20 Temmuz 2010
Hangisine dur dediniz lan!
Erdal Eren'i cümle arasında geçirince sorun bitti değil mi? 12 Eylül'de bunlar yaşanırken neredeydiniz? Merdivel altı camilerde örgütleniyor muydunuz, yoksa "Ulan sağcı-solcu herkesi astılar, bize dokunan olmadı" diye iğrenç ve ıslak dudaklarınızda sırıtma ifadesi mi vardı?
Ülkesinden gönderilen, kaçan, insanların hayatlarını verebilecek misiniz? "Aha işte sivil anayasa yaptım, öpüşüp barışalım" mı diyeceksiniz.
Hangi sorumlu yargılandı? İşkenceci bugün hâlâ görevinin başında. Ya kocasının gözleri önünde tecavüz ettiğiniz kadının psikolojisini düzeltebilecek misiniz?
Sikindirik bir anayasa ile her şey düzeliyor demek. Ama sorumlular sayfiye evlerinde taşaklarını salıp oturmaya devam edecek.
Okumayan, bilmeyen varsa, sırayla okusun hepsini...
FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.
KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.
ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.
GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.
AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.
KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.
RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.
KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.
KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.
SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.
COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.
ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.
LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.
KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.
MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes 50'yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.
ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.
SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.
BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.
SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.
GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.
LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın "uygun adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.
PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenirdi.
İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..
TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.
HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.
VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.
AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.
KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.
GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.
AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.
MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi.
Oğuz Güven'in "Zordur Zorda Gülmek" adlı kitabından alınmıştır.
Erdal Eren'ı 56 yılda ilk kez hatırlamak
12 Eylül'de yapılacak Anayasa referandumu yaklaştıkça herkes elindeki kartları sürmeye başladı. Biraz önce Başbakan Erdoğan, TBMM'deki grup toplantısında 12 Eylül döneminde öldürülen ülkücü genç Mustafa Pehlivanoğlu üstünden, referandumda 'hayır' diyeceklerini açıklayan MHP tavanına karşı tabana oynayan bir konuşma yaptı. Yetinmedi 18 yaşından küçük olmasına rağmen, kafa kâğıdı değiştirilerek idam edilen Erdal Eren'in de adını alarak (Gerçi Erdal Eran değil ismi, dersine iyi çalışmamış), bu kez sol kesime göz kıprtı.
12 Eylül'ün bu ülkede yarattığı travmayı ve tahribatı tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. Ya da 12 Eylül'ün Türkiye'de hangi siyasal akımın önünü açtığını. Bugün herkes gayet iyi biliyor ki, siyasal islamın yükselişi 12 Eylül ürünüdür.
Türkiye'de siyaset, en kirli, el alçakça, en adi biçimlerde yürütülüyor. Yaşı 56'ya gelmiş bir insanın, hayatında ilk kez Erdal Eren ismini telaffuz etmesi, bu kirli ve adice siyasetin en belirgin örneğidir.
Konjonktüre göre, ağız değiştirmek, günün koşullarına göre siyaset yapmak, belirli bir çizgiyi tutturmadan herkese mavi boncuk dağıtmak, Türk siyasetinin en çok başvurduğu yöntemlerden biridir. Sadece AKP için değil, CHP ya da diğer siyasal partilerde de örneklerini görüyoruz.
İsmini bile bilmediği bir çocuğun adını anarak, referanduma yönelik siyaset yapmak, kimilerine hoş görünüyor olsa da, benim beynime ahlaki zaaf olarak görünüyor.
Bu denli 'demokrat' bir başbakanın, 3-4 yıl önce Taksim'e çıkmak isteyen emekçilere gösterdiği tepki, TEKEL işçilerinin direnişine karşı duruşu, milyonlarca işsize verdiği öğütlere baktığımda Erdal Eren'in adını ağzına almasını, kara siyaset örneği olarak görüyorum.
Bir ömür boyu Erdal Eren ismi aklına gelmiş midir acaba? Devlet eliyle işlenen bu cinayete hayatının hangi döneminde karşı durdu da, birdenbire anımsadı?
Bir referandum için Erdal Eren'i hatırlamak, Necdet Adalı'yı konuşmaya özne yapmak, Şafak Türküsü dizelerini okumak ve ardından gözyaşı dökmek; ne kirli, ne bayağı, ne pespaye bir siyaset örneği.
Anmayın kirli ağızlarınızla Erdal Eren'i, anmayın Serdar Soyergin'i, anmayın Hıdır Arslan'ı, anmayın Veysel Güney'i, anmayın Seyit Konuk'u, anmayın Ramazan Yukarıgöz'ü, anmayın İlyas Has'ı.
Darağacında sallandırılan, işkencehanelerden geçirilen, polis merkezlerinde kaybedilen gençlerin adını anmayın, kirli siyasetiniz için.
Oturduğuz o koltukların başat nedenidir 12 Eylül ve sonrasında yaşananlar. Şimdi kalkıp Erdal Eren'i ağzınıza dolayacaksınız, biz de "Vay lan helal olsun diyeceğiz."
Vay lan helal olsun....
Önce adını anacağınız adamın ismini öğrenin, anma işinde samimiyseniz anarsınız sonra.
Bu arada referanduma gitmeyeceğim. Birileri tarafından dayatılan "Bak işte ya ondansın, ya bundan seç birini" mantığını asla kabul etmeyeceğim. Ne 12 Eylül faşist cuntasının anayasasından yanayım ne de bugün dayatılmaya çalışılan sivil görünümlü faşist anayasadan yanayım.
Not: Ulaş, tamamen benim hatamdan kaynaklanıyor, düzelttim. Üstünden bir kez daha okumamam çok büyük aptallık olmuş. Teşekkür ederim düzeltmen için.
Etiketler:
12 eylül,
erdal eren,
recep tayyip erdoğan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)