19 Mayıs 2011

Aysal, Elmander, Terim ve gelsin kızılcık şerbetleri

Galatasaray başkanlık süreci boyunca bilinçli bir sessizliği tercih ettim. Adnan Polat'ın gitmesi gerektiği aşikârdı.

Ünal Aysal rekor oyla seçildi ve kendisini ilk kez uzun bir biçimde dinleme ve izleme imkânı buldum. Açıkça söylemek gerekirse, bana ciddi anlamda güven verdi. Ne söylediğini bilen, popülist söylemlerden uzak duran, konuşmaktan çok kendi deyimiyle bir 'eylem' adamı ve en önemlisi de aklı duygularının önünde.

Galatasaray'da 3. kez Fatih Terim sayfası açılıyor. Kendisine çok sıcak bakmadığımı takip edenler gayet iyi biliyor. Takip etmeyenler için söyleyebilirim ki, Fatih Terim'i yeniden Galatasaray'ın başında teknik direktör olarak görmek, beni fazlasıyla rahatsız edecek. Hoş, benim rahatsız olmam ne bu kulübü ne de bir başkasını ilgilendirir.

Fatih Terim'i hep İsviçre milli maçı sonrasında yaşananlar paralelinde hatırlıyorum. Ulusal takımın en büyük utançlarından birinde Terim'in koca bir imzası vardı çünkü. İnsanlara tepeden bakan, 'dünyayı ben yarattım' edası, işler iyi giderken sempatik görünen ama işler sarpa sardığında önüne geleni aşağılayan birinden hazzetmem de pek mümkün değil.

İşin kişisel kısmını bir tarafa alırsak, Fatih Terim'in oynattığı futbola da pek inanan biri değilim. Takıntılarının esiri olan, 'ben yarattım' demek için dökülen futbolcularda ısrar eden, sahada bir kaos yaratarak, sonuç çıkartmaya çalışan bir teknik direktör profili çiziyor.

Tabii ki, kimileri için bu profil salgılattığı adrenalin sayesinde heyecan verici ama ben heyecandan çok oturmuş, düzenli bir takım taraftarıyım.

Kaderin cilvesi olsa gerek "Yeter artık! İzlemek istemiyorum bu adamı" dediğim Terim'in başında olduğu Galatasaray'ın aldığı sonuçlarda nasıl tepkiler vereceğimi hiç bilmiyorum.

Ünal Aysal'a yeniden dönecek olursak, Galatasaray'ın kırgın taraftarını yapacağı hamlelerle kazandıracağı çok açık. "Bir hafta içinde çok önemli bir kaleci açıklayabiliriz" söylemi bile, taraftarın büyük bir kısmının gönlünü kazanması için yeterli.

Galatasaray yeni bir yapılanmaya giderken, keşke Terim'le başlamasıydı. Aynı suda yıkana yıkana Ganj Nehri kenarında hacı olan Hindulara döndük. Ama UEFA Kupası gibi bir kredibilite olunca, pek çok kişi hacı olmaya razı.

Ünal Aysal'ın 1 saat 20 dakikalık konuşması boyunca benim adıma söylediği en önemli şey, kulübün Kasım ayına kadar 120 milyon dolar gibi bir rakam ödemesi gerektiği ve birtakım gelirlerinin temlik altına aldırıldığıdır.

Bunu şunu için önemsiyorum; hani şu "Evet abi Adnan Polat sportif açıdan başarısız ama mali açıdan son derece önemli işler başardı" diyenler var ya? Ne kadar başarılı bir mali portre olduğunu anladık!

Bu takıma gönül veren akil adamlar, Galatasaray'ın sorunlarının çözümünün transferlerla olmayacağını ısrarla söylüyor.

Ünal Aysal'ın bu 80 dakikalık konuşmasında Sağlık Kurulu, Florya, futbolcuların psikolojisi, nakit akışı gibi söylemlerini bu bağlamda değerlendirdiğimde, Galatasaray'ın başında akil bir adamın olduğunu görmek sevindirici.

Heyecan verici bir dönem başlayacak, bunu şimdiden görmek mümkün.

Çok umutlu olmasam da, yenildiği bir maçtan sonra gazeteci aşağılamayan, yaptığı hatalardan ders almış, takımı "Belki bu kez düşeş gelir" mantığıyla değil de, futbolun gerçekleriyle örtüştüğü sahaya çıkartan, komplekslerden uzak bir teknik direktör görmek.
Umuyorum; Nihat, Tuncay, Semih transferlerini görmeyiz. Bunları gördüğüm an, benim açımdan her şey başlamadan bitecektir...

Takım tutmak, garip bir duygu vesselam. Kan kusup, kızılcık şerbeti içeceğim sanırım...

Yazmadan önce aklımdaydı, unutmuşum; şimdi aklıma geldi. "Söz konusu Galatasaray olunca gerisi teferruat" diyen Terim acaba devre arasında kendisine teklifte bulunulduğunda neden benzer bir cümleyi kurmadı, merak etmiyor değilim...

Kayıkçı kavgası


Bu pankart Ankara'da ülkenin başbakanı konuşurken asıldı.
Özel koruma görevlileri geldi ve evin içine girdi.
Gayet medeni bir biçimde gösterilen tepkiye, tahammül olmadı.
Kendisinin, partisinin, hoşgörü anlayışı bu kadar.


Bu pankart da, Tunceli'de dün gece şehirde panolarde yer alan Kürtçe CHP afişlerinin kaldırılmasına yönelik asılan bir tepki afişiydi.
Polisler geldi ve bu pankartın kaldırılmasını istediler.
Gayet medeni bir biçimde gösterilen tepkiye, tahammül olmadı.
Partisinin ve kendisinin hoşgörü anlayışı bu kadar.

Bir bardak suda kopartılan CHP, AKP kavgasının taraflarının tek derdi, sisteme hakim olmak. "Ona yar olmasın, benim olsun" durumu.

Siyasi iktidarın uygulamaları bir kitle tarafından yoğun biçimde eleştiriliyor.
Dün de, bugün eleştirilenler, başkalarını eleştiriyordu.
Aslında bu, birbirinin neredeyse tıpatıp olduklarının bir kanıtı.

Kendilerine yöneltilen hiçbir eleştiriye tahammülleri yok.


Bunlar Yusuf ve Rojdar kardeşler. Cizre'de göstericilerin polise barikat olsun diye yaktığı lastikleri, polisin göstericileri dağıtmak için attığı gaz bombası kapsüllerini toplayarak, evlerine birkaç kuruş para götürmeye çabalıyor.


Bu da Ganime Ana. Ahırdan bozma bir evde yaşam mücadelesi veriyor. Yoksullukla mücadele ediyor, hayata tutunmaya çabalıyor.

Filler üste tepinirken, çimenler eziliyor. AKP ya da CHP'nin umrunda mı?

Yoksulluğu bitirmek için gelenlerle, yoksulluğu bitirmek için gelmeye taahhüt edenler aynı kaba sıçıyor, aynı kaptan besleniyor.

Boktan bir sahne, iğrenç oyuncular, birbirine benzer senaryolarla iyi bir film ortaya çıkmaz.

'Anıtkabir'de sap gibi durmaya gerek yok'


Tükürdüğünü yalamayacaksın.

Adamı öyle dikiyorlar işte...