6 Mayıs 2011

Cem Sultan'ı bin Servet'e değişmem


19-20 yaşında gencecik bir çocuk yanına özür dilemek için gelecek, sen tokat atacaksın.

Servet'in çoktan bu takımdan gönderilmesi gerekiyordu. Yok "yürekli"ymiş, yok "canını dişine takıyor"muş, yok "özünde çok iyi insan"mış. Öyle iyi insanlığın ta dibine sıçayım.

Kardeşin gelecek özür dilemeye, basacaksın tokadı. Neden? Çünkü muhtemelen Servet de zamanında bir ağabeyinden tokat yemiştir.

Şu biat kültürü, abilik, hamilik şu kokuşmuş toplumun, kılcal damarlarına kadar işlemiş.

Sezon başlar, ağabeyler 16-18 yaş aralığındaki çocukların saçlarını keser. Neymiş? Gelenek. Sikerim lan öyle geleneği. Ne geleneğiymiş lan! O yaştaki bir genç için saçlarının ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek var mı?

Ama neden, 5 yıl önce de Arda'nın saçları kesildi. Abi oldu ya artık o da yapacak.

3-5 çakal hep birlikte Rijkaard'ın yollatmayı başardılar. Herifler ödül gibi taltif edildiler. Hepsinin sırtı sıvazlandı, yüreklendirildiler.

Mağlubiyetler ardı sıra gelince bu it sürüsü, çorbacılarda buluşup "N'oluyoruz beyler" konulu toplantı yaptılar. Çıkan sonuç, "Yabancılara Galatasaray'ın büyüklüğünü, hangi takımda oynadıklarını hatırlatmalıyız" oldu.

Lan yavşaklar, siz farkındasınız da hangi takımda oynadığınızın, yabancıları farkına varmaya çağırıyorsunuz.

Florya'da açık bir çete düzeni işliyor. Hakan Ş, denen sevimsiz heriften bu yana, bu gelenekselleşti. Herkes kıçına birilerini taka taka bu noktaya geldiler.

Adnan Polat yönetimi zaten, Kalli'nin gönderildiği yıl, elini değil götünü bile verdi bu çetecilere. Geldikleri nokta da, 37 puan, -10 averaj ve 14.cülük.

Cem Sultan'dan belki hiçbir şey olmayacak, belki son derece yeteneksiz, belki Galatasaray'da oynayamayacak ama Servet denen dallamanın yerine bin kez bu çocuğu tercih ederim.

Servet'in ne kadar iyi yürekli, altın kalpli (!) olduğunu da gördük. Kendisinden 10 yaş küçük, özür dilemek için gelen genç adama tokat atarak adamlığını gösterdi.

Nereye siktirip gidecekse gitsin Servet. Galatasaray'a önce adam lazım, sonra futbolcu.

Cem Sultan'a da helal olsun. Hakkını arayacaksın, lafı yapıştıracaksın, abi, baba, dede, ata demeden.

Giydiğiniz kottan kan damlamasın


Selahattin Şahin'i kim tanır, kim bilir, kim hatırlar?

Selahattin 26 yaşında, gencecik, ömrünün baharını bile yaşayamadan, ayrılıp gitti.

Geride 23 yaşında gözü yaşlı bir eş, 2 yaşında bedensel engelli Emrullah ve 10 aylık Ömer'i de bıraktı.

Yıllarca kot taşlama atölyelerinde çalıştı ve o lanet Silikozis hastalığına yakalandı.

Evine ekmek götürebilmek için ölümü göze alıyorlar. Merdiven altı atölyelerde ekmek diye kan doğruyorlar çorbalarına. Ciğerleri parça parça sökülüyor ve hemen hepsi aynı sona ilerliyor. Yani ölüme...

Hükümet, kot işçileriyle ilgili söz vermesine uygulama hayata geçmiyor. Bu insanlar birer birer ayrılıp gidiyor.

Taşlanmış kot giymeyin. Giydiğiniz her kot, bir kişinin daha ölümüne neden olacak çünkü. Bir Selahattin daha aramızdan ayrılmasın.

Kapitalist düzenin iğrenç yüzü hayatın her alanında görülüyor. Birileri daha fazla kazanmak için bu insanların ölümüne göz yumuyor.

Bir gün hepsinin hesabını sormak üzere...

'Ölümden çekinmiyoruz'


Bunu geçen yıl yazmıştım. Gelip geçen çok olunca, farklı insanların okuması durumu söz konusu oluyor. Geçen yıl, bunu yazdığımda Cengiz Abi yaşıyordu, bugün aramızda yok. Onu da hatırlamak için bir vesile olsun.

Tanıdığım ve çok sevdiğim Cengiz Dinlemez adında güzel mi güzel bir insan var(dı). Daha önce söz etmiş olabilirim. Kendisi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunudur ama uzun senelerce birahane işletti.

Adana işkencehanesinden geçmiş, işkence izleri hâlâ vücudunda duran bir adam. Deniz'lerin 'silah arkadaşı'.

Üniversite yıllarında, 3-4 arkadaş neredeyse her akşam birahanesine gider, içerdik. Birahane dediysem, hayatınızda görebileceğiniz en kozmopolit birahanelerden biriydi. Herkesin masası belliydi, rutini hiç bozulmazdı. Ermeni papaz da vardı (zaten birahanenin üstünde otururdu), öğlen 12'de içmeye başlayıp gece sonlandıran adam da.

Neyse, asıl anlatmak istediğim şey bu değil ama siz yine de gözünüzde canlandırın. Cengiz Abi, eskiyi anlatmayı sevmezdi, hele de sen sorarsan. Hepatit hastalığı nedeniyle alkol de almazdı. Saat 23'ü bulmaya başladığında, mekân usul usul kapanma hazırlıklarına girip, yolluklar masalara gelmeye başladığında, Cengiz Abi kasanın başından kalkar, yanımıza gelirdi. Oktay'a (şef garson) bir tek söyler, hepimize ne içiyorsak onu söyler muhabbete başlardı.

Dedim ya, biz sorarsak anlatmaz, O canı ne zaman isterse o zaman dökülürdü. Bir akşam, el etek çekildikten sonra yine muhabbete dalmışken, dedi ki, "Size Deniz'le ilgili bir şey anlatayım."
Haliyle genciz, ateşliyiz, bekliyoruz ki acayip devrimci bir anı.

Gülümsedi. "Bakmayın öyle fotoğraflardaki ciddiyetine, tanıyacağınız en şamata adamlardan biriydi. Bir gün, ODTÜ'nün yurdu önüne gidelim dedi, bana. Ne yapacağım diye sordum ama 'Görürsün' diye yanıt verdi.

Bir yandan hafta sonu İstanbul'da eylem koyacağız onu konuşuyoruz, bir yandan ben merak içindeyim acaba niye gidiyoruz diye. 'Sen burada bekle' dedi, bana. Kızlar yurdunun olduğu yere geldik. Bu gitti, 10 dakika gelmez, 20 dakika gelmez, 30 dakika gelmez, 40 dakika gelmez. Bekle Allah bekle Deniz yok. Akşam saat oldu 10. Merakım, endişeye döndü. Acaba başına bir iş mi geldi diye. Bir baktım, nereden bulmuşsa midilliye benzer bir sütçü beygiri, tutmuş kemendinden geliyor. Devrimciyiz, ulu orta gülemiyorum da ama yüzüme nasıl yayıldı sırıtma ifadesi. Oğlum ne yapıyorsun sen dedim. 'Cengiz bu yurtta bir kız var, ona bir görüneceğim' dedi. Bindi atın üstüne, başladı serenat yapmaya. Ben nasıl gülüyorum anlatamam. Yurt camlarından kızlar çıktı. Deniz'e bayılmayan kız yoktu o dönem. Bu yurt bahçesinde serenat yapıyor, ben gülüyorum."

Devrimci aşık olmaz, devrimci yemez, devrimci içmez, devrimci sıçmaz v.s. v.s. Devrimcinin insan olduğunu unutmamak gerekir.

Dinlediğimde çok gülmüştüm, şimdi yazarken yine yüzümde belirdi o gülümseme ifadesi.

Dün avukatları Halit Çelenk; Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un katledilmelerinin yıldönümlerinde yaşamını yitirdi. Garip bir tesadüf olsa gerek.

Bugün Türkiye'nin demokratikleştiğini söyleyenler, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı anmak için hazırlanan broşürlere bile soruşturma başlatıyor.
Referandum sürecinde Meclis'te sahtekârca salya sümük ağlayanlar, bakanlık koltuklarında oturup "Deniz benim arkadaşımdı" diyenler, Türkiye'nin karanlık ve karanlıklaştırılmaya çalışılan yüzünün birer örneğidir.

Devletin intikam alma duygusuyla hareket edip öldürdüğü üç genç adam, bugün hâlâ hatırlanıyor ancak idam kararını verenler tarihin karanlık sayfalarına gömüldüler.

Onlar bu ülkeyi sevmelerinin bedelerini canlarıyla ödediler.

"Yaşasın tam bağımsız Türkiye!"

ŞARKIŞLA