26 Eylül 2011

Biraz da iyi tarafından bakalım


Galatasaray-Eskişehirspor maçı zor olmasını beklediğim ancak çok daha kolay geçen bir karşılaşma oldu.

Hep olumsuz şeylerden bahsetmek olmaz diye Melo'dan başlamak gerekir diye düşündüm. Melo'yu izledikçe, senelerdir, bu takımda o bölgede kimlerin oynadığı geliyor aklıma. İsimleri bir bir sayıyorum, "Lan oğlum ne yemişler bizi!" diye içsesimle karşılaşıyorum.

Attığı 3 golü dışarıda tutarsak, sahada bulunmadığı bölge yok gibi. Her topa bir biçimde ayağını uzatıyor. Fiziği zaten kusursuz ama onun dışında oyun zekâsı ve sezgileri de üst düzeyde. Pozisyon bilgisiyle hem tehlike alanlarında hem de rakip kalede kendisini gösteriyor. Bir orta saha oyuncusundan başka ne beklenir bilmiyorum. Üstelik, herif seyirciyi de coşturuyor.

Eğer Galatasaray'la yolları ayrılırsa çok kişinin yüreği cız eder ve Brezilyalı futbolu düşmanı olan ben de dahil olmak üzere.

Gelelim Tomáš Ujfaluši'ye. Türkiye'de Mehmet Yıldız'ın en güçle denebilecek stoperler karşısında bile ne derece etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Mehmet Yıldız'ın oyundan çıktığı 58. dakikaya kadar hiçbir pozisyonda geçit vermedi. Mehmet Yıldız iki-üç kez çaresizce kendisini yere bıraktı.

Fizik açısından rakiplere karşı çok ciddi bir üstünlüğü var. Bizim o çok kuvvetli (!) stoperlerimizden farklı olarak, beyni de çalışıyor, kademe bilgisi ve becerisi müthiş. Hakan Balta'nın en büyük şansıdır, Ujfaluši'nin sürekli kademelerine girmesi.

Atletico Madrid'den nasıl geldiği aşikâr. 3'te 3 yapmak istersen 3'ün 1'i kıvamında gelmiş ve büyük taşak malzemesi olmuştu ama şimdiden diyebilirim ki, böyle malzemeye can kurban.

Galatasaray, Eskişehirspor'u bundan önceki maçlara kıyasla nispeten daha rahat geçerken yine S.O.S verdiği zamanlar oldu. Çok rahat kontra yiyor, çok basit pas hataları yapıyor ve ne yazık ki Gökhan Zan gibi bir stoperi var.

Futbul biraz cilve oyunu, Gökhan Zan yaptığı bir hatayla gol yedirebilecekken, bir ya da iki dakika sonra rakip kaleye gol attı. Islıklanması an meselesiyken, bütün stat tarafından alkışlandı. Güven veriyor mu? Tabii ki hayır, hem de hiç güven vermiyor fakat Servet'le birlikte alternatifsiz durumdalar. Transfer döneminde stoper düşünülmezse de, bir yıl daha katlanmak zorunda kalacağız.

İlk yarıda ileri çıkışlarda çok ağır bir Galatasaray izledik. Ağır çekime gerek duyulmayacak türden hücumlar vardı. Riera-Kazım-Elmander üçlüsü ağır olan Eskişehirspor savunmasını zorlayamadı.

İkinci yarı özellikle de ikinci gol gelmişken ve Eskişehirspor'un gardı düşmüşken Elmander ve Baros'u yan yana izleyebilirdik ama Terim buna gerek duymadı. Yaptığı hamlelerle oyunu tutmayı tercih etti. Yıllar insanı değiştiriyor olsa gerek.

4 maç sonunda fena olmayan 'ehh' diyebileceğimiz Galatasaray izleyebildik. Deplasman fakiri görüntüsü çizen sarı-kırmızılı takım, Ankara deplasmanında nasıl oynayacak hep birlikte göreceğiz ama Ankaragücü maçının çok belirleyici olacağını düşünmüyorum çünkü bu ligin açık ara en berbat takımı.

Hakem Tolga Özkalfa berbattı. Şu itirazdan verilen kartlar can sıkmaya başladı. Bu adamlar 90 dakika koşuyor, ciddi adrenalin salgılıyor, en nihayetinde patlama noktaları olacaktır. Sahadaki 22 kişinin, koyun gibi melûl melûl bakması da beklenmesin.

Tamam çok abartı bir tepki verilir, bas sarı kartı ama sahada herhangi futbolcunun eli havaya 20 santimden fazla kalktığı anda da sarı kart vermek büyük haksızlık. Üstelik bu uygulama ne İspanya'da, ne Almanya'da ne Fransa'da ne de İngiltere'de böyle uygulanmıyor. Sıfır tolerans diye, olayın bokunu çıkartmanın anlamı yok.

Unutmadan; Skibbe'yi yeniden görmek güzeldi.

Yazıyı yazmadan önce aklımdaydı ancak tamamen unuttum. Emre Çolak, eline geçen fırsatları bir bir harcamaya devam ediyor. Futbol artık 1960'lardaki gibi değil. 3-5 çalıma tav olan adamlar, futbolun gerizekâlıları. Bu kafayla oynamayı düşünüyorsa, kendisine, Türkiye'ye gelecek bir sirkte iş bulmasını diliyorum.