18 Temmuz 2010

Göt sallayacak çok hatun bulunur ama


İlginç ülkeyiz vesselam. Jennifer Lopez'in KKTC konserini iptal etmesinin ardından bir savaş başlatıldı. Nasıl olurmuş da, insan hakları ihlalleri nedeniyle konser iptal edilirmiş. Konu hakkında Hürriyet yazarı Ömür Gedik, kendi deyimiyle "milliyetçi ve insancıl" bir tavır göstererek, işi eline silah almaya kadar götürdü.

Açıkçası, plaza sarışını bu hatunun bugüne kadar ne gibi milliyetçi tavırlar geliştirdiğini ve tepkiler gösterdiğini merak etmiyor değilim. Milliyetçilik denince, direkt olarak eline silah almayı akla getirmesi zaten başlı başına mantıksız bir bakış açısı. Aslında olmayan bir bakış açısının göstergesi gibi duruyor.

Bu milliyetçi plaza sarışının, yükselme hikâyesi, üst kattaki bir isimle evlenmesiyle paralel hareket eder. Sonrası, eklerden tv programı hazırlamaya, oradan köşe yazarlığına kadar uzanır.

Yazdıklarını okursanız; içi boş, mantık sınırlarını zorlayan, bir köşe yazarı değil de, bakkalda iki hanım ablanın muhabbeti gibi olduğunu fark edersiniz. Sinema konusuna girmeyeceğim bile velakin gitmediği filmleri bile 2 dakikalık tanıtımına bakarak yorumlar. Hoş, bu da ayrı bir özellik olmalı.

Bu milliyetçilik denilen kavram gariptir. Herkesin kendi milliyetçilik anlayışı, farklılık gösterir. Şekilde görüldüğü üzere eline silah alıp, sağa sola ateş açmayı da milliyetçilik sanan vardır, oturduğu yerden konuşup, hiçbir şey üretmeden salt söylemle yapıldığını sanan da vardır.

Götünden başka hiçbir özelliği olmayan bir hatun üstünden, "Valla ben şahsen gelenin geçenin Türkiye üzerinde oynadığı oyunlara fena halde bozulur oldum" diyerek (ayrıca bir cümle içinde 'ben' ve 'şahsen' demek, hem de imzanı attığın bir yazıda bu iki kelimeyi bir araya getirmek, ilginç bir yazım tekniği olsa gerek), milliyetçi olduğunu ileri sürmek, insanın ağzıyla gülmeyeceği tepkiler vermesine neden oluyor.

Bu ülkede milliyetçilik tam da böyle bir kavram. Geceye Nişantaşı'nda Longtable'de başlayıp, ardından Asmalımescit'e akıp, oradan da Al Jamal'da sabahı getiren bu türler, milliyetçilik denildiğinde akıllara ilk savaşmayı, silahları getirir.

Hayat biçimi ve tarzı, beni zerre ilgilendirmiyor. Parayı bol bulan ister taşaklarına sürer, isterse bir sokak satıcısıyla paylaşır. Fakat, söylediklerin ve yaşam tarzın birbirine uymuyorsa o zaman, "Dur ablacım" derler insana.

Bu ülkede hali hazırda kan akarken, neredeyse gün aşırı ölüm haberleri gelirken, "Vallahi silahı elime alasım geldi" türünden, vıcık vıcık çiğ sokak halkçılığı kokan cümleler kurmak, fazlasıyla terbiyesizlik oluyor.

Birileri silahların susması için bağrını yırtarcasına bağırırken, ablamızın beline palaska geçirip, eline de silah almaya talip olması, neden silahların susmadığının da bir işaretidir.

"Oha konu nereden nereye geldi" demesin kimse. Aslında konu net olarak bu. Bir protesto biçimi olarak akla hemen silahı getirenler, sokaktaki magandalardan şikâyet etmeyecek.

Çünkü bir toplumun sağduyusu olması gereken, her ne kadar o mesleğe yakışmasa da titr'inde gazeteci yazan bir insan, boktan bir konser iptalini teyakkuz durumuna getiriyorsa, sokaktaki insan psikolojisinin de eleştirilebilir yanı yok demektir.

Jennifer Lopez, "İnsan hakları ihlali için iptal etmiş" konseri. Bunun karşılığı, ortaokul çocuğu zihniyetinde, "Haydi o zaman biz de tepkimizi gösterelim ve filmini protesto edelim" demek midir? Kasetlerini de, Taksim Meydanı'nda yakalım oldu olacak.

İş o kadar boka sarıyor ki, şimdi Jennifer Lopez karşısına Shakira getirilmeye çalışılıyor ve bu bir haklılık ispatı hali gibi gösteriliyor. Shakira konser verip, iki göt salladığında, KKTC'yi tüm dünya tanımış mı olacak? Ya da Lopez'e inceden mesaj mı verilmiş olacak?

Ülkede akan kanın haddi hesabı yok, biz iki göt üstünden milliyetçilik yapıyoruz, Alice In Chains'in "Türklerin deodorant sorunu var" açıklamasıyla, aslında misk-i amber koktuğumuzu ispatlama gayretine giriyoruz. (Bu konuya girmeyeceğim çünkü acayip tatsız bir hadise. Ama test etmek isteyen akşam saatlarinde otobüs, metro gibi toplu taşıma araçlarına binebilir)

Aslında sormak gerekir bu plaza sarışınına, "Güzel ablam, bugüne kadar hangi hak ihlalinde ayağa kalktın? Hangi haksızlığın karşısına dikildin? Hangi despota ayak diredin? Emeğini alamayan kaç kişi için isyan ettin?" diye ama yanıbaşında, işten atıldığını sabah manyetik kartını okutamadığında anlayan çalışma arkadaşının durumuna bile ses çıkartamayan biri için bu soruları algılamak bile zor olur.

Mesele Jennifer Lopez, Shakira meselesi değil. Elbet KKTC sınırları dahiline götünü sokacak, onu sallayacak biri bulunur. Önemli olan göt sallamayı onur meselesi haline getirenlerin, ülkede olup biten her meseleye kafasını sallayıp onaylamalarının önüne geçmektir.

Not: Zamanın birinde, bu blogda hatun fotosu olmayacak demiştim ama mecburi bir durum, anlayış isterim.

O futbolcudan önce adam


Çok az futbolcuyu bu kadar sevdim, çok az adam aklımda yer etti bugüne kadar. Gerilerden bu yana düşünüyorum; Prekazi, Cüneyt Tanman, Hagi. Yok işte başka aklıma gelmiyor. Bazılarını sevdik, sevgimize layık olamadılar, o yüzden hızla sildik hafızamızdan.

Galatasaraylı olup da, bu adamı sevmeyen var mı diye düşünüyorum hep. Kim sevmez, o gülümsemenin sahibini ya da neden sevmez? Anlam veremiyorum hiç.

Kewell'dan çok şey öğrenmesi gerekir bu ülkenin, sadece Galatasaray değil. Futbolculuğunu bir kenara bırakarak söylüyorum bunları. Saha içinde en delirdiği halde bile hakeme gülümseyebilen kaç tane futbolcu hatırlıyoruz, bu ülkeye yolu düşen? Ben hatırlamıyorum, hatırlayan varsa söylesin.

Bazı adamlar önemli olmasının yanı sıra özeldir de, işte Kewell bu özel adam listesine giriyor. Hagi'de böylesi bir yanlışı yapmıştık, onu bu kulübün içinde barındıramadık bir türlü. Böylesi bir fırsat elimize geçti, bunu değerlendirmeliyiz.

Galatasaray'da kalmalı Kewell. Menajer, altyapı antrenörü, sportif direktör v.s. v.s. ne derseniz deyin adına ama kalmalı. Eğer ileriye yönelik adımlar atacaksak, günü kurtarmanın derdine düşmeyeceksek, Kewell gibi bir adamı bu kulübün içinde barındırmalıyız.

Ne bileyim; Kewell altyapıdaki çocuklara topa vurmayı, sahada sahtekârlık yapmamayı, her şartta gülümseyebilmeyi, kornerde ön direkte gol koklamayı ama en önemlisi adam olmayı öğretmeli.

Altyapıdan çıkan çocuklar, en ufak darbede kendini yerden yere vuran Hakan Ünsal gibi ahlaksız olmamalı, Hakan Şükür gibi senelerce ekmediğini yediği milyonlarca dolar kazandığı kulübüne sallamamalı, tribünlere sahtekârlık yaparak sevgi kazanılmadığını öğretmeli.

Belki abartılı buluyorsunuz, bendeki Kewell sevgisini. "Ulan 2 yıldır oynuyor hiçbir başarı sağlamadık" diyorsunuz.

Kewell'ı futbolcu olarak değil adam olarak seviyorum, futbolculuğu adamlığının sonrasında geliyor benim için. O yüzden bu kadar önemsiyorum, üstüne düşüyorum, hatta daha da ileri gidip "Galatasaraylılığımı askıya alıyorum" diyorum.

Çünkü eriyor futbol tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de. Konuştuğumuz, tartıştığımız şeylere bakarsak anlayacaksınız. Futbol sahasından çok arenaya dönen bu ortamı değiştirmek gerek, değiştirirken de Kewell gibi adamlarla yapmak lazım.

Yoksa bu ülkede çok Hakan Şükür'ler, Hakan Ünsal'lar var ama adam olarak Kewell'ların sıkıntısını yaşıyoruz ve taşıyoruz.

İyi ki, geldin Kewell. İlk maçında sevgilisine koşan, genç aşıklar gibi Ali Sami Yen'de olacağım. (Son cümlede algınız maksadını aşmasın lütfen. Ben bile okurken, bir an şüphe ettim)