22 Ağustos 2011

Yorumsuz 'Playoff' yorumu





Anadolu Ajansı'nda faşizmin ayak sesleri


Anadolu Ajansı'nda Genel Müdürlüğü Kemal Öztürk'ün getirilmesiyle her şey değişmeye başlamış.

Kemal Öztürk’ün AA Genel Müdürlüğü’ne atanmasının üzerinden bir ay bile geçmeden kıyım başlamış.

Öncelikle, pek çok kişi, uzmanlık alanlarının dışında yerlere atanarak, işlevsizleştirilmiş.

Bu Kemal Öztürk denen yeni genel müdür, sabah toplantılarında, önüne geleni azarlayıp, "sizi kulaklanızdan çivileyeceğim" tehditleri savurmaya başlamış.

Ramazan başlamadan önce, toplantıda "Ramazan haberlerini ajanstaki Hıristiyanlara yaptırmayalım" diyerek, çalışanlar arasındaki ayrımcılığı derinleşmesini sağlamış. Ayrıca Anadolu Ajansı'nda Müslümanlık dışında başka dinin mensupları da bulunuyor.

Suriye'ye, Afrika'ya gönderilen muhabirlere "Ben muhabirlerden haber istiyorum, ne şekilde olursa olsun, ölseler de kalsalar da beni ilgilendirmez" diyerek, sözümona motivasyon sağlamaya çalışıyormuş.

Yaklaşık 1 aylık süre içinde, 70 kişi zorunlu emekliliğe sevkedilmiş, üstelik bu kişilerin arasında çok deneyimli isimler de bulunuyor.

Çalışanların mesai saatleri artırılmış. Ki, gazetecilik yapanlar bilir, Türkiye'de gazetelerin ve televizyonların tüm haber yükünü Anadolu Ajansı çeker.

Muhabirlerin, editörlerin her yaptığı hata sonrası savunmalar alınmaya başlıyor ve uyarı cezaları dosyalara işleniyormuş.

Anadolu Ajansı, Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın tam olarak örgütlü olduğu söylemek gerekir. Yeni kadroların hepsine taşeronlaştırma dayatılarak, "Sizi kadroya alırız ancak bir başka şirket üzerinden olursa… bunu düşünün, yanıt bekliyoruz" deniliyormuş.

Doğu ve Güneydoğu belge muhabirleri konuşurken, -bölge muhabirlerinin haliyle şiveleri farklı oluyor- "Bu arkadaşın ne anlattığını anlayan var mı?" diye dalga geçiliyormuş.

Ramazan'da 'Ramazan, teravih ve cami haberi' isteyen Kemal Öztürk'ün ilginç bir isteği de ekonomi muhabirlerine olmuş.

Ekonomi muhabirlerine "Ekonominin kötü gösterilmesini istemiyorum" diyenb bu rezil herif, aAjansa abone olan büyük holdinglerin, bankaların her türden haberlerinin yapılmasını istiyormuş.

Dış haberler servisine yeni işe alınan pek çok editör ve redaktör yabancı dil bilmiyormuş.

KEMAL ÖZTÜRK KİMDİR?

1969 Ağrı doğumlu olan fotoğraftaki bu arkadaş, mesleğe 1995 yılında başlamış. 2003 yılında önce Bülent Arınç'ın İletişim Danışmanlığı ardından Başbakan Erdoğan'ın basın danışmanlığını yaptıktan sonra başarı merdivenlerini (!) öyle bir hızla çıkmaya başlamış ki, 2011'de yani toplamda 16 senede Anadolu Ajansı Genel Müdürü olmuş.

Zurnanın zırt dediği yere gelelim şimdi. Bülent Arınç kontrolündeki TRT ve Anadolu Ajansı'nda çok garip şeyler oluyor. Aslında garip değil, bunların hepsini çok doğal karşılıyorum ve olacağını da defalarca söyledim.

Ağızlarından demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi kelimeleri düşürmeyen, her cümlelerini bu kelimelerle süsleyen Akp iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en faşist hükümeti olması yolunda hızlı adımlar atıyor.

Soran olursa, Türkiye normal seyrinde ilerliyor. Her şey olması gerektiği gibi. Yalama gazeteciler, iktidarın nimetlerinden yararlanan yeni nesil orospu çocukları (bunların kim olduğunu biliyorsunuz), her fırsatta hükümeti övüyorlar.

Aslında haklılar (!). Ben de, hiçbir yetiye sahip olmayıp televizyonlara çıksam, gazetelerdeki köşelerde ezberlenmiş üç-beş kelime ile yazarak, cüzdanı kabartsam, haliyle iktidarın payendeliğini, her türden icraatini öve öve bitiremem.

Tehlike, Türkiye'nin bir din rejimine evrilmesi değil. Gerçek tehlike bu ülkenin faşist bir çember içine alınması. Şu yukarıda okuduklarınızın tamamı faşist yönetim uygulamalarıdır. Kemal Öztürk denen herif, Bülent Arınç tarafından tam da bunların uygulanması için göreve getirilmiştir.

Sendikalılaşmanın en yüksek olduğu yerdeki Anadolu Ajansı'nda, örgütlenmeyi bitirmek, kendi istedikleri haberleri yapacak adamları getirmek için. Adam diyorum, lafın gelişi.

Sokakları kaba kuvvetle kontrol altına alan iktidar; medya, ordu, iş dünyası gibi pek çok yeri de Ergenekon'la dize getirdi. Kurumları dize getirmek için de 12 Eylül referandumu devreye girdi.

Mitinglerde "Bir değil, birden fazla sendikaya üye olabilirsiniz" söylemlerinin içi boş, boktan yalanlar olduğunu, aklı başında insanlar o zaman söyledi.

Akp iktidarında özellikle son 3-4 yılda yapılan her tür haber "Bunlar darbeci" saçmalığıyla savuşturuldu. Geldiğimiz noktada, olmayan darbelerle hesaplaşanlar, 12 Eylül 1980 faşist darbesine rahmet okutmaktadır.

Okul duvarına "Uyuşturucuya hayır!" yazan Devrimci Liseliler (Dev-lis) hapis cezası alıyor, "Parasız eğitim istiyoruz" diye pankart açanlar 20 aydır cezaevinde, ülkenin doğusunda yeniden OHAL uygulanmakta, faili meçhullerin en çok olduğu Çiller döneminin Süper Valileri yeniden göreve getirilmekte, sokaklar sivil-resmi polis kuşatmasında (Kuşatma diyorum, Cuma günü iki sivil polis tarafından 'Neden hızlı yürüyorsun?' diyerek sokakta çevrilmiş biri olarak bunu söylüyorum), daha yayımlanmamış kitaplar yüzünden yazarlar, haber yaptıkları için gazeteciler cezaevinde, yazarların mezarları parçalanmakta, heykeltıraşların eserleri keyfiyetten yıkılmakta...

İşin komik tarafı, ülkede birileri Libya'ya, Suriye'ye, Afganistan ve Irak misali demokrasi gelecek diye sevinç çığlıkları atıyor. Bu çığlıkları atanların neredeyse pek çoğunun iktidar yanlısı olması da ayrıca ilginç.

Kimse kusura bakmasın, biz bunun adına faşizm diyoruz. Kemiksiz, löp faşizm hem de. Yönetenlerin sivil olması, bu gerçeği değiştirmiyor.

İktidar yanlısı olup da 'insan hakları, demokrasi, özgürlük' diyenlerin ağzını yüzünü parçalamak istiyorum. Çünkü ortada bunlardan hiçbiri yok.

Yavaş yavaş sona geliyoruz, isteyen güzellik uykusuna devam etsin. İş işten geçmek üzere.