14 Ağustos 2012
Selim -2-
- SELİM 1 -
Selim, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte boşaldığı parkeyi temizlemeye çalışırken, sürekli olarak "nasıl olur, nasıl olur?" diyordu. Duşa girdi, vücudunu buz gibi suyun altına verdi, kalan son 9 hakkını ne şekilde kullanacağına ilişkin pek çok şey kuruyordu kafasında. "Bir hakkımı 3-4 hatunla harcayayım da, değsin bari" diye sesli düşündü.
Çok önemli bir proje sunacaktı, oysa kafası aşure kazanı gibiydi, yaratıcı beyni hiçbir şey üretemez hale gelmişti. Duştan çıkıp takım elbisesini giydi, Her zamanki ukalalığı ve kendini beğenmişliği ile aynada kendine baktı. Bu kadar yakışıklı bir adam sadece 9 kere mi bu hazzı tadacaktı yani. Masanın üstündeki saatini koluna takmak için eline aldı fakat kolundaki sayacı unutmuştu. Saatini yatağa fırlattı, kapıyı çekip çıktı.
İşyerine gelmişti bile, her sabah olduğu gibi asansör önündeki insan selinin içine girdi, dakikalarca bekledi, nihayet kapıdan içeri girdi. Dalgın dalgın odasından içeri girerken, sekreteri Nihal, "Selim Bey, Murat Beyler sizi bekliyor" sesiyle irkildi, sadece "Tamam Nihal" dedi. Geriye dönüp, patronun odasına gitti.
- Selim nerede kaldın yahu? Müşteriler birazdan gelecek, doğru düzgün konuşamadık bile.
- Proje hazır Murat Bey, merak etmeyin.
- İyi de Selimciğim, bir üstünden geçseydik.
Sinirlendi ama ağzını bile açamadan "Üzgünüm" dedi.
Çantasından çıkarttığı, rulo haline getirilmiş projeleri çizim masasının üstüne koydu. Patronu dikkatlice inceledi, beğenmemiş gibi yüzünü ekşitti ama "Güzell" deyince derin bir nefes aldı.
- Selimciğim, sen toplantı odasına geç, çocuklara söyledim hazırlamışlardır bile. Projeleri onlara bırak, zaten müşterilerin de eli kulağındadır.
- Tamam Murat Bey.
Odadan ayrıldı, kapıyı kapatır kapatmaz patronun sekreteri Pervin'le göz göze geldi. Pervin bir erkeğin çapkınlığını aratmayacak biçimde süzdükten sonra "Akşam bekledim, aramadın" dedi. Selim ne diyeceğini bilmiyordu, geceyi bir başkasının yanında geçirmişti, aklına ilk gelen yalanı söyledi "Projeye son halini vermem gerekiyordu."
Pervin masasından kalktı. Altında siyah, daracık bir etek vardı, diz kapağının 3-4 parmak üzerinde. Beyaz bluzunun üstten iki düğmesi açıktı, Selim'in yanına yaklaştı, "Bu yalanı yutmadım ama akşam sendeyim, telafi etmen için bir şans vereceğim" dedi.
Selim her şeyi unutmuşken yeniden aklına düştü, kalan son 9 hakkı. Her zaman elinin altında bulunan bir kadınla heba edemezdi, "Bu akşam olmaz, arkadaşlarıma sözüm var" diye kaçamak bir yanıt verdi. Pervin, parmağını Selim'in boynunda gezdirdi, dudaklarını kulağına yapıştırıp "Arkadaşlarınla işin bittikten sonra bekliyorum" dedi.
Ter basmıştı her yanını, "Bakarız" deyip, odadan çıktı. Kapıyı kapatır kapatmaz "Karının azdığı zamana bak" diye söylenirken, Emir'le çarpıştı.
- Oğlum ne bu dalgınlık, suratın bembeyaz olmuş.
- Yok be Emir, gece votkayı çok kaçırmışım, ondan olmalı.
- Votka ne zamandır seni bozuyor lan!
Herkes, her şey üstüne geliyordu. Kaçıp uzaklaşmak istiyordu fakat mümkün değildi. Tam arkasını dönecekken Emir, "Akşam kaçıyoruz değil mi?" diye herkesin duyacağı biçimde seslendi.
Şimdi aklına gelmişti, Selim, Emir ve Dündar Şile'ye gidip, hafta sonunda kaçamak yapacaklardı. Selim bekardı ancak Emir ve Dündar evliydi. Üstelik Emir'in iki de çocuğu vardı. Tamamen unutmuştu, hafta sonu planını. Kelimeleri toparlayamadı, ağzından anlamsız bir şeyler çıktı. Bir-iki saniyelik duraksamanın ardından "Gidiyoruz" dedi. "Bir an su koyvereceksin sandım, haftalar öncesinden planladık, yengenden izni zor koparttım" diyerek, sinsi sinsi gülümsedi.
Hızlı adımlarla toplantı odasına girdi. Projeksiyon aleti çoktan hazırlanmıştı, bir-iki hal hatır sorduktan sonra masadanın başındaki sandalyeye oturdu. Şile'yi ertelemesi mümkün değildi, çok önceden planlamışlardı. Güya, Emir ve Dündar'la birlikte Saros'ta balık avlamaya gideceklerdi, her ikisi de eşine aynı yalanı söylemişti. Oysa 2 günlük çapkınlık planına göre, ilk akşam 3 Rus kadınla alem yapılacaktı, ikinci akşamsa bünyeyi dinlendireceklerdi. "Atın ölümü arpadan olsun amına koyayım, bir hakkımızı veririz madem öyle" diye düşündü.
Kapı açıldı, patronu Murat Bey, beraberinde 4 kişi ile içeri girdi. Hepsinin gülümsüyor olması, biraz olsun rahatlattı kendisini. Kafası bu kadar dağınıkken, projeyi nasıl sunacağını bilmiyordu, üstünde çalışmaya bile fırsat bulamamıştı, aklında ne kaldıysa onları bir çırpıda söyleyecekti.
Patron, "İşte projeyi çizen mimarımız Selim de bu" diyerek kendisini takdim etti.
Tek tek tanıştırıldı, Haldun Bey, Yaman Bey, Ilgar Bey ve Ayça Hanım. İçinden "Ilgar ne lan, Ilgar diye isim mi olur?" dedi. Ayça'yla kısa süren bir bakışmadan sonra hemen toparlandı, "Başlayalım isterseniz" diyerek gülümsedi.
İstanbul'un orta yerine kondurulacak yeni bir alışveriş merkezinin projesiydi bu. Önce dialardan, proje bittikten sonraki hali gösterildi, bir yandan da, ne tip yenilikler yaptıklarını anlatıyordu. Gözleri sürekli Ayça'ya takılıyor, Ayça ise dikkatlice sunumu izliyordu. Birkaç soruyu yanıtladı, neyse ki iyi gidiyordu her şey.
Alışveriş merkezinin sahibi olan Haldun Bey'in hoşuna gitmişti, dudaklarını sıkı sıkı büzüp "Güzel" deyip duruyordu. Ayça, "Proje biraz abartılı gibi gelmedi mi size?" diyerek, odadaki sessizliği bıçak gibi kesti. Selim yüzünü buruşturdu, "Neresini beğenmediğinizi söylemeniz mümkün mü?"
Beklemediği bir soruyla karşılaşacağını az çok tahmin ediyordu ama 'abartılı' bulunmasını içine sindiremedi.
- Evet görünürde harika gibi ancak bir alışveriş merkezi değil de, sanki cennet yansıması gibi anlatıyorsunuz.
- İstanbul'da 300 tane AVM var, diğerlerinden farklı olsun istedim.
- Bilemiyorum, bu kadar şaaşalı olması, hoşuma gitmedi. Diğerlerinden daha pahalı olduğu izlenimi vermesi, insanları ürkütebilir.
Ayça'nın konuşması sürerken, içinden bildiği bütün küfürleri savurmaya başladı fakat yüzünde o küfürleri hiç ele vermeyecek bir gülümseme vardı.
- Ayça Hanım, öncelikle şunu söyleyeyim, eğer istediğiniz sıradan bir şeyse, bunu size veremem. Projelerim, İstanbul'un en beğenilenleri arasında. Biliyor olmalısınız.
- Bilmeseydik, işi size vermezdik fakat gereğinden fazla abartılı buldum.
Ortalık gitgide gerginleşiyordu, Murat Bey hemen atıldı, "İsterseniz, tekrar üzerinden geçebiliriz."
Selim'in hiç hoşuna gitmemişti, "9 haktan birini, şu karının üstünde yapsam hiç fena olmaz" diye düşündü.
Haldun izin istedi, patronla dışarı çıktılar. "Merak etme proje çok güzel olmuş, sunum da gayet iyi. Göreceksin, kabul edecekler" diyerek, Selim'i rahatlatmaya çalıştı. Kapı açıldı, Haldun, Murat Bey'in koluna girerek, koridorda yürümeye başladı. Öylece kalakalmıştı ayakta, yüzlerini de göremiyordu, en azından tahmin edebilirdi. Odadan Ayça ve ile birlikte Ilgar çıktı, keyifleri yerindeydi. Selim çok sinirlendi fakat ağzını açıp tek bir söz bile etmiyordu. Sonuçta müşterinin istedikleri önemliydi. Her ikisi de yanına geldi Ayça "Selim Bey kişisel algılamayın. İkimiz de aynı gemideyiz ama hak verirsiniz ki, daha iyi olmasını istiyoruz" dedi. Bu cümle daha fazla sinirlendirse de, aldırış etmiyor gibi görünerek kafasıyla onayladı.
İki patron Murat ve Haldun geldi, odaya girdiler, arkasından Ilgar. Selim, Ayça'ya "Lütfen" diyerek yol verdi. Murat masanın başına geçti, "Şimdi arkadaşlar, biz Haldun Bey'le konuştuk, projede birkaç değişiklik yapacağız, işin orasını biz halledeceğiz. Siz de en kısa süre içinde istediklerinizi ve istemediklerize son halini vererek, bize gönderin, tam 1 ay sonra yeniden bu odada buluşacağız" dedi.
Selim biraz olsun rahatladı, derin bir nefes aldı. Haldun Bey yanına geldi, Ayça'yı da çağırdı, tam ortalarına geçerek, her ikisinin de omuzlarından tutarak "Projeyi ikinizin ellerine bırakıyorum. Pazartesiden sonra iki hafta içinde her şeyi şekillendirelim, sonra da Selim Bey bize son halini sunsun" dedi.
Oyuncak bebek yapaylığında gülümsedi ikisi de, el sıkıştılar ve odadan çıktılar. Saçları kırlaşmaya başlamış ancak genç ve dinç görünen Murat, Selim'e doğru yöneldi, "Halledilmeyecek şey değil Selimciğim. Haldun Bey, projeyi Ayça Hanım'a emanet etmiş. Biraz işgüzar ve titiz bir kadınmış, ilk iş pazartesi biraraya gelip, konuşun. Ne istediklerini anlatsınlar, daha halk tipi bir şeyler yaparız" diyerek, Selim'i rahatlatmaya çalıştı. "Unutmadan, akşamı beklemeden şimdi çık Pazartesi gününe kadar kafanı dinle." diye ekledi.
Selim, kafasıyla onayladı, son anda aklına geldi "Emir'i de kaçırabilir miyim? Birlikte hafta sonu planı yapmıştık da" dedi. "Hadi hadi kaçır bakalım" cevabını alınca, yüzüne gevşek bir gülümseme yayıldı.
Odadan çıkar çıkmaz, Emir'in odasına girdi, "Hadi oğlum gidiyoruz, patrondan izin aldım" diye müjdeledi haberi.
Emir ayağı kalktı "Büyüksün baba büyüksün" diye sarıldı.
- Dündar'a da haber verelim o zaman. Bir yalan uydurup çıksın işten.
- Sen konuş Emir, ben eve gidip bavul yapacağım.
- Oğlum, emanetleri sen halledecektin, aman diyeyim, çürük çarık malı kakalamasınlar geçen seferki gibi.
- Tamam.
Odasına girdi, çantasını aldı, çıkarken Nihal'e döndü "Pazartesiye kadar yokum, yarın gelmene gerek yok, sen de dinlen biraz" cümlesi üzerine "Teşekkürler Selim Bey, teşekkürler" diye gülümseyen bir çift göz gördü. Birilerini mutlu etmek, kendisinde de aynı etkiyi bıraktı, "Görüşürüz" deyip çıktı.
Arabaya atlayıp, eve gitti. Kapıyı açar açmaz kendisini koltuğa bıraktı. Şile'ye birlikte gidecekleri kadınları daha ayarlamamıştı bile. Ne yapacağını bilemez halde evin içinde yürümeye başladı. Eline telefonu alıp, rehbere girdi. K harfine geldiğinde "Hah işte!" dedi.
- Alo.
- Alo buyrun.
- Kunter'le mi görüşüyorum.
- Evet de, siz kimsiniz?
- Kunter Bey, ben daha önce de sizi aramıştım, numaranızı İlhan'dan almıştım. Geçen ay, iki arkadaş göndermiştiniz bana.
- Mimardınız değil mi?
- Evet.
- Ooooo abicim, buyur. Bir isteğin, bir arzun varsa, Kunter yetişir hemen.
- Kunter Bey.
- Abicim bırak beyi, yekten Kunter de.
- Tamam Kunter. Şimdi biz 3 arkadaş, bu akşam Şile'ye gideceğiz de, acaba...
- Acaba ne abim, emrin olur. Renk, şekil, boy, kilo söyle sen bana.
İçinden "Ulan herif hakikaten pezevenk. Ne istersen var herifte" diye geçirdi.
- Ya benim özel bir isteğim yok da, bir arkadaş iri göğüslü birini istiyor, mümkün mü?
- Abime bak sen. Mümkün mü ne demek? Sen iri göğüs de, ben sana inek bile yollarım icabında.
Yavşak yavşak sırıtıyordu bunu söylerken. "Bir insan pezevenklikten gurur duyar mı lan! Herifi eleştiriyorum, ama muhtaç gibi arıyorum" diye sinirlendi kendine.
- İneğe gerek yok Kunter.
- Abim benim, mübalağa yapıyorum, çak işte. Peki abim senin özel bir isteğin var mı, genç mi olsun, orta yaşlı mı, fantezi ister miyiz, ona göre yanlarına kıyafet verelim.
Selim bir süre düşündü, bunu özellikle sormuştu, çünkü en son telefon açtığında "Öğretmen gibi giyinmiş olsun" isteği aklına geldi. Çok düşünmeden yanıtladı "Gerek yok."
- Tamam mimar abim, o zaman siz bana saati söyleyin, Taksim'de AKM'nin önünde paket yapalım servisi. Paranın yarısını ben alırım, paket servisi yaparken, yarısını da iş bitince kızlara verirsiniz. Kaç gün kalacaklar, kızları siz mi getireceksiniz?
- Bir gecelik istiyoruz, ertesi gün için gerek yok.
- O zaman abim, siz kızların taksi parasını da takdim edersiniz.
- Tamam tamam veririz. Saat 17 gibi AKM önünden alırız kızları. Zaten geldiğimde ararım seni.
- Eyvallahı saldım abicim, kendinize iyi bakın, kızların sizi yormasına izin vermeyin. Porselen gibi kızlar getireceğim, değil yatağa atmak, bakmaya kıyamazsınız yeminle.
- Peki Kunter peki. Ben arayacağım seni.
Ne yılışık, ne yavşak bir herifti bu. Sakıza yapışsa, sakız toplanır kendine gelir, bu yayılırdı, öyle iğrenç bir yavşaklık. Emir'i aradı, Dündar işini o halledecekti. Üçlü konferans yaptılar, Selim'in evine geleceklerdi saat 16'da, oradan da çıkacaklardı. Daha iki saat vardı, gitmelerine, saati kurdu, kanepeye uzandı...
Zil canhıraş biçimde çalıyordu, uyku sersemliğiyle doğruldu kanepeden, duvardaki saate baktı. Emir ve Dündar olmalıydı, zil ısrarla çalıyordu. Düğmeye bastı, kapıda beklemeye koyuldu. Asansörden kahkaha sesleri geliyordu, kapı açıldı, "Vaaaaaay, bizim aygır besiye almış kendisini, dinleniyor" diye lafı patlattı Dündar. Hep birlikte güldüler, içeri girdiler.
İkisiyle de öpüştü, Emir, "Baba hazırlanmamışsın bile, hadi bir saat sonra buluşacağız kızlarla. Üç mü geliyor, yoksa dört mü?" diye sordu. Selim, çıkışır gibi "4 ne oğlum, manyak mısınız, nesiniz anlamıyorum. Evli barklı adamlarsınız, nelerin peşindesiniz?" dedi.
Dündar sallanan koltukta yayılmıştı, bir ileri bir geri giderken, sordu: "Birini turnike yapsak olmaz mı?" Emir'le birlikte bastılar kahkahayı. İlk kez yapacaklarmışcasına heyecanlı oldukları gözleniyordu.
- Maymun iştahlılığa gerek yok. Her birimize bir tane kız, neyimize yetmiyor? Çok isteyen olursa, kızlara sorarsınız.
- Hangi kızı, kimin alacağına nasıl karar vereceğiz.
Emir, Dündar'ın bu sözünden sonra, cebinden çıkarttığı kürdanları masaya koydu. Her biri farklı boydaydı.
- Ehhh, bunu da düşündüm tabii. En uzun çöpü çeken ilk seçen olur, ortancayı çeken ikinciyi, kısa çöpü çeken de, en çirkini alır.
Bu kez hep birlikte gülmeye başladılar. Dündar kürdanları aldı, biraz karıştırdı, ellerini arkaya bağladı ve sağ elini öne çıkartıp, "Buyrun beyler" dedi.
Emir en kısa çöpü çekmişti, "Şansımı sikeyim" diye sinirlendi, Selim en uzunu çekince Emir bu kez daha da sinirlenerek "Şansını sikeyim" dedi. Ortanca da Dündar'a kalmıştı, Emir'e dönerek "31 çek oğlum, 31."
Gözlerinden yaşlar gelmişti, katıla katıla gülüyordu, Selim, masanın üstündeki sürahiden bir bardak su verdi "Gebereceksin lan!"
Selim bir çırpıda çantasını hazırladı, arabaya atladılar, Kunter'le buluşmalarına kısa süre kalmıştı. Selim'in içi içini yiyordu "Hatuna ne derim? Benim 9 boşalma hakkım kaldı, birini kullanacağım, kusura bakma mı?"
Emir, Selim'in yanında oturuyordu, "Saat kaç?" diye koluna hamle yapınca sadece '9' yazılı olduğunu gördü. Heyecanla "Lan oğlum bu ne biçim saat? Hem yanlış gösteriyor, hem de ufacık bir şey. Ne kadar asortik şey varsa bayılırsın zaten, şunu adam gibi ayarla" deyip arabanın saatine baktı, 16.56'yı gösteriyordu.
Selim bozuntuya vermeden, "Vücut dengesini ölçen bir alet o, saat değil" dedi. Telefonu çaldı, Kunter'di.
-Mimar abim, The Marmara'nın önündeyim, siz neredesiniz?
- AKM'nin önündeyiz, siyah bir cip. Son iki rakam 55.
- Abim benim, gördüm. Beyaz bir araba yanaşacak, ben de varım, sen cukkayı hazırla.
- Olur.
Dündar ve Emir çocuk gibi sevindi. Sabırsızlanarak sordu Emir, "Geliyorlar mı, geliyorlar mı? Kısa çöpü çektim ama büyük memeli benim olsun" deyince, Selim, "Sana balina lazım göt herif, büyük memeli nasıl bir laf lan. Hadi paraları hazırlayın."
Emir cebinden çıkarttığı bir tomar parayı Selim'e uzattı, "Dündar'ınki benden olsun" dedi.
Beyaz bir araç yanlarına geldi, arabayı kullanan siyah güneş gözlüğü takmıştı, incecik bıyıkları vardı, Kunter olduğu belliydi. Kafasını pencereden çıkartıp "Mimar abim" diye gülümsedi.
Selim "Benim" dedi sadece. Araçtan 3 tane kadın çıktı, biri gerçekten de kocaman göğüslüydü, tam Emir'in istediği gibi, diğeri kızıl saçlı, uzun bacaklı gösterişli bir kadındı. Arabadan en son inen ise, daha genç bir kızdı. Selim parayı Kunter'e uzattı, kızlar arabadan iner inmez, arabayı bağırta bağırta gezi parkına doğru yol aldı.
Emir, "Ben arabayı otoparktan alıp geliyorum, sen birini al, diğer ikisini Dündar'la biz götürürüz. Siz bekleyin, ben geliyorum hemen" diyerek, AKM'nin arkasındaki otoparka doğru koşar adımlarla hareket etti.
3'ü de arabaya bindi, Dündar ağzını yaymış sırıtıyordu, kızıl saçlı kadına bakıyordu "Dündar ben" diye elini uzattı. "Masha" diye elini uzattı. Rus olmalıydı ancak Türkçe'si çok düzgündü.
"Ben Gizem" dedi iri göğüslü olan, aralarından en genç olanı da "Begüm" diye yanıtladı. Emir hariç tanışmışlardı, o sırada korna sesiyle irkildiler. Selim'e "Dündar'la iki bayan, benimle gelsin, sen ferah ferah git" dedi. Selim başıyla onayladı, Begüm'e "İstersen sen benimle gel" dedi.
Begüm, Selim'in yanına oturdu. Yeşil gözleri Selim'in üstündeydi, tepeden tırnağa, alıcı bakışlarla süzdü. Araba hareket ederken, "İstersen, şimdiden başlayalım, yolda sıkılmazsın hem..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)