8 Eylül 2010
Devrimci güzel bir insanın ardından...
Sene 1994 ya da 95. Bakırköy'de oturuyorum. Bir cumartesi günü can sıkıntısı mı nedir bilmiyorum, girdim CHP Bakırköy'ün kapısından. Beklemediğim bir kalabalık var partide, CHP'nin dibe vurmak üzere olduğu yıllar çünkü. "Örgüt toplantısı var" dediler, eyvallahı saldım, toplantının yapılacağı odaya daldım.
İstanbul Milletvekili olduğunu yanımdaki yaşıtım arkadaştan öğrendiğim bir adam konuşuyor. Bir saat susmadı, susmadı hiç. İsmi Ahmet Güryüz Ketenci'ymiş. Tam soru soracağım, "Benim yetişmem gereken bir toplantı var" dedi. O zaman da şimdiki gibiyim. "Yok öyle, ben soru soracağım, siz de dinleyeceksiniz. Ben sizi bir saat dinledim" diye çıkıştım. Şu an ne sorduğumu bile hatırlamıyorum.
Gel zaman git zaman, birkaç kişiyle tanıştıktan sonra ikinci adres gibi bir yer oldu bana parti. Sıkı dostluklar, iyi arkadaşlıklar kurdum. İşin siyaseti filan hikâye. Herkesle tanış olmaya başladık tabii. Dört-beş kişi partiden çıkıp bir birahaneye takılmaya başladık. Birahanenin sahibi de partili, para boşuna gitmesin diye, oradayız hep.
Bir grup oluşturduk, hemen hemen hepimiz aynı kafadayız. Sadece gençler yok tabii. Bu söz ettiğim birahanede toplanıp, Deniz Baykal'ı indirme planları yapıyoruz. Başka ilçeler, illerle filan bağlantılı halindeyiz sürekli.
O dönem maçlar CINE 5'te, hafta sonları birahaneden çıkmıyoruz neredeyse. İlginç, hakikaten kozmopolit bir birahaneydi. Daha önce söz etmiş olmalıyım, sahibi olan Cengiz Abi, hem 12 Eylül döneminde hem de 68'in savurduğu hayatlardan birine sahip. Birahane Bakırköy Yenimahalle'deydi, tren istasyonunun 50-60 metre ilerisinde.
Dedim ya, birkaç arkadaş hiç çıkmıyoruz diye, saat 00.00 oldu mu, mekânın kepekleri kapatılır, yolluklar masaya gelir, oturur muhabbet ederdik. O zaman Cengiz Abi'nin acayip bir adam oluşuna tanık olmuştum. Güzel Sanatlar mezunu bir ressam, Türkiye'nin çeşitli hapishanelerinde kalmış, kafasının bir bölümü işkenceden içeri göçmüştü.
Deniz'lerle, Mahir Çayan'la ilgili o kadar çok anı dinledim ki. Her anlattığında "Hadi Cengiz Abi, bir tane daha" derdik, üç arkadaş. Sevmezdi pek anlatmayı, böbürlenmeyi ama kıramazdı da bizi. Kalın sesiyle, "Şimdi bak bu Deniz enteresan bir oğlandı. Böyle basında yazıldığı, çizildiği gibi asık suratlı değildi. Aralarında en soytarısı (bunu yanlış anlamayın sakın) buydu" diye anlatmaya başlardı, gecenin 2'sine kadar, ne o yolluklar biter ne de bizim muhabbet biterdi.
Zamanla hem ilçede, hem de ilde güçlenmeye başladığımız hissedildiği an tırpanı indirdiler, genel merkezden. Hepimizi bir yere savurdular, ilk ayrılan ben olmuştum, ardımdan pek çok kişi daha ayrıldı.
Sonra Cengiz Abi, bir gün aradı "Ya Ozan, bizim bir arkadaş var cezaevinden yeni çıktı, biz bunlarla bir dernek kuracağız, gel akşam toplantıya" dedi. Bakırköy'de bir kafede toplandık, sonra birkaç kez de, Cengiz Abi'nin birahanesinde. 78'liler Vakfı böyle kurulmuştur, en azından İstanbul ayağının böyle kurulduğunu söyleyebilirim.
Bir süre sonra iş-güç başlayınca Cengiz Abi'yle doğru düzgün görüşemez olduk. Hoş, onun birahaneyi satması bunda büyük rol oynamıştır. Ne dediysek vazgeçiremedik, 'İkinci Adres'i satıverdi.
Tablolar asılıydı duvarlarda. Evet evet birahanenin duvarlarında. Masaların rutini belliydi. Hangi akşam gitseniz, aynı adamlar, aynı masalarda aynı şeyleri içerdi. Birahanenin üst katında şu an ismini hatırlamıyorum ama Ermeni bir papaz otururdu. Şişman mı şişman bir adam, yüzünden gülümseme eksik olmazdı hiç. Akşam saat 10 gibi gelir bir saat yüklenir alkolü, sonra evine çıkardı. Her akşam gel-gitlerden herkesle arkadaş olmuştuk. Hepsi bizden büyük abiler. Kimisi alkolik, kimisi bir şirketin yöneticisi, kimisi öğrenci. 4-4'lük Fenerbahçe-Galatasaray maçında Emre Belözoğlu'na edilen küfürden ötürü kavga bile etmişliğimiz vardır. Birbirinden ilginç insanlar ve birbirinden ilginç hikâyeler vardı, o mekânda. Dip not olarak ekleyeyim, sağlam bir Galatasaray'lıydı.
Şu boktan hayatta duruşun ne demek olduğunu öğrendiğim insanlardan biridir Cengiz Abi. Öyle ki, kız arkadaşımdan tut, annemi bile götürmüşlüğüm vardır. Kişisel ve siyasi gelişimimde acayip etkili olmuş bir adamdır.
Bu devletin borçlu olduğu pek çok insandan biriydi Cengiz Abi. Hem beyefendi, hem dürüst hem de onurlu bir adamdı. Bu devletten alacağı yıllar, bir geçmiş ve bir gelecek var.
Birkaç saat önce partiden bir arkadaş aradı. "Cengiz Abi öldü" dedi. Bir süre sanki hiç olmamış gibi davrandım, bilgisayarın başına geçip pis 7'li oynadım birkaç saat. Sonra tam kalbimin ve midemin üstüne bir fil oturmuş gibi hissettim. Hepatit A hastasıydı 12 yıldan bu yana. Birahaneye ilk gittiğimiz zamanlarda birlikte içerdik, hastalık sonrasında limonlu sodayla eşlik ederdi bize.
Ne söyleyeyim, ne yazayım inanın hiç bilmiyorum. Çok şey yaşadığım, paha biçilmez bilgiler öğrendiğim, insanlık öğrendiğim adamlardan birini kaybetmek çok koydu. Muhtemelen kızmaz diye umut ediyorum ama cenazesine gitmeyeceğim. Anneannemin cenazesi dışında kimsenin cenazesine gitmedim, gidemem.
En son 5 yıl önce görmüştüm Bakırköy meydanda. Ayak üstü lafladık, sarıldık birbirimize. Yorgun ve hasta hali, yüzünden okunuyordu. Hep söyledim ona, "Abi şunları yaz, gözünü seveyim. Yarın öbür gün bir şey olur, hepsi seninle gider. Sen anlat, ben yazayım önemli değil" diye ama fırsat olmadı işte.
Yaşadığı sevinçleri, mutlulukları, acıları, işkenceleri, devrimci karakterini, mücadelesini, aşklarını kendisiyle birlikte götürdü. Birlikte olduğu kimseyi satmamış, çözülmemiş, işkencelere direnmiş Cengiz Abi, tüm anılarıyla birlikte çekip gitti.
Bir kadeh rakı koydum, tıpkı eski günlerdeki gibi. Anlattıklarını kafamda çeviriyorum, bazen gülümseyerek, bazen öfkelenerek. Şerefe be Abi.
Not: Deniz'lerle ilgili Cengiz Abi'yi anlattığım bir post vardı, onu bir arkadaşımız bloğunda kullanmış. Belli oluyor ki, ortalıklara çıkmak istemiyor ama bu yazıyı okuyorsan, kurupiyaz@gmail.com adresine bir elektronik posta atarsan çok sevinirim. Birbirimizi tanıyor olabiliriz çünkü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)