26 Ağustos 2014

Yeni Türkiye



Dünyanın sayılı derbilerinden (!) biri daha geride kaldı. Futbol adına konuşabilecek hem çok şeyin, hem de hiçbir şeyin olmadığı, tribün ve sahada her türlü rezaletin yaşandığı, seyir zevki açısından 120 dakikada bir tek bile pozisyonun yaşanmadığı bir maçtı.

Futboldan söz etmeyeceğim çünkü ortada iki takım için de futbol yoktu. Aslında dün penaltı atışlarında ve sonrasında yaşananlar bir nevi ‘Yeni Türkiye’ diye yutturulmaya çalışılan iğrenç düzenin yansımasından başka bir şey değildi. Çünkü ‘Yeni Türkiye’de hesap verilebilirlik yok, orman kanunları geçerli.

Örneğin; hiçbir mahkeme kararı uygulanmıyor, Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar ülkenin ayak bağı olarak gösteriliyor ve yaratılmaya çalışılan algı gün geçtikçe daha da kabul görür hale geliyor. Gücü elinde bulunduranlar her şeyi kendilerinde hak görüyor, karşılarındaki herkesi alabildiğine eziyor.‘Yeni Türkiye’nin bakanları, başbakanları hiçbir cezai yaptırımla karşı karşıya kalmadıkları gibi yapılan hırsızlıklar, yolsuzluklardan ötürü halk neredeyse özür dileyecek noktaya getiriliyor.

‘Yeni Türkiye’nin elbette sportif olarak da bir karşılığı olmalı. Zekilerin, çeviklerin, ahlaklıların yerini; aptallar, çirkefler ve ahlaksızlar almalı. Sahada her ne yaparlarsa yapsınlar, cezai bir yaptırımla karşılaşmamalı. Kendine rakip olanı alaşağı etmek için her türlü iğrençliğe başvurmalı. Burası ‘Yeni Türkiye’ ve kurallar ona göre işlemeli.

Tüm bunların ışığında, Volkan Demirel ‘Yeni Türkiye’nin sembol isimlerinden biri olmalı, ismi yeni kurulacak statlara verilmeli, çocuklara-gençlera sempozyumlar düzenlenip onur konuğu olmalı –hatta gerekiyorsa onur konuğu olarak çağrılmalı-, heykelleri dikilmeli, adına turnuvalar düzenlenmeli. Çünkü ‘Yeni Türkiye’ye yakışır nitelikte bir sporcu.

Hırsızlar, dolandırıcılar, ülkeyi soyup soğana çevirenler nasıl geeken cezayı almıyorsa Volkan Demirel denen bu acayip şey de, ısrarla gereken cezayı almıyor. Rakibinin taşaklarına tekme atıyor geçiştiriliyor, Galatasaray tribünlerine taşaklarını gösteriyor geçiştiriliyor, götüyle top tutuyor kimse oralı olmuyor, Onur’a saldırıyor, Sabri’yle dalaşıyor, gazeteci tehdit ediyor vs vs. bitmiyor, bitmiyor.

Süper Kupa maçındaki penaltı atışları sırasında su içme merasiminden söz etmiyorum bile, herhangi Avrupa maçında bunu kimseye yaptırmazlar çünkü, daha ikinci denemesinde sarı kartı görür, bir daha yapamaz. Melo penaltıyı dışarı atıyor, sanki bir sevinç gösterisi yapıyormuş gibi Melo’nun üstüne çıkıyor. Bununla da yetinmiyor, soyunma odasında Melo’yu kastederek, sokak köpeklerinin zehirlenmesi çağrısında bulunuyor.

Ülke her açıdan boka saplanırken, futbolun bundan bağımsız olmasını beklemek aptallık. ‘Yeni Türkiye’ şiarıyla her şey yeniden inşa ediliyor, dizayn ediliyor.

’Yeni Türkiye’nin örnek futbolcusu da Volkan Demirel’dir. Bunca rezalete, kokuşmuşluğa, vukuata karşın, halen milli takım kaleciliği yapması, büyük bir kulübün koluna kaptanlık bandının iliştirilmesinin başka bir açıklaması olamaz.

Volkan gayet iyi biliyor ki, yaptıklarının karşılığı sadece 3-5 maç olacak, renk körlüğünden muzdarip tipler ‘adamsın’ diye kucak açacak, ülkenin milli takımı ona kucak açıp, medyada haşarı evlat mualemesi yapılacak ve bir sonraki vukuatına kadar her şeyi unutacağız.


Bir kez, sadece bir kez ‘ama’lı cümleler kurmadan ve taraftarlığınızı bir kenara koyarak oturup düşünün, sahada izlemek istediğiniz adam bu mu? Sorunun yanıtı ‘evet’se, başka konuşabilecek bir şey yok, buraya kadar yazdıklarımın bir geçerliliği de yok.

Bundan sonra olacakları söyleyeyim, medyada aslında olayı başlatanın Melo olduğu yazılıp çizilecek. Ortada hiç sebep yokken Melo’nun ortamı gerdiği, Volkan’ın da ‘tahrik’ olduğuna yönelik tonla yazı okuyacaksınız. Zira Volkan’ın tahrik ölçeği bir garip! Herif Melo’nun üstüne atlıyor, Melo da olduğu yerde duruyor, hatta terbiyesizliğe yönelerek, Volkan’la tartışıyor. Senin Melo olarak yapman gereken, Volkan kardeşimiz tahrik olmasın diye donunu sıyırıp domalman (!)

Toplumun hiçbir alanında ‘yeter’ diyemiyoruz ve diyemediğimiz sürece de, her yol artık mübahtan öte, kabul görürlükten bir tık üste giderek, doğru’ya doğru yol alıyor.

‘Yeni Türkiye’de doğru olan Volkan’ın yaptıkları, yanlış ise Muslera’nın tebriği.

Volkan kardeşimizin canı azıcık sıkılmıştır, ilk milli takım kampında kendisine moral olması açısından şerefine mangal partisi düzenlensin, Galatasaraylı ahlaksız futbolcular da, Volkan abileri ile sarmaş dolaş pozlar verip, ‘Derbide olur böyle şeyler, burası milli takım, birlik, beraberlik vs vs’ diye bol gülümsemeli zamanlar geçirsinler.

Galatasaray yönetimine düşense, kibarlığı ve centilmenliği elden bırakmadan, Melo'nun sözleşmesini iptal edip, Volkan'dan kulüp olarak özür dilemektir. Çünkü 'Yeni Türkiye'nin kuralları bunu gerektiriyor.
 
Yaşasın ‘Yeni Türkiye’ ve onun değerleri…

Not: Yazıyı bitirdim ve fotoğraf ararken, Volkan'ın hakkında söylenenler için dava açacağını okudum. İşte 'Yeni Türkiye' tam olarak böyle bir yer.

Not2: Bir ara fırsat bulursam Selçuk İnan, Yekta gibi arkadaşlar için bir yazı kaleme alacağım.

10 Ağustos 2014

Osman -2-


Nihayet biraz nefes almıştım, bu lavuk herif Ayça'nın yanından uzaklaşır uzaklaşmaz, pat diye kucağına atladım. Ohhh yumuş yumuş valla, böyle saatlerce durabilirdim. Osman lavuğu içeride homur homur homurdanıyor, keyfim katmerlendi, daha bir sokuldum Ayça'ya. Mutfaktan tangır tungur sesler geliyor.

'Hayatım, sigaram kalmamış, bakkaldan gidip alabilir misin acaba?' diye seslendi Ayça. 'Tamam canım' derken, mutfaktaki sesler biraz daha yükseldi, herif sinirden kendini sikecek duruma geldi. Bilmiyor muyum ben malımı. Gerizekalı, kız bunu paspas yapmış haberi yok, yürü lan bana da yarım kilo iyisinden mama al, karnım kazınıyor. Gitti yatak odasına üstüne bir şeyler geçirdi, 'Başka bir şey istersen söyle, bir daha çıkmayalım' dedi. Ayça'dan sadece 'cık' diye bir ses geldi. Mala cevap bile verme gereği duymadı, kapıyı kapattı çıktı.

Ayça'nın ayaklarına uzandım, mis mis. Yüzüme bakıp, 'Senin kadar sevimli kedi görmedim' dedi. Eheheheh 'Sevimli olduğum kadar yakışıklı ve seksiyim de' dedim ama yine 'mivvv'den başka bir ses çıkmadı. Ulan bir konuşsam, şu Osman salağıyla eşit şartlarda olsam, Ayça onun yüzüne bile bakmaz. Bundan anca posta güvercini olur. 'Osmann bakkala git' diyeceksin, gidecek, 'Osmannn su getir' diyeceksin getirecek. Başka da bir bok olmaz bundan.

Kapı açıldı, kapının önünde durdum, elinde poşetler, sıcaktan terlemiş keriz. Şöyle bir kafayı eğip odaya Ayça'ya baktı, kız bunun umrunda bile değil, oturmuş televizyon izliyor. Ayaklarına sürtündüm, azarladı hemen, buna sevgi de göstermeyeceksin. İt muamelesi yapacaksın gavata. Poşettekileri çıkarttı, bazılarını buzdolabına koydu. Serin serin esiyor, bu insanların kafası çalışmıyor harbiden. Aç dolabı püfür püfür serinlik, insan olsam 10 dakika aralıklarla açıp dururum. Yatak odasına gitti, parfüm sürdü. Yavşak, kesin hallenecek kıza. Çat dedi kapattı kapıyı, kaldım içeride. Bağırıyorum açan yok, kapıyı tırmalıyorum yine açan yok. Oda oda değil yalnızlar rıhtımı. Kıracak, dökecek bir şeyler aradım, yok amına koyayım. Tekrar bağırmaya başladım, yok açmıyorlar kapıyı. Elime geçirirsem cidden her yerini çizeceğim lavuğun.

Pencere açık, oğlum kız arkadaşıma niyetleniyor ılık herif. Kedi değil miyim, düşerim 4 ayak üstüne, sonra götümü yırtana kadar bağırırım. Ses dışarıdan gelirse kesin bakarlar. Bu duygusuz bakmasa, Ayçam bakar. 'Ya Allah' dedim, atladım. Kediler nah dört ayak üstüne düşüyor, betona çarptım, ayağımı hareket ettirmeye çalıştım, olmuyor. Kırıldı galiba. Götümü yırtarcasına bağırmaya başladım. Ama o nasıl bağırmak, ben bile çıkarttığım sesten korkuyorum, onların olduğu oda aynı yerde, çıkarlar kesin. Çıkarlar değil mi lan! Ya sokaklarda böyle kalır, sefil olursam. Ya beni bundan daha adi, şerefsiz biri alırsa. Mahallede İlker diye bir piç var 10 yaşlarında, sürekli ana-avrat küfür ediyor, onun eline geçersem, kıçımı bile parmaklar. Çocuk değil şeytan yemin ediyorum. Bağırdıkça bağırıyorum, pencere açık ama kimse bakmıyor. İkinci kattaki amca baktı, tanıdı hemen. Haber verse bari, verir verir. Olsun devam bağırmaya, 'mavvvvvvvvvvvv, mavvvvvvvvvvvvv'.

Alttan kapının sesi duyuldu, çıplak ayaklarla, altta şort inmiş Osman. Birden duygulandım, sarılasım geldi ama yapamadım. Kaldırdı yerden 'Oğlummm, n'oldu pencereden mi düştün sen?' Gözlerinin içine bakıp daha fazla bağırmaya başladım, geçirdim tırnaklarımın tamamını göğsüne, canı yanıyor anladım, sesini çıkartamıyor. Eve geldik, salona getirdi beni, koltuğun üstüne koydu, oramı buramı yokluyor, ayağımı tutunca bastım yaygarayı. Telefona sarıldı, 'Abi sanırım bizim Ozan'ın ayağı kırılmış', karşı tarafı duyamıyorum tabii, Ayça başımı okşuyor. O an ayağımın acısını unuttun, sürttüm kafayı. 'Tamam hemen getiriyorum' dedi ve kapattı telefonu. İyi mi, kötü mü bilemedim. Ya ben ameliyattayken, bunlar eve giderse, ya düşündüğüm şeyi yaparlarsa. Ben orada Kore gazisi gibi durayım, bunlar yiyişsinler. Yok öyle yağma, yedirmem lan kız arkadaşımı sana, yedirmem pezevenk!

Giyindiler, arabaya atladık, Ayça kucağına aldı beni, pamuk gibi göğüslere dayadım kafamı. Güzel abim, kız benim kız arkadaşım, bu Osman denen yavşak, kedi amına koyayım lan! Ya nasıl bir kabus bu, nasıl bir muhabbetin içindeyim ben. Hakikaten kafayı yemek üzereyim, ayağım da acıyor, bir yandan bu Osman 'Yani yapılacak iş seninkisi' diye söyleniyor. Üstüne uçasım var. Ayça olmasa şu arabada, üstüne atlayıp kaza yaptıracağım. İkimiz de ölelim, sikerim böyle işin ızdırabını. Götüm kadar yol bitmedi, kafamı eğdim, Ayça'nın bacağında bir morartı gördüm. 'İkinizin de ağzına sıçarım, ne lan bu' diye bağırdım, yine 'miv' çıktı ağzımdan. Ben öyle deyince Ayça dikkatlice kaldırdı öptü dudaklarımdan. Senin de ağzına sıçacağım, bu morluğun hesabını vereceksin. Biz pikaçu gibi pencerelerden uçalım, senin ne bok yediğin belli olmasın. Elim ayağım titriyor, cidden kafayı yiyeceğim, atladım Osman'ın suratına, arabada bağırış, çağırış güm diye bir sesten sonrasını hatırlamıyorum.

Gözümü açtığımda halının üstündeydim, oramı buramı yokladım, baktım kuyruk var mı diye, yok. Doğruldum yerimden, etrafa bakınıyorum, Osman sandalyede uyuyor. Odalara baktım, kimse var mı yok mu diye, yok. Evde bir ben, bir Osman var. Rüya mıydı, yoksa şimşek çakıp bayılttı mı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kedi filan değildim. Osman yanıma geldi sürtüm sürtüm sürtünüyor. Yaşadıklarımı hatırladım ya da rüyayı, her neyse. İttirdim yavşağı. Bir daha geldi, sinirden çektim bıyığını geri kaçtı. Düştün mü lan elime, iyiydi değil mi odalara kapanmalar. 'Sana iki gün mama yok, su yok, siktir git çeşmeden iç' diye bağırdım. Öyle uzaktan bakıyordu mahsun mahsun. Acımak yok bu şerefsize, kim olduğunu anladım. Ayça geldi aklıma, telefonu masadan aldım aradım. 4 kez çaldıktan sonra 'N'oldu canım, gecenin bir yarısı, kötü bir şey yok umarım' dedi. Sinirli bir şekilde 'Ayça sana bir şey soracağım ama doğru cevap vereceksin tamam mı?' dedim. 'Ay saçmalama Ozan merakta bırakma insanı' deyince, direkt sordum 'Bacağında morluk var mı?'

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra 'Bugün buzdolabına çarptım, içine mi doğdu canım' dedi. 'Sokarım içine de dışına da, ikizinin de ağzına sıçacağım' deyip kapattım telefonu. Biliyorum, kesin arardı, telefonun bataryasını filan çıkarttım. Osman karşımda suratıma bakıyordu, öylesine kızgındım ki, elime geçirsem parçalayacak gibiydim. Ne olup bittiğini kafamda evirip çeviriyorum, bu kadar tesadüf olamazdı. Ya bunlar gerçekti, ya ortalarda bir bok dönüyordu. Osman her zamanki yalvarır miyavlamasıyla mutfak kapısına gidip miyavlamaya başladı. Ne zaman mama istese böyle yapıyor çünkü, yerini biliyor. Vermeyeceğim lan, vermeyeceğim, vermeyeceğim işte.

'Canım, neyin var, yoksa rüya mı görüyordun' diye Ayça omzumu okşadı. Hay senin atanı! 'Neden, ne oldu ki?' diye sordum. 'Bağırıyordun canım, vermeyeceğim lan vermeyeceğim diye bağırıyordun. Hatta Osman kolunda uyuyordu, yerinden zıpladı sen bağırmaya başlayınca. Ben de kitabı bitireyim diye uyumadım' dedi.

Derin bir nefes aldım, böyle bir rahatlık hissini daha önce duymamıştım, Osman ayak ucumda durmuş bana bakıyordu. 'Gel lan buraya' deyince, koştura koştura geldi, kafasını yüzüme sürttü, sonra da gitti Ayça'nın omzuna kafasını koyup yattı.

'Ayça, bak bir şey söyleyeceğim, artık Osman'ın aramızda uyumasını istemiyorum haberin olsun' dedim. Sesim olağandan fazla hiddetli olmalı ki, 'İyi de canım, sen istiyordun yanımızda uyumasını, n'oldu şimdi' diye sorunca, yanıt veremedim sadece 'İşte' diye işin içinden sıyrılmaya çalıştım. Aldım Osman'ı içerideki odaya koydum, yanına biraz mama ve suyla birlikte.

Odaya bıraktıktan sonra, yatağa uzandım, aradan çok geçmedi ki, Osman önce bağırmaya, sonra kapıyı tırmalamaya başladı. Ayça, 'Yapma, alışık bizimle uyumaya, hadi al getir' deyince, Ayça'nın bacağına bakmak geldi aklıma. Bacaklarının üstündeki pikeyi kaldırdım ve morluğu gördüm. 'Bu ne zaman oldu' diye sorunca, 'Eee yuh' yani deyince, sinirden tokat attım.

Suratıma baktı, gözünden bir damla yaş süzüldü, 'Sen ruh hastasısın. Kusura bakma ama senin gibi bir ruh hastasına Osman'ı da bırakmam. Onu da alıp gidiyorum ben' deyip, yataktan kalktı. Arkasından kalktım, dönüp 'Sakın, sakın! Deneme bile' dedi ve odadan çıktı, Osman da arkasından.

Yataktan kalktım sigara yaktım, içeriye gitmek istiyorum ama ne kadar kararlı olduğu gözlerinden belliydi. Elimi sikeyim, ne vardı vuracak. Ayça kapıda belirdi, elinde sepet ve içinde Osman'la. Yüzüme baktı, 'Bacağıma ne mi oldu? Uykunda, bağırıp çağırırken, bacağımı tutup sıktın. O oldu! Bir daha ne ben, ne de Osman'ın yüzünü bil göremeyeceksin' dedi ve kapıyı açıp çıktı...

2 Ağustos 2014

Osman -1-



Gecenin bir yarısı eve yorgun argın geldiğimde, kapıda beni karşılayacak biri olduğunu biliyordum. Ayakkabılarımı çıkardım ve kendimi girişin hemen önündeki halıya bıraktım. Osman hemen geldi yanıma, tüylerini terli yüzüme süre süre acıktığını bana anlatmaya çalışıyordu ama öylesine yorgun ve sinirliydim ki, elimle ittim. Oysa ondan daha aç durumdaydım ama yorgunluk bastırıyordu açlığımı. Tabii pes etmedi, bu kez bacaklarımdan başlayarak, yukarıya doğru sürtünmeye başladı.

Dışarıda yağan yağmur ve çakan şimşekleri duyunca pencereyi kapatmak geldi aklıma. Kalktım ve pencereye doğru yürüdüm. Perdeler ıslanmıştı, yine yıkayacağım için sinirim daha da fazla arttı. Osman arkamda, pencere pervazına çıktı, koluma sürtünmeye başladı.   Tam pencerenin kolunu tutacaktım ki, bir şimşek çaktı ve gözlerim karardı, sonra...

Gözlerimi açtığımda pencere kenarında uzanmış duruyordum, dışarıya baktım ama gözlerimde gece görüş dürbünü varmışçasına bir görüntü vardı. Üstelik pencerenin pervazında duruyordum, bir el hızla popoma indi ve 'Kaç kere söyledim lan sana, oraya çıkılmayacak' diye beni ittirdi pencereden. Vay amına koyayım, vücudum tıpkı kedi gibiydi. Vücudu geçtim, kıçımda kocaman bir kuyruk vardı, Osman da aynı insan gibi olmuştu. Pat diye yere indim, kafamı havaya kaldırmış tanımadığım bir insana bakıyordum. Suratımı bakıp, 'Acıktın mı lan it' diye yavşak yavşak sırıtıyordu.

Hangi rüyanın içindeyim diye düşünürken, karnımın gurul gurul ettiğini hissettim. Evdeki insan görünümlü şey, Osman'ın mama kabına patır patır bir şeyler koyuyordu, içgüdüsel olarak gidip, yemeye başladım. Bok gibi bir tadı vardı ama yemekten kendimi geri alamıyordum. Yedikçe yedim, kabın dibini bulmuştum. O tanımadığım insan hemen yanıma su koydu. Bu kez dilimi dışarı çıkartıp, suyu yalamaya başladım.

Yavaş yavaş durumu kafamda çözmeye başladım, bildiğin kedi olmuştum ama bu insan kimdi onu anlamadım. Tam o sırada kapı çaldı, kapıya doğru giderken, o insan beni eliyle tutup, içerideki odaya koyup, kapıyı da kapattı. Kapı kolunun nasıl açılacağını biliyorum ama açamıyorum, zıplamaya çalıştım olmadı. Seslere kulak kabarttım, 'Osman Bey, rahatsız ediyorum gecenin bu saatinde ama gündüz evde yoksunuz, aidatı verebilir misiniz, yönetici beni sıkıştırıyor' diyen, bir ses duydum, 'Hay yöneticinize sokayım, gecenin 2'sinde ne aidatı, kaçıyor muyuz amına koyayım, sabah gelseydiniz' dedi, evdeki insan. Başka bir kapı açıldı ve 'Yemin ediyorum bir daha bu saatte kapıya dayanırsanız, aidat yerine, o göt yöneticiye başka bir şey vereceğim' dedi ve kapı serçte kapandı.

Kapıdaki adam 'Osman Bey' deyince beni bir gülme tuttu, içimden 'Osman Bey ne lan! Az daha kassalarmış ailesi Şişli koyacakmış' ismini dedim ama gülemiyordum, suratımda salak bir ifadeyle kapının önünde dikiliyordum sadece. Kapı açıldı, ayaklarına sürtündüm, tuttu beni havaya kaldırdı, 'Özledin mi lan abini it' dedi. Ben bıyıklarımı, kafamı yüzüne sürttüm. Burnumdan öptü sonra götoğlanı. Gıcık oldum ama bir şey diyemedim, baktım tırnaklarım kendi kendine çıkmaya başladı. Aldı elinden beni koltuğu koydu, bir de kıçıma hafifçe vurarak, 'Lan yavşak, kaç kere dedim o tırnaklar çıkmayacak' diye azarladı. 'Valla billa bilerek çıkartmadım' demek istedim ancak sadece suratına gözlerimi kısarak baktım.

Koltuğun üstüne kuruldum, kendimi yalamaya başladım. Nasıl saçma bir şeyse yalandıkça yalandım. Gözlerim bu ismi Ümraniye olmaktan son anda kurtulan lavukta. Yalandıkça ağzıma iğrenç iğrenç tüyler geliyor, hopp hepsini mideme attım. Bu lavuk, eline bir alet aldı, düğmelerine filan bastı, karşısındaki kutuda hareketli bir şeyler olmaya başladı. Birader o değil de, yalandıkça hoş olmaya başladım. Sırtım, göbeğim filan derken, kendi aletimi yalamaya başladım. Beynimden iğrenç şeyler geçiyor ama iğrenmiyorum, birkaç yalamadan sonra bir şey çıktı, nasıl tiksinç bir görüntü anlatamam ama iğrenmiyorum lan ısrarla.

Lavuk koltukta boylu boyunca uzandı, pat dedim onun yanına atladım. Gözleri kapanıyor, yarım yarım açılıyor, tekrar kapanıyor, bir süre sonra tamamen kapandı. Gittim ayaklarının ucuna yattım ben de. Benim de gözler kapanmaya başladı, sesler geliyor içimden 'gır gır' diye, sonrası tamamen kapandı.

Gözlerimi açtığımda bizim lavuk hâlâ uyuyordu, gittim mama kabına, içi boş. Bunun gözlerini nasıl açarım diye düşünürken, kendimi burnunu yalıyorken buldum. Önce ittirdi, ben bir geri gittim, sonra bir daha yaladım, pat dedi vurdu kıçıma. Çok da sikimde sanki, bir daha yalayınca doğruldu koltuktan 'Bir izin günüm var onun da ağzına sıçtın Ozan' diye bağırdı. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, korktuğum başıma gelmişti, ben o olmuştum, o da ben. Tipinden anlamalıydım zaten, zenci gibi siyah bir şeydi. Kesin o şimşek çaktığında oldu bu diye düşündüm ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Osman lavuğu, gitti mutfağa mama koydu bana. Suratına bile bakmadan, yemeye koyuldum. İçeriden bağırdı, 'Şu mamayı hayvan gibi yeme yavşak Ozan, sessiz sessiz ye! Bir daha uyanırsam atacağım seni pencereden' diye. Hıh, çok da umrumda sanki. 'Bu lafları çok duyduk oğlum, sen kendini camdan atarsın, beni atamazsın' dedim ama hiç ses çıkmadı. Görülmeyen konuşma balonlarım varmış gibi aynı. Konuşuyorum ama benden başka duyan yok.

Mamayı bitirdikten sonra azıcık su içip, koltuğun yanına kıvrıldım, Osman'a baktım, camış gibi uyuyordu; bacaklar bir yanda, kollar bir yanda. Sığır olacakken, son anda yırtıp insan olmuş gibi görünüyordu. Bu durumu çözmem lazımdı ama kedi olmak da şahane fantastik şey. Ekmek elden su gölden, mamam önümde, suyum yanında. Ohhhh bir da hatun olsa, ne güzel olurdu, cennet buymuş kesin diye geçirdim içimden. Düşünceler içinde uyuyup kalmışım...

Rüyamda şahane bir Van kedisi vardı, gözler en afillisinden, kuyruğunu kaldırmış yan yan sürtünüyor, garip sesler çıkartıyor, benim yaladığım alet hafiften hareketlenmiş derken, Osman yavşağı önce başımı sonra göbeğimi, ardından da kıçımı okşamaya başladı. Suratına bakıp 'Lan göt! Ben senin götünle, başınla oynuyor muyum?' dedim ama yine sesim çıkmadı, sadece 'Mivv' diye mantıksız bir ses çıktı. O değil, rüyamın içine sıçmıştı adi herif.  Yüzüme bakıp, 'Amanın Ozan'ım kızar mıymış?' diye güldü. Nasıl sinirlendiğimi anlatamam fakat vuramıyorum da şerefsize. Niye bilmiyorum, yapamıyorum. Izdırabına sıçtığımın yavşağa habire götümle oynuyor. Pat pat vuruyor filan, ne kadar yavşak hareket var, bu lavukta. Mutfağa gitti, pat hemen arkasından ben de gittim. Niye merak ettim bilmiyorum ama gittim işte. Raflardan bir şeyler çıkartıyor, arada gidip buzdolabını açıyor, böyle 2-3 tur sürdü muhabbet. Ben herifin ayaklarındayım, o nereye, ben oraya. Uykusunu alınca, siniri geçmiş yavşağın.

Oturdu sandalyeye, ben de ayaklarımı onun dizine uzattım, suratına bakıyorum. 'Daha yeni yedin, halen yemek peşindesin, beni yiyeceksin en sonunda' diye söylendi. 'Tipine sıçtığımın yavşağı, aç bırak, yemezsem en adi götverenim, tabii yiyeceğim. İzin ver, bütün gün ben senin götünle-başınla oynayayım, o zaman sen beni ye' dedim, suratına bakarak. 'Yerim lan seni' dedi, suratıma şefkatle bakarak.  Tipine soktuğumun malı, ben neler diyorum, bu halen yerim diyor, bildiğin mal değneği lan bu. Harbi insanlar salakmış, onu anladım bu kısa süre içinde. Herifin suratına bakıp küfür ediyorum, o hâlâ seviyor beni. Eline bir kitap alıp okumaya başladı, Allah'ın enteli, yesene adam gibi yemeğini, göz bir yerde, eller bir yerde, kıçı başı ayrı oynuyor malın. Masayı topladı, gitti bilgisayarı açtı, kuyruğumu sallaya sallaya arkasından gittim. Haberlere baktım, maillerine baktı, ben öylece yanındaki sandalyede nelere bakıyor diye onu izliyorum. Fıtır fıtır bir şeyler yazmaya başladı, aha bir baktım göt lalesi benim fotoğrafımı koydu bilgisayara, arada birileriyle konuşuyor. Uyuz oldum yavşağa, ses çıkartamıyorum.

Eline bez aldı, masayı sildi, sonra bir sigara yaktı. Telefonu çaldı, 'Kaçta geliyorsun?' diye sordu. Suratında yine o yavşak ifade var, iyice sinir oldum, elden bir şey gelmiyor. Gittim, onun yattığı koltuğa uzandım, uyuyup kalmışım, zilin sesiyle uyandım. Gözlerimi yarım açtım, kapıya seyirttim. Oha amına koyayım, benim kız arkadaşım lan bu! Herif kız arkadaşımın belinden tuttu, öpüyor. Gittim hemen Ayça'nın bacaklarına sürtündüm, suratına bakıyorum ama öpüşüyorlar. Ayça eğildi, 'Ay Ozan da beni kapıda beklermiş' diye kafamı sevdi, kaldırdım kuyruğumu yüzümü sürttüm bacaklarına. 'Ayça benim ben, Ozan benim, öpme o pisliği' diye bağırıyorum, ağzımdan sadece 'miyavvvvvv' diye bir ses çıkıyor. Sinirden kendimi sikecek kıvama geldim, gittim yere oturdum. Yatak odasına geçtiler, ağzına sıçayım senin lan! Ben de senin ağzına sıçmazsam Ozan değilim, puşt herif.

Yayıldığım yerden kalktım, gittim masanın üstündeki kolonya şişesini düşürdüm, kapı açılmadı, artık ne bok yiyorlarsa içeride. Sonra kocaman bir fotoğraf çerçevesi var, kafamla ittirip onu düşürdüm. Aha da kırıldı lan. Kapı açıldı, Osman denen yavşak 'Ağzına sıçacağım senin' diye üstüme gelirken, hop diye atladım yere, oradan koltuğun altına. Aahhahaha malın keyfinin içine ettim. Keyfim yerine geldi. Ayça da çıktı, üstüne çarşaf sarılmış. Göt lalesi herif, benim kız arkadaşım o, benim lan, benim amına koyayım. Yeter ya, ben eski halime gelmek istiyorum.

Koltuğun altından çıktım, pencerenin kenarına gittim, lale beni görünce 'Aman oğlum gir içeri, üzme beni' dedi. Üzme beniymiş, şerefsiz puşt, kız arkadaşımla ne yapıyorsun içeride. Bu daha başlangıç, senin hayatını sikmezsem ne olayım...

-Devamı ve sonu salı günü-
Not: Cumartesiye kadar izin verin, yarısını bitirdim ama parmaklarım kopacak gibi yazmaktan, özür dilerim...