Bu kez sondan başlayalım. Turnuvanın ilk turda belki de en çok beklenen maçlarından biriydi Brezilya-Fildişi Sahilleri. Oyun kalitesi açısından beklentileri karşılamaktan uzak kalan maça dair şunları söyleyebilirim:
1- Fransa'nın takımı, hakemi, teknik direktörü bu Dünya Kupası'nın çanına ot tıkamak için gelmiş sanki. Stephane Lannoy, berbat ötesi bir yönetim göstererek, maçın içine etti. Luis Fabiano'nun golü, Elano'nun sakatlandığı pozisyonda vermediği kırmızı kart, oyunun sonlarında maçın alabildiğince sertleşmesine karşı pasif kalması. Hepsinin birleşimi, Dünya Kupası skandalı olarak tarihte yerini aldı. Mümkünse tüm Fransızlar bu turnuvadan çekilsin.
2- Gerek Kamerun gerekse de, Fildişi Sahili, ne yazık ki, iki aptal teknik direktörün seçimlerine kurban gitmiştir. Lazio kariyerinin mirasını yiyen Sven Göran Eriksson, gittiği hiçbir takımda başarılı olamamasına karşın, kendisine takım bulmakta hiç zorluk çekmiyor. Ne menem bir adamd olduğunu çözebilmiş değilim. Ama şurası kesin, kendisine amatör takımda bile takım verilmemeli.
3- Brezilya, bu berbat oyun stiliyle nereye kadar gider acaba? Dünyaya bu futbolu getiren, bu iğrenç futbolu uygulatan herkes, futbol katilidir.
Şu birkaç yıldan bu yana etrafta dönen "Ofans maç kazandırır, defans şampiyon yapar" sözü, herkesin ağzına pelesenk olmaya başladı. Ama gel gör ki, herkes futbolsuzluktan da şikâyetçi. Ben futbol izlemek istiyorum arkadaş. Kimin kazanıp, kimin kaybettiği umurumda bile değil. Dünya Kupası izliyoruz, minimum 7 defansif adam, bulursan çift yönlü bir futbolcu, ayıp olmasın diye de iki-üç hücum gücü olan adam.
90 dakika boyunca orta sahada top çeviren adam izliyoruz. Koy forvete uzun boylu bir adam, kanatta iki de orta yapmayı beceren adam oldu mu, tamam işte. Futbol diye izlediğimiz şey bu.
4- Fildişi Sahili her ne kadar teknik direktör kurbanı da olsa, yetenekli futbolcuları doğru dürüst performans sergileyemedi. Zaten bu noktada çıldırıyorum. Portekiz maçında, Dindane berbattı, bu maç yine 11'de. Kalou dökülüyor ama 70'e kadar sahada. Eriksson, lütfetti Romaric ve Keita'yı hatırladı 2-0 olunca. İtiraf etmek gerekir, Afrika takımları kendi kıtalarındaki bu kupada sınıfta kaldılar. Tek geçer not Gana'ya, onların da ikinci tura çıkabileceği şüpheli.
5- Elano konusunda yine aynı şeyi söyleyeceğim ve bir de not ekleyeceğim. Yine gol attı ama Galatasaray taraftarının kendisinden beklentisi göz önüne alındığında, o beklentinin altında kalacağı kesin. Bu adamın maksimumu bu kadar. Haa, Dünya Kupası'ndaki iki maçta bir sezon boyu Galatasaray'da attığı kadar gol attı o ayrı mesele.
6- Keita için de birkaç kelime etmek gerekir. İyi futbolcu, kaliteli futbolcu, yetenekli futbolcu, tribünleri heyecanlandıran futbolcu ama yazık ki ahlak yoksunu. Ben, renklerine aşık olduğum takımda böyle ahlaksız adamları istemiyorum. Yanından geçerken kulağına üflesen, yüzünü tutup yerlerde sürünecek. Sürekli aynı şeyi yapıyor. Eğer biri satılacaksa, benim tercihim Keita'dır. Eğer üzerine oynanıyorsa, gelmeyeceksin bu oyuna, akıllı olacaksın. Ama her seferinde o bu oyunlara gelip, kendi oyunlar üretmeye çalışıyor. Bu da çirkinleşmesine neden oluyor.
7- Ne yazık ki, üstte şikâyet ettiğim futbol sistemi dünyada artık sonuca gitmek isteyen herkesin kullandığı bir yöntem. Bu sistemi gayet iyi uygulayan Brezilya kupada nereye kadar gider bilinmez. Ancak umuyorum, diğer gruptan İspanya ikinci olarak gelir ve Brezilya ile karşılaşır, futbol oynayarak ezer geçer.
İTALYA'NIN SIKINTISI
Maçın başına geçtiğimde İtalya'nın çok zorlanarak bir galibiyet alabileceğini düşünüyordum. Düşüncem doğru çıktı, skor konusunda yanıldım.
İtalya'nın Paraguay maçından sonra; "Benim adıma maçta ilginç olan tek şey, Serie A şampiyonunun tek bir futbolcusunun bile İtalya Milli Takımı'nda oynamıyor olması. Kadrosunda numunelik 4 İtalyan'a sahip olan bir takımın (Biri de devşirme) o ülkenin liginde şampiyon olmasının nasıl bir başarı olduğunu ayrıca tartışmak gerekir" demiştim.
Evet, bu eksiklik İtalya'nın başarılı olmasının önünde büyük bir engel. Lippi bu konuda en günahsız adam. Çıkıp, "Inter'in kadrosunda İtalyan vardı da, ben mi almadım" dese yeridir. Pirlo sakatlıktan ötürü oynayamayınca, orta sahaları sıradanlaşıyor. Pirlo'nun dönüşüyle neler değişir birlikte göreceğiz. Fakat kesin olarak ihtiyaçları var çünkü orta sahaları vasat.
İtalya'nın en önemli ve en belirgin özelliği her zaman savunma olagelmiştir. Fakat hem Paraguay hem de Yeni Zelanda maçlarında gördük ki, artık o konuda da yetenekli değiller. Vincenzo Iaquinta bir kağnı gibi ağır ve İtalya'nın hızlı hücum yapmasında engel. Ama işte o yukarıda söz ettiğim berbat futbol anlayışı yok mu? O sistem, bu tip adamları, teknik direktörler için vazgeçilmez kılıyor.
Yeni Zelanda tüm dünyayı şaşırtmaya devam ediyor. Önce Slovakya sonra da İtalya karşısında acayip mücadele ettiler. Bu maçta çok daha iyi oldukları kesin. Hücum açısından tek alternatifleri yan toplar ve bunu olabildiğince uyguluyorlar.
Garip bir grup oldu. Herkesin çıkabilme ihtimali var. Yeni Zelanda'nın, Paraguay karşısında çok direnebileceğini düşünmüyorum. Böyle bakıldığında Paraguay'ın liderliği yüksek olasılık.
GRUBUN EN İYİ TAKIMI, LİDERLİĞİ HAK ETTİ
Ayrı bir başlık açmayacağım Paraguay-Slovakya maçı için. Bu turnuvanın en kötü takımlarından biri Slovakya. En iyi oyuncuları kâğıt üstünde Hamsik. İki maçta aklımda kalan tek bir pozisyonu bile yok. Gerisini siz düşünün. Şimdi ufaktan Fenerbahçeli taraftarları endişe almıştır.
"Ulan yıldız diye aldığımız adam boktan bir milli takımın yedeği" diye. Çok net belirtiyorum, eğer Galatasaray almış olsaydı aynı şeyi düşünürdüm. İzlemeyenler vardır diye söyleyeyim. Lig Tv, Sinan Kaloğlu'yla bir röportaj yapmış. Haliyle bu konuda ahkam kesebilecek adamlardan biri. Aynen şunları söyledi: "Valla iyi futbolcu ama öyle yıldız filan değil."
Bu aptal ülkede, hangi kısır çekişmeler yüzünden kimlere 'yıldız' muamelesi yapıyoruz?
Slovakya, Slovenya gibi takımları izleyince, "Neden Rusya yok, niye İsveç bu kupada değil" diye her seferinde hayıflanıyorum.
Paraguay, ilk golü bulduktan sonra özellikle de ikinci yarının başlamasıyla, garip bir biçimde sahasına kapandı. 45 dakika gayet iyi oynamışsın, rakibinin gücü de belli niye kapanırsın, niye bu endişe? Top oynamak istesen oynuyorsun, onu da görüyoruz. Sevemiyorum işte böyle takımları.
Ancak ikinci maçlar sonunda gördük ki, bu grubun en iyi takımı Paraguay. En azından top oynamaya çalışıyorlar. İsim olarak ilk maçın sonunda da onu adını söylemiştim, ine aynı ismi söyleyeceğim. Yaşı 31, daha kıtadan dışarı adımını atmamış. Şu bizim takımlarımız Güney Amerika'da Brezilya'dan başka ülkeler olduğunu görse fena olmayacak.
20 Haziran 2010
Memleketimi seviyorum
MEMLEKETİMİ SEVİYORUM
Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant gölünde yüzer.
Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un.
Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
incir
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasaban
ve sonra kara sığır
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir...
Nâzım Hikmet Ran
Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant gölünde yüzer.
Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un.
Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
incir
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasaban
ve sonra kara sığır
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir...
Nâzım Hikmet Ran
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)