28 Mart 2011

"Allah'la ortağım, Muhammed'in yancısıyım"


Jet-Pa'nın patronu Akgündüz 2000’li yılların hemen başında mağdurların şirketten ayrılmaması için kendi el yazısıyla Cenevre’de kaleme aldığı dört sayfalık yazıda, "Ben, Allahü Teala’nın ortağımız olduğuna inanmasaydım, bu mücadeleyi çoktan bırakmış olurdum" diye yazmış.

Deniz Feneri'nde 150 milyon Euro hortumlandı. Almanya'da medya, davayı ve gelişmeleri "Yüzyılın en büyük hortumculuğu" diye duyurdu. Orada ne yapıldı? Dünyadaki Müslüman kardeşlerimize yardım edeceğiz diye gurbetçi diye tabir edilen (Outlaw banko kıl olacak) insanları söğüşlediler. Hadisenin ekseninde yine din var.

Refah Partisi iktidarı döneminde Bosna'ya yardım paraları adı altında, Kadir Topbaş'ın ortağı olan Süleyman Mercümek üstünden cukka yapılan yardımlar vardı. Ki bildiğiniz kayıp trilyon davasıdır. Cumhurbaşkanı Gül'ün yargılandığı, "Her sakallının hesabını biz veremeyiz" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştığı hadise.

Bu Din-İman-Müslüman üçgeninde sağlam para götürülüyor. Artık iş "Allah'la ortağım, Muhammed'in yancısıyım" noktasına kadar gelmiş.

Benim aklıma pek çok şey geliyor bu hortum hadiselerinde. Dernekler dünyanın birtakım ülkelerinde (kanuni ve hukuki boşlukları bulunan ülkeler) en şahane kara para aklama yöntemidir.

Misal X denen şahıs, Afganistan'dan birkaç ton uyuşturucu getirecek ve bunu da pazarlayacak. Ama herifin hesap bu paralarla inanılmaz derecede şişecek. Eh, peki ne yapacak bu şişik hesabı? Siktiri boktan bir vakıf ya da dernek kur ve bağış olarak göster hepsini. Sonra üçüncü bir şahıs üstünden parayı misler gibi akla.

Din tabii en kolay, söğüş yöntemi oluyor. Herifler aşmış, Allah'la ortaklığa kadar götürmüş bu işleri.

İlginç olansa, bu adamların hepsinin dışarıda elini kolunu sallaya sallaya dolanması. Birileri ülkeye hortum salmış, ne var ne yok vantuz gibi çekiyor. Bunların bir tanesini bile tartışmıyoruz.
Bir bakıyoruz, gazeteciler içeride.
Bir bakıyoruz, Hizbullahçılar dışarıda.
Bir bakıyoruz, arkadan değdiriyorlar bize.
Bir bakıyoruz, hoppp içimize kadar girivermiş.

Dünyanın en büyük illüzyonisti Tanrı. Ve onun adıyla da her kapı açılıyor.
Niye?

Cumhurbaşkanından sufle çalayım ama bir değişiklikle;
"Her salağın hesabını ben veremem."

Not: Dur bakalım bu ifadeye kaç kişi saldıracak...

Türkiye'ye rezil olduktan sonra yapılacaklar listesi



1- Başbakan Erdoğan'ın eli eteği öpülecek. Eğer Başbakan kendisini affetmezse, okyanus ötesi bir gezintiye çıkıp, 'özür' daha büyük bir yerden dilenecek.

2- Stat açılışındaki provokatörler, halen bulunmadı. Bu kadar boş vakit varken, önce Emniyet Genel Müdürü sonra İstanbul Emniyet Müdürü'ne gidilip, kamera görüntülerinden tespit edilecekler ve 'yıldızlı pekiyi' alınacak.

3- Senelerce beleş bilet verip beslenen TırtAslanlarla ortak hareket edilecek. Onları beslemeye devam edip, yeni gelen yönetime ortalık dar edilecek. Böylece onlardan sonra göreve gelmenin zemini hazırlanacak.

4- Adnan'ımı (Sezgin) çok kırdım. Kendisiyle uzun bir tatile çıkıp, başbaşa şarap içilecek. Tatil sırasında, Galatasaray'a ileride yeniden başkan olunduğu taktirde, yol haritası hazırlanacak.

5- Beyazlayan saçlar için bakım uygulanacak. Gerekirse saçlara boya seçeneği masaya yatırılacak.

İşin geyiği bir yana, iktidar hırsının ne menem bir şey olduğunu Adnan Polat da bir kez daha görmüş olduk. Bir camiaya rezil olmanın yanı sıra, koskoca Türkiye'ye rezil etti kendisini.

İnsanları okuyorum, dinliyorum ve halen Adnan Polat'ın başarılı olduğunu söyleyenleri görüyorum. "Neden aptal bir halkız?" burada bile ortaya çıkıyor.

Futbolda başarısız olmuş da, mali tablo iyiymiş! E be yavrum sen malsan, ben ne yapayım? Açın borç hanesine bakın, eğer matematikten zerre anlıyorsanız, durumun hiç iç açıcı olmadığını anlarsınız.

Yiğit Şardan mı? İşte Adnan Polat'ı gerçek anlamda yiyen adamdır. Büyük bir sahtekâr, kulüp sayesinde büyük paralar kazandı ve Adnan Polat'ı ipe son anda asan adam oldu.

İt beslediği için seveni çoktur, bense Adnan Sezgin'i bile daha çok seviyorum...

Herkesi harcamanın bir bedeli vardır. O bedeli dün ödedi Adnan Polat.

Şimdi gidip Egemen Bağış, Tayyip Erdoğan, TOKİ Başkanı ve bilimum Galatasaray'a ağzına geleni söyleyen geçici güç sahiplerinin ellerini eteklerini öpebilir. Çünkü Galatasaray Başkanı sıfatını taşımıyor artık.

Haydi eyvallah Adnan.

Hoşşt! Radyasyon


Recep Tayyip Erdoğan: Riski var mı, tabii var. Patlayabilir. Şimdi patlayabilir diye geçenlerde söyledim, tabii bu malum şahıs ve şahıslar tarafından eleştiri aldık. Şimdi riski var patlayabilir, diye biz tüpgaz kullanmayacak mıyız?

Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz? Riski var diye İstanbul'un Boğaz Köprüsü'nün üzerinden geçmeyecek miyiz? Olur ya halatlar kopabilir, geçmeyecek miyiz? Deprem esnasında kopabilir. Geçmeyecek miyiz?


İşte bu zihniyete sorarsanız geçmeyeceksiniz. Boğaz'ın altından tüp geçit yapıyoruz, raylı sistem kuruyoruz oradan geçmeyeceğiz? Riski var, havasız kalabilirsin.

Bu anlayış hiçbir zaman aklın, bilginin, deneyimin tecrübenin ortaya koyduğu eserlere yönelik başında hep olumsuzdur, 'no' tuşuna basarlar, bittikten sonra 'yes' tuşuna basarak geçerler, bunların yapısı bu. Nükleer enerjiye karşı çıkanlar, radyasyon riski olduğu için acaba bilgisayar kullanmıyor mu, televizyon seyretmiyor mu?


Ülkenin başbakanının radyasyona bakış açısı budur. "Bilgisayarda, televizyonda da var."

Tabii bunları konuşurken, bir bakıyoruz, kendisi kimyasal saldırılara karşı korunan ilk başbakan oluyor. Koruma zincirinin yeni halkası olarak, bir konteyner ekleniyor.

Eeee, ne oldu peki? Hani radyasyon bilgisayarda da, televizyonda da vardı? Hani riski var diye otomobile mi binilirdi?

Hayatta en korkacağınız şey, cahilliğini bilmeyen cahiller olmalı. Çünkü cahilin cahil olduğunu bilirsiniz ama cahil olmadığını bilmeyen cahiller ürkütücü olurlar. Her boku bildiklerini sanırlar.

Misal bu ülkenin Çevre Bakanı atmosfere yayılan radyasyon için "Bizi dağlar çevreliyor, dağlara çarpıp geri döner" diye tarihi bir açıklama yaptı.

Bu tartışmaların tam göbeğindeyken, devletin yeni yalama organı Anadolu Ajansı "Japonya’daki deprem ve tsunami sonrası Fukuşima nükleer santralindeki sızıntı ile daha sık gündeme gelen radyasyon aslında yabancımız değil, evrenin ve hayatın bir parçası..." diye haber geçiyor.

Haberde şöyle bir bölüm var ki, beni benden almıştır, "Gıdalar içinde de ayçiçeği, havuç, patates, kuru yemiş, maden sularında diğer gıdalara göre daha yüksek radyasyon bulunuyor."

Yani diyorlar ki, korkmayın radyasyondan, nükleer santralden filan. Otun bokun içinde var. Uyanıklar ya, Başbakan'ın açıklamalarını olumlayacaklar. Emirle haber böyle yapılıyor işte.

Yukarıdaki fotoğraf 'radyasyon çocukları'ndan birkaç örnek.

Umarım radyasyonu bu kadar küçümseyen zihniyetin torunları, çoluk çocukları benzer şekilde doğar.

O zaman evdeki televizyon ve laptopu kapatarak, radyasyonu kovalarsınız.