24 Aralık 2010

Emre sen yarrak ölçmeye devam etsen iyiydi be yavrum


Emre Aköz'ü okuyup, küfür etmeyen var mı bilmiyorum ama ben her gün hatrını soruyorum. Son günlerde öğrenci eylemleri merkezli yazılarında, paralı eğitimin yılmaz savaşçısı ve eylemci öğrencilerin geleceklerinde ne olacağına dair müthiş fikirler üretmekte.

Emre Aköz kimdir önce ona bakmak gerekir. Bugünün muhafazakâr yiğidi Aköz, meşhur porno dergisi Penthouse'da yayın yönetmenliği yapmıştır. Yayın Yönetmenliği sırasında dergide yapılan "En uzun penis" yarışmacısının da mucidi olan kişidir.

Tabii dünya durduğu yerde durmuyor. Her şey gelişiyor, insanlar kulvar atlıyor. Bizim 'yarrakölçer Emre' de, Sabah Gazetesi'ne geçiş yapıyor. Akp'nin Sabah'ı karga tulumba mantığıyla iki kamu bankasından verilen kredilerle Ahmet Çalık'a pazarlamasından sonra, 'yarrakölçer Emre' artık yarrak ölçmekten, siyasi nabız yoklamaya dikey geçiş yapıyor.

Siyasi nabızı da, siyasi iktidarın istekleri doğrultusunda yokluyor. Kâh Alevilere gönderme yapıyor, kâh öğrencileri bedavacı olarak niteliyor, kâh Çanakkale Savaşı'nın abartıldığını söylüyor, kâh askere bindiriyor, kâh yargıdaki çürük elmaların temizlenmesi gerektiği yönünde akıl hocalığı yapıyor.

Yani 'yarrakölçer Emre'nin gazetecilikten anladığı şey, siyasi iktidarın kalın bağırsağı işlevi görmesinden ibaret.

Emre Aköz'ün son dönem öğrenci olayları ve eylemlerine ilişkin tespitleriyle çarpıcı. İçindeki sosyalizm nefretini kusmak için, ODTÜ'lü öğrencilerin gayet neşeli bir eyleminden yola çıkarak, aklı sıra eski-yeni tüm ODTÜ'lülere geçiriyor.

Öğrencilerin sosyalizmi bir oyun olarak algıladıklarını ve bu algının ilerleyen yıllarda değişeceğine dair yorumlar yapıyor. Tam bu noktada okumamış olanlar için Habervesaire'deki o şahane haberi salık veririm. Barış Uygur imzalı "O protestocu öğrencilerin halleri" aslında gururu olan bir adamın bir daha asla konuşmamasını sağlayacak nitelikte. O yüzden okumayanlar mutlaka, okusun.

'Yarrakölçer Emre'ye dönecek olursak, aslında öğrencilere söylediği "Bu protestocu öğrencilerin 10 yıl sonraki hallerini çok merak ediyorum. Sosyalistlik oynadıkları için, kapitalizmin göbeğinde sermayeye karşılar ya... Bakalım 10 yıl sonra nerelerde olacaklar? Mesela Yumurtacı Hilal, parası daha iyi olmasına rağmen, özel bir okulda öğretmenlik yapmayı ret mi edecek? İletişim fakültesinde okuyan yumurtacılar, sermayeye bulaşmamak için "gerici" TRT'ye mi girecek?" cümlesi, kendisinin ne olduğunu gösterir nitelikte.

Çünkü 20 yıl önce yarrak ölçen bir adamın bugün muhafazakâr çizgide olabildiğinin kanıtı ta kendisi. Yani insan değişiminin ne denli gerçekleşebileceğinin tipik bir örneği.

Dile kolay, bundan 20 yıl önce dalga dümen ölçmüşsün, bugün muhafazakâr-demokrat çizgiye oturuvermişsin. O yüzden de herkesin değişebileceğini düşünüyor.

'Yarrakölçer Emre'nin eğitimin paralı olmasına yönelik fikirleri ve önerileri ise takdire şayan (!)

Parasız yüksek eğitim talebini; asalaklık, tembellik, avantacılık olarak niteleyen 'Yarrakölçer Emre' asalaklığın, tembelliğin ve avantacılığın ne olduğunu çok iyi biliyor çünkü.

Neden iyi biliyor? Çalıştığı kurumdan. 1.1 milyar dolarlık Sabah-atv ihalesinin 750 milyon doları iki kamu bankasından sağlandı. 'Yarrakölçer Emre' bu bakımdan avantanın, asalaklığın ne anlama geldiğini çok çok iyi biliyor.

Sosyal devlet gereği, babalarının, annelerinin eşek gibi çalışarak verdiği vergiler yetmeyecek, bir de üstüne öğrencilerden harç adı altında haraç alacaksınız ve bunun bile yetersiz olduğunu savunacaksın. Ciddi anlamda hastalıklı bir kişiliğin beyninin üretebileceği türden şeyler bunlar.

'Yarrakölçer Emre' eğer bedavacılık, avantacılık, asalaklık ne demek görmek istiyorsa, Beşiktaş'ta bulunduğu binanın tüm katlarını dolaşsın, tüm yazar odalarına bir girsin, onbinlerce dolar maaş alan, arkadaşlarının suratına bir baksın, ardından da tuvalete gidip aynaya baksın.
Avantacı kim? Asalak kim? Bedavacı kim?

Emre Aköz şundan emin olsun, yarrak ölçmeye devam etseydi, şu ankinden daha onurlu bir iş yapmış olurdu.

Öğrencilere akıl hocalığı yapmaya çalışacağına, kendi boktan dünyasını sorgulayıversin bir zahmet.

Değil cumhuriyet kumdan kale savunamazsın


Türkiye Gençlik Birliği İl Başkanı Erdem Özdemir: Siz Atatürk´ün Nutku´nun son kuplesini okuyun. `Cumhuriyeti ilelebet muhafaza ve müdafa edecek güç gençliktir' der. Türk gençliği devrimlerin ve cumhuriyetin bekçisidir. Size yetkiyi aldığımız yeri açıklıyoruz. Siz diyorsunuz ki, `Ben size bu görevi vermedim?' Ama diyorum ki, `Bu görevi sizden değil, Atatürk´ten aldık.

Rektör Mehmet Pakdemirli: Sizler Atatürk´ten görev alamazsınız. Cumhuriyeti savunacaksam ben savunurum. Ben burada rektörüm. Size kalmaz bunu savunmak. Ben, size cumhuriyeti savunmak için görev vermedim. Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız. Kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi. Hemen dağılıyorsunuz. Burası benim ve hepinizin üniversitesi. Burada slogan atamazsınız.

Rektördeki özgüvene bak. Herif, "Ben, size cumhuriyeti savunmak için görev vermedim. Hemen dağılıyorsunuz" diye ayar veriyor öğrencilere.

Cumhuriyeti savunacakmış arkadaş. Lan, bırak cumhuriyeti savunmayı, kumdan kale versem onu savunamazsın. Herif rektör değil, polis. Kimlik toplayacakmış. Neye ve hangi yetkiye dayanarak acaba?

Üniversite rektörlerinin geldiği durum açısından acı verici bir durum. Karşısında ilkokul öğrencisi varmışcasına sergilediği tavır, siyasi iktidarın özgürlük anlayışının tam karşılığıdır.

Karşılarındaki öğrencilerin terbiyelerine dua etmesi lazım bu zihniyetin. Hiçbiri ciddi anlamda efendiliklerini bozmadan hareket ediyor.

Sürekli bir vesayet muhabbeti aldı gidiyor 7 yıldan beri. Asker, yargı vesayeti diye diye geldik bugünlere. Vesayeti yaşayan bu halk, bu öğrenciler, işçiler, emekçiler, memurlardır. Kimin vesayeti, siyasi erk vesayeti. Yüzde bilmem kaç aldıkları oyla, onların belirlediği sınırlar dahilinde yaşamak zorundaymışız gibi hareket ediyorlar.

Her bok bunlardan soruluyor. Cumhuriyeti bunlar korur, gerekirse bunlar yıkar, sosyalist nasıl olur, çizgisini bunlar çizer, nasıl eylem yapılmalı, bunlar belirler. Yani kim, ne yapacaksa, bunun çizgisi önceden belirlenmiştir ve bu belirlenin çizgi dahilinde yapılacak, her ne yapılacaksa.

Paşalar, dikensiz gül bahçesi istiyor. Her şeyden arındırılmış, istedikleri şekilde muhalefet yapılacak, istedikleri gibi eylem gerçekleştirilecek, yargı istedikleri gibi olacak, sokaktaki adam istedikleri şekle bürünecek v.s. v.s.

Zaten bürünmeyenler için baskı, yıldırma, tehdit, şantaj gibi yollarla gözdağı veriliyor. Bakınız Hüseyin Çelik'in yaptığı İzmir açıklaması. Kirli, burnu akan, pis çocuk yani. Arkadaş, İzmir'e yol göstermek için Kayseri ve Konya'yı örnek veriyor. Neymiş herkes tek sesliymiş, uyum içindeymiş. Biz ona otoriter rejim diyoruz, arkadaşlar uyum ve tek seslilik ismini takmış.

Daha dün, sabah işe gelirken, şoför abi ile sohbet ediyoruz. Uzunköprülü'ymüş. Geçtiğimiz seçim, Kemal Unakıtan aynen "Oy vermezseniz elektriği unutun" demiş. Dedim ki, "Bunu mu kast etti yoksa bunu aynen söyledi mi?" "Yok abi tek bir hizmet bile alamazsınız dedi, üstüne de elektriği unutun" demiş. -Elektrik elektrik diyorum, Uzunköprü'de ismini şu an hatırlamıyorum ama köylerinde elektrik yokmuş.-

Ne diyordum, hah. Ehlileştiremedikleri insanları, terbiye edemedikleri şehirleri, kasabaları, köyleri aleni olarak tehdit ediyorlar. İsmine de "Uyum içinde çalışmak" diyorlar.

Bazen kendi kendime söyleniyorum, "Bu kadar mı kötüler?" diye. Yok bu kadar kötü değiller. Hayalimdekinden bile daha kötüler. Hiçbir siyasi iktidarın; bu denli faşist, bu denli baskıcı, bu denli hain bir siyasi iktidar görmedim, Türkiye sınırları dahilinde.

Baskıyı yiyen halk, baskıdan bunalan öğrenciler ama bunlar vesayetten şikâyet ediyor. Bu iktidarın en büyük sihirlerinden biri işte. Her ne olursa olsun bir biçimde kendisini ezilen ve baskı altında taraf olduğunu gösteriyor. Ele geçirmediğin kurum kalmamış, vesayetten dem vuruyorlar.

Rektör cumhuriyeti kendisinin koruyacağını söylemiş ama korunmadan ortaya çıkmış bir ürün olduğu polis ağzından belli oluyor. Demek ki ana fikir neymiş, korunacakmışız. Yoksa Pakdemirli gibi mamuller ortalık yere saçılabilirmiş.

Bu arada rektör arkadaşın savunduğu şey, Bülent Arınç. Vay arkadaş, sahibine itaat duygusu bu kadar mı baskındır?