26 Ocak 2011
10 soru 10 blogla haftanın değerlendirmesi
Bu haftadan itibaren belirlediğim 10 bloğa, geçtiğimiz haftayla ilgili birtakım sorular soracağım. Bloglar değişmeyecek ve sabit kalacak. Tabii haliyle sorular değişecek. İtiraf ediyorum ilk haftanın soruları biraz tırt oldu. Şimdiden hem okuyanlardan hem de blog sahiplerinden özür dilerim. Hem yoğun bir hafta geçmesi nedeniyle hem de hafta sonunu ciddi hastalıkla geçirdiğimden ötürü oldu.
Bu hafta şu ana kadar 2 blog sahibinden ses seda gelmedi. Sonuçta yazmak zorunda değiller ve neticede insanların işleri güçleri olabilir. akın yanlış anlamasınlar, gönül koymuş da değilim. Bu haftalık 8 soru ve yanıtla idare ediverin.
Seçtiğim isimlere yönelttiğim sorular genelde kendi takımlarını takip edenlerden oluşuyor ama bundan sonraki haftalarda farklılıklar da olabilir.
Bu vesileyle, kabul eden herkese çok teşekkür ederim. tek tek mail yollayamadım özür dilerim. Ancak vakit harcadığınız ve yanıt verdiğiniz için sağolun.
Gökhan Gönül'ün attığı golden sonra yaşanan sevinci değerlendirir misin?
Tribünsel Sevda: Derin bir oh ve hemen ardından gelen "Acaba yine üzerine yatacak mıyız?" endişesiyle yarım kalan gol sevinciydi.
Bir futbol muhalifi olarak, futbolu seven muhaliflerin Cumartesi günü Taksim'de yaptığı eylem, senin için ne ifade ediyor?
Futbol muhalifi: Hepimizin başına gelmiştir mutlaka: Hani küçükken, tüm yeteneksizliğine rağmen sırf topun sahibi olduğu için ileride (böyle söylenirdi) oynayan bir çocuk vardı. Hatta istediği kişiyi oynatıp oynatmama gibi bir hakkının da olduğunu söylerdi bu sinir hastası çocuk. Belki de endüstriyel futbolun karşımıza çıkan ilk örneği buydu. Artık o veledin yerini topun üreticisi devraldı.
Demek istediğim hafta sonu Taksim’deki eyleme bir de bu gözden bakabiliriz. En basitinden senin de yazdığın gibi “Vip müşteri ve çapulcu müşteri” ayrımı bütün takımlarda yavaş yavaş oturmaya başlayacak. Düşünsenize size “müşteri” olarak bakıyorlar artık. Beğenmiyorsan git kahvede izle maçı derlerse kimse de şaşırmasın artık; çünkü takımlar parası olanı bekliyor.
"O yok, bu yok, ne var lan it?"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik ıslıklı protestonun ardından futbola siyaset sokulmamalı diye garip bir anlayış tekrardan hortlamaya başladı. Yıllardır kulüp yöneticisinden, oyuncusuna, yorumcusuna kadar spora sokulan siyaseti kimsenin fark etmemiş olması (!) komik.
Mesela bu sözün yerine “futbola muhalif düşünceler (bu topraklardaki hakim düşünceyi biliyoruz) futbola sokulmamalı” deselerdi ben sesimi bile çıkarmazdım. Ne de olsa apolitik bir toplumun en güzel örneği futbol taraftarıdır diye insanları sevindiriyorduk. Yapmayın, etmeyin yahu. Genç beyinlerimizi İddaa için yoğunlaştırmak en doğrusu.
- Gelelim işin sendikal boyutuna: beni en çok sevindiren durum aslında bu. Spor Emek-Sen’in böyle bir işe el atmış olması kendileri için çok önemli.; çünkü sendikanın varlığından haberdar olmayan insanlar bile bu sayede Spor Emek-Sen’i öğrenmiş oldu. Hemen belirtmek istiyorum, bazı kişiler “yahu al siyasi miting olmuş” diyor.
1980 darbesi sonucu oluşturulan anayasa ile sendikaların siyasetle tüm ilişkisinin yasaklandığını biliyoruz da be arkadaşım sendikanın olduğu yerde siyasi fikir olmaz mı? Bu kadar mı uzaksın dünyadan? Bir de utanmadan sağa sola bunları yazdılar. Bütün dünya eylemlerden dolayı yakılıp yıkılırken 300 kişinin (!) yürümesi mi sizleri rahatsız etti?
Not: Galatasaray taraftarına yapılan hakaretler ve sonrasında ortaya çıkan olaylar hakkında yazmak istemedim; çünkü bu konular hakkında yeterince söz söylendi kanımca.
Galatasaray'ın devre arası yaptığı 5 transferden hangisi ya da hangilerinin başarılı olacağını düşünüyorsun ve tabii ki neden?
Çobansalata: Yapılan transferlerin önceki takımlarındaki etkinliklerini ve yeteneklerini gözönünde bulundurarak Galatasaray'ın eksik yönlerine göre Culio'nun en başarılı transfer olacağını düşünüyorum.
Mücadeleden kaçmaması ile iyi bir defansif orta saha, insiyatif alabilmesi ile iyi bir oyun kurucu, sert, isabetli ortaları ve varyeteleri ile gerektiğinde iyi bir kanat oyuncusu olabilmesi itibari ile Galatasaray'ın komple bir orta saha oyuncusu transfer ettiği fikrindeyim.
Taksim'deki taraftar yürüyüşü spora siyaset karıştırmış mıdır? Spora siyaset karıştırılmalı mı?
Jesusalmeyda: Spora siyaset karıştırılır. Lakin bunun hangi platformda yapıldığı durumun mahiyetini değiştirebilir. Stadyumlardaki söylemlere herkesin tepkisi farklı olabilir ama sokakta (mesela Taksim'de) bir olaya tepki veren taraftar bunu tamamen siyasi görüşünden ötürü de yapsa benim çin soprun yoktur. Çünkü spor-siyaset ilişkisi arasında bir sınır olması gerektiğini savunsam da taraftarın ve futbolun siyasetten (en azından sokakta) tamamen izole edilip apolitik bir forma sokulmasını doğru bulmuyorum.
Kewell, Asya Kupası'nda attığı gollerle Avustralya'yı yarı finale taşıdı. Konuşulanlardan yola çıkarak, Kewell'ın gönderileceği söz konusu. Kewell'ın gönderilmesine nasıl bakıyorsun?
Kayıpzamanınpeşinde: Kewell, bir çok kişinin kalbinde şimdiden yer tutmuş bir karakter. Sadece Galatasaraylılar tarafından değil, diğer takım taraftarlarınca sempatik karşılanan bir isim. Şampiyonluk görememiş efsaneler sayfasında kendisine çoktan yer ayırılmış durumda. Kewell’ı bütün olarak ele aldığımızda; çalışma sevdası, futbol oynamaya duyduğu açlık, profesyonelliği, adamlığıyla büyük bir yol göstericidir. Bu yönüyle bir futbolcunun ötesine geçiyor. Futboluyla da eskisi gibi fizik güce sahip olamasa bile futbolun akıl, doğru pozisyon alma yönünü temsil eden bir yetenek.
Kewell’a duyumsadığımız sevgi, futbolu bırakana kadar Galatasaray’da kalması gerektiğini söylüyor. Olması gereken bu aslında. Öte yandan Galatasaray’ın son dönemlerde evrilmeye çalıştığı futbol ortada: Daha fazla fizik güç, daha fazla efor, daha fazla topun arkasına toplu olarak geçiş ve sürekli koşması gereken bir takım! Futbol sistemini buna yönelten bir takımın, daha doğrusu Hagi’nin, bu noktadan sonra Kewell’a nasıl bakacağı çok önemli. Ama her şeye rağmen takımın bütünsel anlamda yoksun olduğu zeka, akıl ve yetenek anlamında o eksikliği dolduracak kalibredeki ender adamlardandır Kewell.. Kewell’ın gönderilmesi bir çok Galatasaray’ı üzecektir.
Zannedersem burada top tamamen Hagi’de. O ‘he’ derse devam, ‘yok’ derse güle güle. Gönlümüz ‘he’ demesinden yana. Hagi bunu demezse, üzülecek, önemli bir değeri kaybettiğini hissedecek çok Galatasaraylı var. Futbol güzellikler oyunu ise Galatasaray önemli bir güzelliğinden mahrum kalacaktır.
Futbolda bu haftanın en önemli gündem maddesi neydi?
Evrenselblok -Kieran-: Futbolda bu haftanın en önemli gelişmesi, Seyrantepe'deki stadın açılışında yaşanan olaylarda, siyasal iktidarın gösterdiği hoyrat tutuma tepki olarak, binlerce kişinin, Spor-Sen kurucusu, eski futbolcu Metin Kurt önderliğinde, Taksim'de toplanmış olması idi.
Merkez medya, gerek toplanan kişi sayısını küçümsemek gerek orada dillendirilen taleplere kendi bültenlerinde yer vermemek yoluyla, binlerce kişinin sesini olduğundan etkisiz göstermeye çalışsa da, en azından blog aleminde, bizlerin böyle bir gelişmeyi yadsıma lüksüne sahip olmadığımızı düşünüyorum. Aksi takdirde, kendi imkanlarımızca yazıp çizdiğimiz bu mecraların, ne alternatifliğinden ne de amatörlüğünden söz edemeyiz diye düşünüyorum.
Peki, çeşiti takımların taraftarlarının, tek bir amaç uğruna toplanması neden önemlidir? Şüphesiz, oradaki taraftarların tek bir isteği vardır: siyasetin, futbolu kullanarak kendine rant kapısını aralamasını engelleyebimek. Bunu engelleyebilmenin de tek yolu vardır ve farklı renkten taraftarlar da bu yöntemi denemişlerdir: Ancak politik bir dil ve birliktelik kurarak, futbolu, siyasilerin deney sahası olmaktan kurtarabileceklerinin farkındadırlar.
Bu yüzden farklı renkten bir çok insan bir araya gelmiş ve ortak bir tepkiyi dile getirmişlerdir. Son günlerin, hatta son haftaların en önemli olayı da, şüphesiz bu toplantı olmuştur.
İkinci olarak, saha içine dönecek olursak; Galatasaraylı biri olarak, ligin en önemli oyuncularından biri olduğuna inandığım Yekta'nın Galatasaray'a transferi benim için çok önemliydi.
Yekta, yetenekleri göz önüne alındığında, merkezde veya kenarda, hemen her bölgede verim alınabilecek bir oyuncu. Çok yararlı olacağına inanıyorum ve bir taraftar olarak Yekta'nın ortaya koyacaklarını sabırsızlıkla bekliyorum.
Belki çok erken bir soru olabilir. Ancak lider Trabzonspor ligin ilk yarısına puan kaybıyla başladı. Bu kayıp, ilerleyen haftalar için takım üstünde bir stres yaratır mı?
Cezasahası: Trabzonspor sezon başından beri hep olumsuzluklardan beslendi. Geç kalınan transferler, Liverpool'a eleniş, Teofilo'nun gidişi, Engin'in Şenol Güneş'e karşı çıkışı... Ve bu olayların hepsinden sonra Trabzonspor'un tökezleyeceği, puan kaybedileceği söylendi. Hatta Manisaspor maçında kendi sahamızda aldığımız mağlubiyet sonrasında...
Fakat bunların hiçbiri olmadı. Şenol Güneş kendi yaptığı yanlışları çok çabuk düzeltirken oyuncularının yanlışlarını da kendi yanlışları gibi sümenaltı etmeyi başardı ve her olumsuzluk Trabzonspor'u daha da güçlendirdi. Ankaragücü karşılaşmasının da böyle bir etki yapacağını düşünüyorum. Şenol Güneş nerede hata yapıldığını görmüştür ve bunları en kısa zamanda düzeltecektir.
Burak anlamsız taraftar tepkisine karşın küsmeyip çok daha iyi bir oyun sergileyecektir. İlk yarıda çok daha olumsuz ve stres dolu anlar yaşanmasına rağmen bu takım hala ayakta ve önünde durabilecek bir güç olduğunu da sanmıyorum. Brozek kardeşlerin de takıma katılmasıyla genişleyecek rotasyon sonrası çok daha keyif veren bir şekilde, özellikle deplasmanda stres yaşamadan yolumuza devam edeceğiz.
Takımın üzerinde stres yaratacak yegane şeyse Trabzonspor taraftarının sabırsızlığı ve her şeyin en iyisini ben bilirim ukalalığıyla karşılaşmayı bir taraftardan çok otorite gözüyle izlemesidir benim gözümde. Trabzon'daki bir kısım Trabzonspor taraftarı bu takımın en önemli stres kaynağıdır ve sezon sonunda o insanlarla aynı şampiyonluğa sevineceğim için biraz burukluk yaşamıyor değilim.
İlk 18'de bile düşünülmeyen Yekta'nın 90 dakika forma giymesini nasıl değerlendiriyorsun?
Eren Loğoğlu: Maçtan bir saat önce açıklanan 18 kişilik maç kadrosunda Yekta yoktu ve Arda ilk 11'deydi. 90 dakika oynayacak fiziksel gücü bulunduğunu gözlemlediğimiz Yekta'nın 18'e ilk anda alınmamasının tek bir sebebi olabilir;
Arda'nın oynamama olasılığı maçtan önce de vardı, eğer oynatılmazsa kalan 17 oyuncudan biri sahaya çıkacak ve bu da bir oyuncusu eksik bir yedek kulübesi anlamına gelecekti. Bunun oyuncu değişikliği olarak yazılıp yazılmadığını bilmiyorum, TFF sitesinden statüye bakmak gerekir.
Sanırım maçın başlamasına belli bir süre kala sahaya girecek oyuncu ve görevliler hakkında bir müsabaka isim listesi veriliyor yetkililere ve bunu değiştiremiyorsun. Kadroların net ortamına düştüğü anda daha liste verilmemiştir muhtemelen.
Bunun aksini düşünmek istemiyorum çünkü 90 dakika sahada kalabilen bir oyuncunun, Arda varken 18'e bile alınmamasının teknik izahı olamaz.
Irzına geçilen ülke
Teknoloji gelişti ya, bizim polis de teknolojinin bu gelişiminden faydalanıyor. Eskiden milletin cebine uyuşturucu koyarlar, sonra içeri alırlardı, o uyuşturucuyu kanıt olarak sunarak.
Şimdilerde elemanlar, Ergenekon sanıklarının telefonlarına el koyup örgüt üyelerinin telefonlarını kaydedip, içeriye tıkıyorlar.
Şu Ergenekon konusuna girmemeyi tercih ettim bugüne kadar. İş öyle bir noktaya geldi ki, yaşla kuru aynı sobaya atılıp yakılmaya çalışıldı. Sonra hadisenin boku çıktı. Her davayı Ergenekon'a eklemlendirip davayı içinden çıkılmaz hale getirdiler.
Bugün Vatan gazetesindeki haber aslında davanın gidişatını değiştirebilecek nitelikte. Genç bir teğmeni alıyorsun içeri, cep telefonlarına, bilgisayarlarına el koyuyorsun, el koyduğun telefonuna örgüt üyelerinin telefonlarını yükleyip, "Senin ne işin var bu adamlarla?" deyip, bunu suç unsuru haline getiriyorsun.
Dedim ya, eskiden cebe esrar atılırdı, bugün milletin 'cep'ine örgüt üyelerinin telefonları yükleniyor.
Benzer bir saçmalık Donanma Komutanlığı'nda ortaya çıkartıldığı belirtilen SUGA ve ORAJ harekât planlarında yaşanmış.
Bu harekât planlarına destek vereceği ileri sürülen iki amiralden birinin 1998 diğerinin ise 2000 yılında öldüğü belirlenmiş. Yani hadiseye bakarak şunu söyleyebiliriz ki, ölü generaller darbe yapmaya çalışıyor ve bu darbeyi destekliyor.
Çok net söyleyeyim, askerin çok da pir-ü pak olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de siyasetin içinde hep var oldular. Darbelerle, muhtıralarla, tanklarla, toplarla, tüfeklerle.
Ancak şu Ergenekon ve Balyoz Davalarında çıkan kokular, ortaya çıkan bilgilerin pek çoğu koskoca bir yalandan ibaret.
Bütün bu davalarda gözaltına alınan ve tutuklananların bilgisayarlarına, cep telefonlarına el konuldu. Tüm bilişim uzmanları ve hukukçular, bilgisayarların yedeğinin alınması konusunda basbas bağırdı ama kimse böyle bir şeye gerek duymadı.
Şimdi görüyoruz ki, milletin telefonlara filan suç unsurları yüklenmiş Emniyet tarafından. Emniyet'in cemaatçi yapılanmanın en büyük saç ayaklarından biri olduğunu, bildiğinizi varsayarak söylemiyorum bile.
Bak özet geçeyim. Türkiye'nin ırzına geçildi. Hem de öyle bir-iki kez değil. Defalarca, hiç bitmeksizin, üstelik hâlâ geçiliyor.
Siyasi iktidarın bu darbe ve darbeciler noktasında samimi olmadığını dünyanın en aptal insanı bile görebilir. Yoksa olmayan darbeleri ve onların planlarının yargılanmasına verdikleri desteği, Çevik Bir, Kenan Evren ya da -Fenerbahçeli lavuğun adı neydi unuttum hatta yazmayacağım- Dolmabahçe Gülü'nün yargılanması için gerekenleri yapardı.
Beyni gram çalışan insanlar bu iktidarın darbecilerle bir derdi olmadığını bilir. Çünkü bunları iktidar yapan güç darbecilerdir. 28 Şubat Akp iktidarının varolmasını sağlayan hamlelerden biridir.
Emniyet-İktidar ve yargı üçgeninde şahane bir oyun oynanmakta. Savcılar, hakimler, askerler, gazeteciler, işadamları, bilim insanları, polisler içeri alınıyor. Hem de ne idüğü belirsiz bir dava yüzünden.
Oysa üstünde adam gibi durulsa ve talimat almış bazı isimler yerine doğru düzgün hukuk insanları şu davayla ilgilense gerçekten de pek çok şey ortaya çıkacak. Ama gidişat, her şeyin biraz daha karanlığa gömüleceğine gösteriyor.
Çok adi ve sinsice hareket ediliyor ama bir taraftan da her şey yüzlerine gözlerine bulaştırıldı bazıları tarafından. Aptallık diz boyu ülkede. Siyasetçisinden, emniyetine, savcısından, hakimine, askerinden gazetecisine kadar aptallığa batmış durumdayız.
Ehh, halk da üstüne düşüne yapıyor aptallık konusunda...
Şimdilerde elemanlar, Ergenekon sanıklarının telefonlarına el koyup örgüt üyelerinin telefonlarını kaydedip, içeriye tıkıyorlar.
Şu Ergenekon konusuna girmemeyi tercih ettim bugüne kadar. İş öyle bir noktaya geldi ki, yaşla kuru aynı sobaya atılıp yakılmaya çalışıldı. Sonra hadisenin boku çıktı. Her davayı Ergenekon'a eklemlendirip davayı içinden çıkılmaz hale getirdiler.
Bugün Vatan gazetesindeki haber aslında davanın gidişatını değiştirebilecek nitelikte. Genç bir teğmeni alıyorsun içeri, cep telefonlarına, bilgisayarlarına el koyuyorsun, el koyduğun telefonuna örgüt üyelerinin telefonlarını yükleyip, "Senin ne işin var bu adamlarla?" deyip, bunu suç unsuru haline getiriyorsun.
Dedim ya, eskiden cebe esrar atılırdı, bugün milletin 'cep'ine örgüt üyelerinin telefonları yükleniyor.
Benzer bir saçmalık Donanma Komutanlığı'nda ortaya çıkartıldığı belirtilen SUGA ve ORAJ harekât planlarında yaşanmış.
Bu harekât planlarına destek vereceği ileri sürülen iki amiralden birinin 1998 diğerinin ise 2000 yılında öldüğü belirlenmiş. Yani hadiseye bakarak şunu söyleyebiliriz ki, ölü generaller darbe yapmaya çalışıyor ve bu darbeyi destekliyor.
Çok net söyleyeyim, askerin çok da pir-ü pak olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de siyasetin içinde hep var oldular. Darbelerle, muhtıralarla, tanklarla, toplarla, tüfeklerle.
Ancak şu Ergenekon ve Balyoz Davalarında çıkan kokular, ortaya çıkan bilgilerin pek çoğu koskoca bir yalandan ibaret.
Bütün bu davalarda gözaltına alınan ve tutuklananların bilgisayarlarına, cep telefonlarına el konuldu. Tüm bilişim uzmanları ve hukukçular, bilgisayarların yedeğinin alınması konusunda basbas bağırdı ama kimse böyle bir şeye gerek duymadı.
Şimdi görüyoruz ki, milletin telefonlara filan suç unsurları yüklenmiş Emniyet tarafından. Emniyet'in cemaatçi yapılanmanın en büyük saç ayaklarından biri olduğunu, bildiğinizi varsayarak söylemiyorum bile.
Bak özet geçeyim. Türkiye'nin ırzına geçildi. Hem de öyle bir-iki kez değil. Defalarca, hiç bitmeksizin, üstelik hâlâ geçiliyor.
Siyasi iktidarın bu darbe ve darbeciler noktasında samimi olmadığını dünyanın en aptal insanı bile görebilir. Yoksa olmayan darbeleri ve onların planlarının yargılanmasına verdikleri desteği, Çevik Bir, Kenan Evren ya da -Fenerbahçeli lavuğun adı neydi unuttum hatta yazmayacağım- Dolmabahçe Gülü'nün yargılanması için gerekenleri yapardı.
Beyni gram çalışan insanlar bu iktidarın darbecilerle bir derdi olmadığını bilir. Çünkü bunları iktidar yapan güç darbecilerdir. 28 Şubat Akp iktidarının varolmasını sağlayan hamlelerden biridir.
Emniyet-İktidar ve yargı üçgeninde şahane bir oyun oynanmakta. Savcılar, hakimler, askerler, gazeteciler, işadamları, bilim insanları, polisler içeri alınıyor. Hem de ne idüğü belirsiz bir dava yüzünden.
Oysa üstünde adam gibi durulsa ve talimat almış bazı isimler yerine doğru düzgün hukuk insanları şu davayla ilgilense gerçekten de pek çok şey ortaya çıkacak. Ama gidişat, her şeyin biraz daha karanlığa gömüleceğine gösteriyor.
Çok adi ve sinsice hareket ediliyor ama bir taraftan da her şey yüzlerine gözlerine bulaştırıldı bazıları tarafından. Aptallık diz boyu ülkede. Siyasetçisinden, emniyetine, savcısından, hakimine, askerinden gazetecisine kadar aptallığa batmış durumdayız.
Ehh, halk da üstüne düşüne yapıyor aptallık konusunda...
Kanka nedir biri bana açıklar mı?
"Bu iki fotoğraf da ne ola" diye düşünmüşsünüzdür kesin. Düşünenler için hemen bilgilendirme yapayım.
Birinci fotoğraftaki tip, polisin çocuklar için yaptığı bir karakter; ismi "Kanka". Yani Çocuk Polisi. Çekirdekten çocuklara, polisleri sevdirmek için yapılan bir tip. İlk çıktığında da aynı yorumda bulunmuştum, "Kanka diye isim mi olur lan" demiştim.
Tiksindiğim birtakım kelimeler vardır, Kanka da bunlardan biri. Ne hayatımda kullandım ne de kullanan biri ile yan yana durdum.
Neyse ikinci fotoğrafa geçelim. Çift başlı kartalı sembolize eden Universiade Erzurum-2011'in maskotu. Hadiseye bak ki onun da adı Kanka.
Olimpiyat düzenliyorsun, boru değil. Bulduğun isim Kanka. Nedir abi Kanka? Hakikaten bundan daha dangalakça bir hitap biçimi olabilir mi? Bu yaygınlaşıyor ve her tür maskotun ismi oluyor.
Hadi polis koyar. Oradan zekâ beklemediğim için, onların Kanka'sına bok atmıyorum.
Ama sen Dünya Üniversiteler Kış Oyunları düzenliyorsun, ismine daha 1.5 yıl önce polisin maskotunun ismini veriyorsun. Hem de ismi Kanka.
Basitlik diyeceğim yanlış anlaşılacak, sik kafalılık diyeceğim hakaret algılanacak. Yemin ediyorum sike sürülecek beyin yok bunlarda. Kankaymış.
Kanka'nızı sikeyim sizin, embesil herifler. Bu ismi koyan, bu ismi bulan her kimse çift başlı kartal götüne girsin.
Kewell çok büyük oyuncusun...
Asya Kupası'nda finale kadar geldiler. Kewell'ın payı çok büyük. Sezon sonu gönderileceği söyleniyor.
Şu adam ne olursa olsun takımda kalmalı. 10 yabancıdan biri o olsun diyeceğim ama o bizden biri, yabancı değil.
Futbolu, sahadaki duruşu, efendiliği, zekâsı, oyun yeteneği, vs. vs. her şeyiyle, Galatasaray oyuncusu olmayı hak ediyor.
Asya Kupası'nda attığı tüm goller şurada var. İzlemeyenler, izlemek isteyenler şuraya tıklarsa tüm gollerini izleyebilir.
Lan hakikaten, bir oyuncuyu bu kadar sevmedim. Cana da, aynı yolda ilerliyor.
Etiketler:
harry kewell sen ne büyük bir adamsın lan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)