler bunlar. Şeytan artık vücut buldu, aramızda geziyor, hatta iktidara gelip, ülkenin neyi var neyi yok satıyor, satmak için yol yapıyor, o yolu da herkese yediriyor.

Aptal bile olamayacak bir ulus haline geldik. Beyinsiz, şeref yoksunu, koskoca bir ülke yarattılar, son 30-35 yılda.

Konuştuğumuz, tartıştığımız şeylere bir bakarsanız daha iyi anlarsınız. Acun'un eşinden boşanıp boşanmayacağını, bilmem hangi dizinin oyuncusunun götünü bacağını açmasını, loto talihlisinin ortaya çıkıp çıkmamasını filan tartışıyoruz.

Tartışanlar kimler? Asgari ücretle evini geçindirmeye çalışan memur, inşaat tepelerinde harç yapan işçi, üniversitede hukuk-siyasal bilgiler-mühendislik okuyan gençler. Koskoca bir toplum bunları konuşuyoruz, tüm önceliğimiz bunlar.

İnsanın içi acıyor cidden, kendi halkının aptallaşmasını an be an izlerken. Hatırlıyorum 1980'li yılları. Özal iktidarı dönemlerini. En ufak zam haberi bile manşetlerdeydi, insanlar o haberlerin üstüne oylarının rengini değiştiriyordu. Bugün geldiğimiz noktaya bakalım; artık o zamlar haber olmuyor, kısa, kutu haberler halinde veriliyor.

Bu halkı böylesi aptallaştıran, gözünün önündekileri tartışmaktansa kendi hayatının ucundan bile geçmeyecek konuları konuşturan basındır. Sanki bu ülkenin tek bir sorunu yokmuşcasına köşelerinde; şaraptan, aşktan, bahseden köşe yazarlarıdır bu halkın aptallaşmasını sağlayan.

"İnsan hikâyeleri verin, millet bunlara bayılıyor" diye toplumsal olaylar yerine, tek tek bireyler üstüne kurulu haberleri pompalayan genel yayın yönetmenleridir, bu halkın aptallaşmasını sağlayan.

AKP, CHP, MHP, BDP v.s. v.s. hepsinin aynı bokun soyu olduğunu görmeye başladığımızda, her şeyin çok geç olduğunu anlayacağız. Bugün iktidar gitsin, yarın şu saydıklarımdan biri gelsin. Emin olun fark eden çok şey olmayacak.

Binlerce yalan söyleniyor ve biz içlerinden birinin bile farkını varamıyoruz. Verdiğim vergi haram olsun hepsine, tek bir kuruşu bile böyle bir olay için kullanılmışsa haram olsun. Umarım kan ağlaya ağlaya, kan tüküre tüküre hesabını verirsiniz, bu yoksul halkın parasının.

Fikret Kızılok ne güzel yazmış be, "Sabahın tam üçündesin, dertlerin en gücündesin" diye.

Her şeye rağmen, hep bir umut var içimde. Yoksa bu boktan ülkede yaşamanın ne anlamı olur ki?