23 Haziran 2010

13. günden aklımda kalanlar



Dünya Kupası maçlarından önce mutlaka yazılması gerekirdi. Wimbledon'da dünya spor tarihine geçen bir gün yaşandı ve yarın da bu tarihi gün devam edecek.

ABD'li John Isner ile Fransız Nicolas Mahut arasındaki birinci tur maçı Salı günü başladı büyük bir ihtimalle Perşembe günü bitecek. Dünya spor tarihine geçecek bu mücadele tam 10 saatten bu yana devam ediyor. Üstelik 10. saat sonunda maç ertelendi.

Fransız Nicolas Mahut, bir tenis maçındaki en yüksek ace sayısına da ulaştı. Tam tamına 98 ace atan Mahut, bir daha bu rakamın yakalanmasına izin vermez.

Wimbledon'daki kural gereği tie-break setinde, tie break uygulanmıyor. O yüzden iki raketten birinin, diğerine 2 farklı oyun üstünlüğü kurması gerekiyor. Ancak maçın tie-break seti 59-59'ken ve tam tamına 10. saate girilmişken, maç yarına (yazı sonunda bugün olur) ertelendi.

Biri Fransız, diğeri ABD'li bu iki adamı bütün dünyadaki sporseverlerin ayakta alkışlaması şarttır. Yarın bir inceden yazı gelir buna.

DONOVAN'DAN SİHİRLİ DOKUNUŞ

2010 Dünya Kupası'nda bir günü daha geri bıraktık. C Grubu'nda büyük bir sürpriz yaşanarak, ABD grup liderliğini alarak 2. tura çıktı, İngiltere ise 2.'likle yetinmek zorunda kaldı.

İlk maçtan bu yana "Defoe, Defoe" haykırmalarımı duymuş olan Capello, nihayet Emile Heskey'i ilk 11'de oynatmayarak, turnuvadaki en doğru kararını verdi. Verdiği bu karar, kendi kariyerinin de tartışılmaya başlandığı bir anda, ilaç niyetinde olmuştur.

Bir Türk misali, yumurtanın kapıya dayandığı ve kupaya veda etme olasılığı bulunan İngilizler, gruptaki en rahat -görece- maçlarını oynadılar. Skor her ne kadar 1-0 bitse de, 3-0 ya da 1-1 de bitebilirdi.

İngiltere'de kaptan Steven Gerrard, maçın kesin ve net yıldızıydı. Bu cümleyi yazmışken James Milner'a haksızlık yaptığımı düşünmesin kimse. Attığı o diyagonaller için bile maçın yıldızı etiketini hak etmiştir.

Gruplar açıklandığında belki de İtalya ile birlikte en rahat takım olarak görünen İngiltere, kan-ter ikileminde kaldı gruptan çıkabilmek için. Gerçi ABD'nin kazanmasıyla Almanya ile karşılaşmak zorunda kaldılar ama eğer bu turda bir veda olsaydı, İngiliz futbolcuların Ada'ya nasıl döneceklerini tahmin bile edemezdim.


Slovenya'nın futbolunu, oyun anlayışını çok sevmedim. Fakat bir gerçek var ki, kadrolarına bakılacak olursak, başarılı oldular.

Gelelim grubun dengesini değiştiren maça, yani ABD-Cezayir karşılaşmasına. Futbol öyle ilginç bir oyun ki, hayatımda ilk kez, üstünde ABD forması taşıyan bir takımın galip gelmesine sevindim.

ABD, bu turnuvada gördüğüm tartışmasız en inatçı takım. İki maçı da bırakmadılar, iki maçta da disiplinlerinden taviz vermediler ve iki maçlarında da futbol oynamaya çalıştılar.

Cezayir maça çok hızlı başlayıp topu direkten döndükten sonra -o top girseydi de, ABD'nin maçı çevireceğini düşünüyordum- ABD maçı kazanmak için 93 dakika boyunca mücadele etti. Altidore, Donovan, ikinci yarı oyuna giren Feilhaber, Bocanegra ve Cherundolo harika maç çıkarttılar.

Her iki maçı dönüşümlü seyretmiş olsam da, futbol olarak "Tamam maç budur" dediğim karşılaşma ABD maçıydı. Bunda Cezayir'in de oyunu etkendi. Cezayir kalecisi Rais Ouheb Mbouli, son dakikada yediği gol dahil mükümmele yakın bir maç çıkarttı. ABD'nin inim inim inlemesine sebep oldu.

Doğrusu İngiltere için aynı şeyi söylemeyeceğim ama ABD sonuna kadar gruptan çıkmayı hak etti. İkinci turda Gana ile karşılaşacaklar, bir maçlık ABD destekçiliği yeter de artar bile.

ALMANYA VE GANA MUTLU 'MESUT'

Son Fanatik, Fotomaç başlığımı atmış bulunuyorum. Bundan sonra daha rahat okuyabilirsiniz. İnanın hiçbir yere bakmadım ama kuvvetle muhtemel bir dolu yerde benzer başlıklar mevcuttur.

Açıkçası, Almanya-Gana maçında bir tarafın kazanması gerekiyorsa, bunun Gana olması lazımdı. Bölük pörçük izlediğim için net ifadeler kullanmak istemiyorum fakat Gana'nın kaçırdığı pozisyonları görünce ciddi anlamda hayıflanmadım değil. Öte taraftan, grup ikincisi olarak ABD ile karşılaşacak olmalarına da acayip sevindim. ABD'yi küçümsüyor değilim, yine de Gana'nın grup ikinciliğinin çeyrek final kapısı olarak görüyorum.

Mesut Özil maça çok kötü başladı. Kaçırdığı gol, paslarındaki isabet oranı, ikili mücadelelerdeki zayıflığı ile Almanya'nın en kötülerinden biriydi. Ama işte ilk maçta söylediğim gibi Mesut; Zidane'ların, Tigana'ların, Socrates'lerin, Hagi'lerin temsilcisi gibi. Çok kötü oynadığı bir maçta, mükemmel bir gol atarak, 90 dakikaya damgasını vuruyor.

Mesut tipinde yeteneklere, futbolda her zaman rastlanmıyor. Rastlansa da, kendilerini harcamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Mesut Özil, bugün var olduğu konumdan çok daha ileriye gidecektir. Avantajlarından biri Almanya Milli Takımı'nda oynaması. İçimdeki ses eğer Türk olsaydı, Emre Belözoğlu ya da Arda Turan'ın (bu oyuncuları küçümsemiyorum fakat bu 'gurbetçi' denilen adamlar, Türkiye'de gerek basının gerekse de takım içindeki arkadaşlarının alay konusu oluyor, konuşmalarıyla, kültürleriyle dalga geçiliyor. O yüzden de çok erken kopuyorlar milli takımdan) yedeği olurdu, diyor.

Bu yüzden Almanya vatandaşı olması Mesut Özil'in geleceğinin daha da parlak olacağı anlamını taşıyor, benim adıma.

Almanya fiziki açıdan Gana ile baş edebilecek ender takımlardan biriydi. Bugün eğer 1-0 üstünlükle sahadan ayrıldılarsa, bu fiziki güçlerinin ve gençliklerinin sayesinde gerçekleşti. Özellikle defansta Arne Friedrich ile Philipp Lahm maçı kazanmalarında büyük rol oynadı. Lahm'ın çizgiden çıkarttığı top, Friedrich'in üç kritik müdahalesi ile grup liderliğini ceplerine koydular. Gana'nın kaçırdığı goller de, grup liderliğinin yolunu açtı.

İlginçtir, Gana turnuvada attığı 2 golü de penaltıyla buldu. Bu maçta öyle goller kaçırdılar ki, değil saç baş, kirpik-kaş bile kalmaz insanda. İkinci tura çıkmalarını, kesin olarak Avustralya'nın galibiyetine borçlular.

Gana'nın ABD karşısında ikinci turu da aşabileceğini düşünüyorum. İngiltere'nin gelmemesi tecrübe açısından bile ibreyi onların aleyhine çevirebilirdi. Bu açıdan şu ana kadarki eşleşmelerden en şanslısını yakaladılar. Aynı şey tabii ki ABD için de geçerli.

Muhtemelen ikinci tura çıkan tek kıta takımı olacaklar. Bu yüzden, ABD maçında arkalarındaki seyirci desteği de onların avantajına olacak.

Avustralya-Sırbistan maçını çok fazla izleyemedim, o yüzden ahkam kesemeyeceğim. Bu maça bakmak yerine, zap hakkımı Wimbledon'daki John Isner-Nicolas Mahut maçından yana kullandım.

Kewell'ın kırmızı kartı sonrası zaten benim adıma Avustralya bitmişti. Sırbistan'ın futbolcu kalitesini, sahaya yansıtamadığını düşünüyorum. Gerçi, bir beklentim yoktu, hele Gana maçından sonra hiç kalmamıştı. Gana ikinci turu daha çok istedi ve istediğini de aldı.

Yarın John Isner ile Fransız Nicolas Mahut maçını sakın kaçırmayın. En azından 10 saatin ardından neler olup bitiyor, onu görün.

Kapatın futbol branşını


Uğur Uçar Ankaragücü'ne transfer oldu. Forma giymese de, Galatasaray'da en sevdiğim futbolculardan biriydi. Kardeşimdi, takım kaptanımdı, ikinci Cüneyt Tanman'ımdı.

Biraz önce kulübün İMKB'ye yaptığı açıklama geldi. Uğur Uçar, 1 milyon 300 bin lira bonservis bedeliyle Ankaragücü'ne transfer olmuş.

Ve 2009-2010 futbol sezonu sonuna kadar olan hak edişlerinin 100 bin lirasından feragat etmiş.

Galatasaray Kulübü, altyapısından yetişen oyuncusunun 100 bin lirasını vermiyorsa yazıklar olsun.

Transfer yapacaklar bu adamlar değil mi? Batsın transferiniz. Önce formasını terleten adama parasını vereceksin, sonra transfer yaparsın. Mehmet Topal 500 bin lirasını bıraktı, Uğur Uçar 100 bin lirasını.

Aferin size, böyle devam edin. Örnek kulüp yönetimi bunlar. Hayatımda hiçbir yönetime antipati duymadım, ilk kez oluyor bu. Belki ben fazla hassas davranıyorum, bilemiyorum. Ama kulübün, bu yönetimden kurtulması gerektiğini düşünüyorum.

Her şeyi bir kenara bırak, koskoca Galatasaray Kulübü, bir top kapabilmek için buzun üstünde dizini kıran, kendi altyapısından çıkan oyuncusuna 100 bin lira ödemiyorsa, kapatsınlar o branşı.

İroniye bak ki; o çocuk giderken sana para kazandırıyor. Ağzımdan çok şey çıkacak, iyisi mi susmak.

Not: Fotoğraf, rovasata.blogspot.com'dan alıntıdır