26 Şubat 2013

Saçlı canlıdan 'yorum farkı'


Fenerbahçe-Kasımpaşa maçı yorumları

Güntekin Onay: Fenerbahçe 1-1 giden maçta, 90. dakikada penaltıyla Emre'yle öne geçti. 90+4'te de Sow'un golüyle 3-1 kazandı. Evet hocam, ikinci yarıda Fenerbahçe'nin özellikle 1-1'den sonra inanılmaz bir kazanma azmi vardı. Tabii ki hocam, Fenerbahçeli futbolculara alkış tutmak lazım ama seyirci müthiş etken oldu. Çok istedi maçı.

Rıdvan Dilmen: Fenerbahçe seyircisi oyunun her bölümünde korkunç bir baskı yapan seyircidir. Bugün, Fenerbahçe seyircisi büyük iş yaptı. Şöyle değerlendirmek lazım; kötü oynamıyor Fenerbahçe iyi futbol oynuyor. Fenerbahçe maçı çevirirdi. 1-0 bitme olasılığı yoktu. Kasımpaşa oyuna ortak olamadı. Fenerbahçe golü yedikten 94'e kadar olağanüstü coşkuluydu. Sow oyuna girdi, bir anda her şey değişti, kanat bindirmeleri özellikle sağ kanattan var. Ama sen karışma hakem, karışma. Fenerbahçe oyunsal anlamda kazanmayı hak etti. Pozisyonun penaltıyla uzaktan yakından alakası yok. Bence penaltı falan değil. Hakem baskı altında kaldı. Serdar Tatlı'yı aradım, 'hocam penaltı dedi'. Allah Allah. Kural diyor ki, çekemezsin, teşebbüs dahi edemezsin.

Oyun olarak şapka çıkartıyorum. Aykut Kocaman, şahane bir takım çıkarttı. Fenerbahçe takımı, öne doğru oynamaya çalışan, baskı yapmaya çalışan ligimizin en iyi futbol oynayan iki takımından biri. Fenerbahçe'de bugün ve birkaç haftadır rakibi oynatmıyor, sindiriyor.

Galatasaray-Orduspor maçı yorumları

Güntekin Onay: İlginç bir karşılaşmaya sahne oldu. İlk yarıda Orduspor'un 2-0'lık üstünlüğü vardı. İkinci yarıda, Galatasaray'ın baskısı 45 ila 75 dakikalar arasındakibaskı tam 4 gol getirdi. İkinci yarıda büyük bir gerginlik, tansiyon yüksekliği ve Galatasaray'ın agresif oyunu, baskısı, atakları ve Orduspor karşısında 2-0'dan 4-2'ye gelen ve karşılaşmanın içinde de tartışılacak pek çok pozisyon var.

Rıdvan Dilmen: Yazıyoruz ya biz. Galatasaray ne oynadı diye. Sahaya dizilişi. Ne oynadı 4-3-3 oynadı. Ama futbolda eleştirilen bir şey vardır. Kardeşim doldur boşalt oynanır mı? Çok erken doldurmaya başladılar. Ama bu bir silahtır bazen, ama her zaman değil, bu bir taktiktir bazen. Ne oynadı Galatasaray 3-2'ye kadar. Bunun 4-3-3'ü kaldı mı?

Güntekin Onay: Şişir baskı yap. Drogba'ya şişir baskı yap. Doldur boşalt oynadı

(Bu sırada Cuper'e yoğun eleştiri var. Maçı Galatasaray'ın nasıl kazandığı değil, Hasan Kabze ya da ve Stancu'dan birinin neden oyundan çıkartıltığını anlatıyor. 3-2'den sonra Galatasaray'a güven geldiğini anlatıyor. )

Rıdvan Dilmen: Maçın hakemi maçı direkt etkiledi, onu söyleyeyim. Muhtemelen Fatih Terim de hakemden şikayetçi olabilir. Ama Ordu da olabilir. Gökhan gidecek vuracak adama dirseği faul dahi vermeyeceksin. Hakan Balta'nın sarı kartı var, vermeyeceksin. İkinci sarıyı.

Güntekin Onay: İkinci sarıyı.

Rıdvan Dilmen: İkinci sarıyı. Amrabat kartsız bitirdi. Amrabat'ı koy kasede, buna kart vermediler de, MHK 'Allah Allah' diyecektir. Mesela Drogba'nın pozisyonu var, penaltı verse bir şey diyemezsin. Ben bir şey diyemem, kontrolsüz girdi oyuncu, dirseği geldi oyuncunun. Ama vermediği kartlar var, dayak yedi oyuncular.

Buradan sonrasını geç zaten. Her iki maç hakkındaki yorumları bunlar. Cümleler özenle seçilmiş, misal Fenerbahçe'nin kazandığı penaltı için "Öyle penaltı olmaz" diyor ama bir taraftan da Serdar Tatlı'yı aradığını ve pozisyonun penaltı olduğunu söylüyor. Aynı saçlı şahsın Galatasaray maçındaki Drogba'nın pozisyonu için söylediği şeyse; "Penaltı verse bir şey diyemezsin. Oyuncunun dirseği geldi."

Dirsek atmak ve dirseği gelmek arasındaki farktan söz edecek değilim. Drogba ceza alanı içinde dirsek yemiştir ve pozisyon net penaltıdır.

Bir akşam önce 1-0'dan geri gelip 3-1 kazanan Fenerbahçe'nin oyununa şapka çıkartan saçı garip şahsın Galatasaray maçına ilişkin yorumu "Galatasaray şişirdi, doldur boşalt oynadı." Biri muhteşem, diğeri rastgele oynuyor.

Bir akşam önceki maçta yaşanan hakem hatalarını sadece "Öyle penaltı olmaz"la geçiştiren bu zatın, Galatasaray maçındaki yorumu ise "Maçın hakemi maçı direkt etkiledi."

Her hafta aynı teraneyi yaşıyoruz. Bir oyuncu takılıyor, diğeri kendisini atıyor; bir hakem basit bir hata yapıyor, diğeri maçın gidişatını etkiliyor. Bir teknik direktör muhteşem takım yaratıyor, diğer teknik direktör takımını rastgele oynatıyor.

"Amannn" deyip geçiyoruz ama esgeçmemek lazım. Çünkü bu söylenenler, bu denli üstüne basa basa her hafta tekrarlandıkça bir süre sonra yaygın kanı haline geliyor. O yaygın kanı Burak'ı hırsız, Melo'yu kasap, Eboue'yi artist yapıyor. Bunlar dillendire dillendire bizler bile bunların doğru olduğunu düşünüyoruz. Hah işte, medya gücü budur.

İki gün önce Sivasspor-Beşiktaş maçında kimse verilmeyen penaltıdan söz etmiyor. Lafa gelince 'şerefli ikincilik', 'Hırsız Burak' ama sahada yaşananlara sezon başından bu yana baktığımızda kimin 'şerefli', kimin 'hırsız' olduğunu görüyoruz. Var mı ses eden, yorum yapan. Bin 500 vuruşluk yazının 30 vuruşu ya ediyor, ya etmiyor.

Kadıköy'de futbolcular rakibe ana avrat sövüyor, bunun üstüne yorum yapan yok. Tek yorum "Olmuşsa ayıp". Lan, sikerler öyle ayıbı. Sahanın içinde sürekli ana avrat küfreden üç-beş orospu çocuğu dolanacak, yapılan yorum "Ayıp". Aynı ayıp Galatasaraylı futbolcular tarafından yapılsa, yedi gün 24 saat üstüne yorum yapar saçını siktiğimin puştu.

Héctor Cúper akıl veriyor herif. İki forvetten birini çıkartacakmış da, savunma oyuncusu alacakmış. Cúper'in teknik direktörlük CV'sini açıp okuması, bu malın 2 saatini alır. Orduspor hariç, Héctor Cúper'in çalıştırdığı takımlardan herhangi birinin antrenman sahasına bile giremez ama iş akıl vermeye gelince, herkesten önce gidiyor.

Lan neyse sinirlendim acayip. Haybeye iki videoyu da izlemek zorunda kaldım, ona daha çok canım sıkıldı.

Galatasaray kazandıkça sinir oluyorlar, suratları maymun götü gibi kıpkırmızı kesiliyor, ses tonları düşüyor, ne söyleyeceklerini bilmiyorlar. Daha ligin bitmesine var, izleyip göreceğiz, sahada ve saha dışında neler yaşanacağını.

25 Şubat 2013

IMC TV'ye program önerisi: Eyüp Burç'la faşist gündem


Bu ülkede yaşanan hiçbir şeye şaşırmamak gerekir. Nerede, ne zaman, ne oluyor takip etmek de güç, takip ettiğin hadiseye yorum getirmek de.

Emek odaklı yayın yaptığını savunan IMC (kuruluşu 1 Mayıs) adında bir kanal var. Bu kanalın çalışanları yaklaşık 3 ay önce sendikalı olmak için harekete geçti. Düşün ki, bu kanalın 'Emek Dünyası' adında, sendikal mücadeleye ilişkin programı var. Mantıklı düşündüğünde ne dersin? Çalışanlarının da sendikalı olmasında bir sorun yok diye düşünürsün değil mi? Ama yok burası Türkiye. Kanalında bas bas Sendikal haktan söz eden bir televizyon kanalı, sendikalı olan emekçiler için sürek avı başlattı.

Kanalın Eyüp Burç adındaki Genel Kordinatörü'nden söz etmeden olmaz. Kendisi hakkında birkaç şey yazacağım, zaten o zaman daha rahat anlaşılacaktır. Çalışanlara küfür eden, çalışanları tehdit eden, çalışanların devrimcilikleriyle alay edip "sizin arkanızdaki devrimcilere korum" diyen, tartıştığı çalışanlar için televizyona polis getirmekten söz eden, bir adam.

Ben yıllardır, hepimizin eleştirdiği anaakım medyada çalışıyorum ama televizyona polis getirmekten söz eden bir yöneticiye rastlamadım. Normalmiş gibi görünmesin, IMC TV'den söz ediyoruz. Böylesi kanalın bir yöneticisi, sendikal mücadele eden çalışanlar için televizyona polis getirmekten söz ediyor. Faşistlik tam da böyle bir şey.

Kendine 'solcu' sıfatı eklemen, emekten söz etmen fark etmiyor. Olmak istediğin insanla, olduğun insan arasındaki fark böyle bir şey. Eyüp Burç'un da olmak istediği adamla, olduğu adam arasındaki korelasyon böyle. Sendikal mücadele için çabalayan çalışanlara "Sizin arkanızdaki devrimcilere korum" diyen bir herif olur mu lan! Sen nasıl, insanların değerlerine laf edebilirsin? Sendikal mücadele eden çalışanları korkutmak için kanala ne olduğu belirsiz 3 kişi getiriyor.

Her neyse, kanal yönetimi, çalışanların mail grubunu takibe alarak, yazılanlar ve çizilenler doğrultusunda 3 haftalık süreçte 13 kişiyi işten çıkarttı. Çalışanlar, ilk etapta 5, sonrasında 8 kişi işten çıkartılana dek, sürekli diyalogdan ve iyi niyetten yana tavır aldı. Ancak bu Eyüp Burç denen herif, kanalın göz bebeği sanki. Patrona, bu herifin yaptıkları anlatılmasına karşın, kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Kanal çalışanları bugün itibariyle iş bıraktı. Kanalda yayın durduruldu. Kanal emekçileri, arkadaşları yeniden göreve getirilmeden, yayını başlatmayacaklarını açıkladılar. Şu saat itibariyle, herkes beklemede.

Emek dünyası, mor bülten, yeşil bülten diye program yapacaksın, emeğin yanında olduğundan dem vuracaksın, 'biz farklıyız' diye ortalara çıkacaksın ama anaakım medyada bile eşine az rastlanız faşist uygulamalar yapacaksın. Bir nevi kara mizah ama daha çok Türkiye gerçeği.

Çalışanların maaşlarını asgari ücretten verip, üstünü elden vereceksin (pek tabii ki vergi kaçırma yöntemi), kanal çalışanlarının sendikal mücadelesini tehdit gibi algılayacaksın, insanlara baskı ve tehdit yoluyla mobbing (bezdiri daha güzel sanki) uygulayacaksın, diğerlerine ibret olsun diye insanları işten çıkartacaksın, kanala polis getirmekten söz edeceksin, sonra emekten yana olacaksın! Tabii canım tabii, suyundan da koy olmaz mı?

Böylesi bir rezaletten sonra, bu kanalın inandırıcılığı nasıl olur acaba? Emek Dünyası, Mor Bülten, Yeşil Bülten diye program yapacaklarına "Faşist Bülten", "Eyüp Burç'la gündem baskı", "Eyüp Burç'un faşist güncesi" adında program yapsınlar, en azından inandırıcı olmak konusunda daha 'sempatik' görünürler.

Hep söylüyorum, bu ülke neresinden tutarsan tut, elinde kalıyor. IMC TV de, buna bir örnektir. Bugün Eyüp Burç IMC TV, yarın başka bir isim ve başka bir kanal.

Bu ülkede emekçi olmak zor, bu ülkede hakkını aramanın sonu mahkeme salonları, cezaevleri ya da burada görüldüğü gibi ekmeğinin elinden alınması.

Kanal yönetimi üç maymunu oynuyor ama şunu unutuyorlar; maymunlar, her taraflarını kapatabilir ama kıçları açıktır.

Kanal yönetimi şöyle bir açıklama yapmış, link budur. Yapılan açıklama aleni yalandır. İçeride olan biteni çok yakından biliyorum. İş ahlakı vs. sözlerinin tamamı içi boş, koca bir balon. İşten çıkartılanların tamamı sendikal mücadele içinde olan kişilerdir ve diğerlerine ibret olsun diye işten çıkartılmışlardır.

21 Şubat 2013

Bir sol açık olarak Sneijder

Bir aralar Mircea Lucescu'nun, Vatan Gazetesi'nde yazıları yayımlanıyordu. Hangi milli maç hatırlamıyorum ama öküz gibi tempo koyup, berabere kaldığımız bir maç sonrasında, tüm basın Emre Belözoğlu'nun muhteşem oynadığından dem vururken, o yazısında "Emre takımı yanlış yönetti, sürekli tempoyu artırmaya çalıştı, oysa iyi bir oyun kurucu tempoyu ne zaman artıracağını, ne zaman düşüreceğini bilmeli" demişti. 

Oyuna gayet iyi başladı Galatasaray, golü de tam istediği gibi erken buldu. Golden sonra rakibin üstüne abanmaya başladı. Tam o sırada, Lucescu'nun bu yazısı aklıma geldi. Senin sol kanadın zaten Allah'a emanet, üstüne Sneijder'ı sol açık gibi oynatınca, herifler geldikçe geldi, geldikçe geldi o kanattan. Orada yapılacak şey, tempoyu yükseltmek yerine, olabildiğince düşürmek ve topu oynatmaktı. Tempo yükseldikçe Schalke'nin işine geldi ve ilk yarı boyunca Galatasaray'ı sürklase etti. Akıl orada devreye giriyor. Rakibin tempo yükseltiyorsa, sen düşüreceksin. 

O noktada iş, senin yaptığın hatalarla belirlenmeye başlıyor. Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ye kalmış bir takımın, savunmada, orta sahada bu kadar fazla hata yapma lüksü yok. Stoperler iç içe geçmiş, orta sahan, rakip iki pas yapınca oyundan düşüyor, ileri 3'lün ile orta sahan arasında büyük boşluk var. Ehh bu kadar şeyden sonra 1-1 berarebe kalmışsan, zil takıp oynayacaksın.

Baştan yazayım, elinde Hagi, Sneijder gibi oyuncular varsa, oyun kurgusunu bu adamlara göre ayarlayacaksın. Sneijder'ın sol kanat oynaması, hele hele gerisinde Riera varken, intihar gibiydi. Terim bu yanlışı çabuk görüp ikinci yarı Sneijder'ı oyundan aldı. Oysa Sneijder'ın 45 dakika süresince etkili olduğu anların tamamı göbekten kanatlara ve ileri uca attığı toplardı. Eğer gol atmak istiyorsan, sahaya 3 forvet sürmek yerine, Sneijder'ı oyunda tutup, başka bir plan yapmalıydı ama onun tercihi Hollanda'lıyı çıkartmak oldu.

Sneijder'ı çıkarttı da, Amrabat oyuna girince çok mu etkili oldu? Ne yazık ki, itiraf etmek gerekir, Amrabat Galatasaray'ın en büyük kazıklarından biri olarak tarihe geçmiştir. Ne savunma yapmayı biliyor, ne ileride oyuna katkı sunuyor. Şampiyonlar Ligi'nde 3 asist yapmış. Herife verdiğin parayla, ligde ilk 5'e girecek kadro kurarsın, kurduğun kadrodan Amrabat'tan çok daha iyi en az 3 oyuncu çıkar. Adam geçemiyor, top ayağına geldiği zaman ne yapacağına karar veremiyor, savunmaya yardım edeceğine sürekli saçmalıyor, eeee bir zahmet orta da yapsın amına koyayım. Bunu ekstra bir özellik olarak sürekli söyleyip durmayın yeter.

Eldeki oyuncu yapısına göre sistemde değişiklik yapmak şart. Orta sahan bu kadar rahat geçilirken, Almanya'da mantıklı bir skor üretemezsin. Ki, bugün alınan 1-1'lik skor bile sahadaki oyuna bakınca mucizedir. Schalke, müthiş mi oynadı? Almanya'da yenilmez mi? İkisi de değil ama Galatasaray bugün berbattı. Keza oyuncu seçimleri ve oyuncu değişiklikleri de kötüydü. 

Hamit'le ilgili birkaç kelime etmek lazım. Bu ülkede kimse, Hamit'in futbolculuğuna laf edemez, iyi niyetinden kimse şüphe edemez ama oyundan çok çabuk düşüyor. Eğer yanılmıyorsam bu sezon direkten dönen 4 ya da 5. şutunu izledik. O pozisyonlarda, abanmak yerine akıllıca plaseler yapsa, belki bir tanesi (o da Manchester United maçı) dışında hepsi filelerle buluşmuştu. O pozisyona kadar gayet iyi oynayan Hamit, orada bitti. Tabii bunda, ayağına her gelen topta seyircinin homurdanması fazlaca etkili. Taraftar hep bir kurban arar, işler kötü gittiğinde suçlu adresi odur. Hamit de, Galatasaray'ın olağan şüphelisi halini aldı. Oysa oyuncu kalitesi açısından bu takımda kefil olacağım 3 isimden biridir. Ben kefilim de, kimsenin sikinde mi, o da ayrı mesele. 

Tekrar ediyorum, izlediğim Schalke çok rahat perişan durumlara düşebilir. Savunması bu denli ağır ve hantal adamlardan kurulmuş bir takımı uzun zamandır görmedim. Galatasaray, oyuna doğru başladı derken, kastettiğim şey buydu. Savunma arasına atılacak derin toplar. Bu denli kötü oynadığımız bir maçta Sneijder ve Selçuk'un savunma arasına attığı her derin top tehlike oldu. Bunu maç boyunca denemeliydik ama biz klasik panik düğmesine basan Türk takımı aptallığıyla orta yapıp durduk, savunma ortalaması 1.86 olan takıma karşı. Drogba'ya gelecek de, o topu indirecek de, Burak atacak.

Bu hayatta aklınla yapmadığın hiçbir şeyde başarılı olma şansın yok. O yüzden Amrabat'tan, Emre Çolak'tan (oynamamış adama bok atıyorum), bir bok olmaz. Kafasını kullanmıyor çünkü herifler. Ve bizim sol kanadımızda başka alternatifimiz yok (iki dünya bir araya gelir Sneijder o alternatif olmaz, o hatadan çabuk dönülmesi lazım). O yüzden Terim'e kızıyorum, sene başında planlama hatası o yüzden yapıldı diyorum.

Son söz de Selçuk'a olsun. Sneijder, Drogba, Muslera vs. Bu çocuğun küstürülmemesi lazım. Bugün orta sahada 90 dakika boyunca götünü yırttı. Dünya yıldızıysa, en baba yıldıza taş çıkartır. Futbolcular çocuk gibi adamlar, geçen seneki sevgi giderek azalıyor Selçuk'a karşı. Oysa o, asist ve gol sayısındaki düşüşe karşın, oyun etkinliği açısından geçen seneyi aştı. Ama bu ülkede göze girmek için gol atacaksın, asist yapacaksın, yani rakamlarla oynayacaksın. Bu takımda herkes bir yana Semih ve Selçuk bir yana, benim için. İkisi de bambaşka adamlar. 

Altını keçeli kalemle çizerek sonlandırayım. Sneijder'dan sol açık olmaz, olamaz. Eğer Sneijder burada oynatılacaksa, verilen para da boşadır, yapılan transfer de. Umarım Fatih Terim, bu hatadan kısa sürede döner, yoksa o sol kanadı oyarlar kabak gibi.

Haaa, bir de çok sikişmekle çok çocuk olmaz. Sahaya 3 forvet koyunca 5 gol atamazsın. Bir zahmet bunu öğrenmiş olsun teknik direktör.

20 Şubat 2013

Yersen



Bu ülkede bahsedilenler ve bahsedilenleri sumenaltı etmek diye iki kavram vardır. Mızrağın çuvala girmediği anda bile, birileri o mızrağı gönüllü olarak götüne sokmaya çabalar. Tabii o mızrak götte adamı kanatır, canını yakar. Böyle oldukça mızrağın 4'te 3'ünü kıçında taşıyan, bağırdıkça bağırır, sağa sola saldırır. Şu an yaşadıklarımız da, bu duruma çok benziyor.

Galatasaray saldırıların odağı haline geldi. Televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde, sosyal medyada, önüne gelen herkes Galatasaray'a saldırıyor. Ve bu saldırılar gittikçe daha da can sıkıcı hal almaya başladı. Şike sürecinde sesi soluğu çıkmayan yazarların, yorumcuların yeni oyuncağı adeta Galatasaray oldu. Bunu ilk dile getiren Yavuz Semerci, Turgay Ciner'in gazetesinin yazarlarından biri. Bu bilgi dahilinde yazdıklarını okurken, Yavuz Semerci'nin sanki sahibiymiş gibi göründüğü Gazeteport'un tüm teknik altyapısını da Koç Holding'in oluşturduğu bilgisini ekleyeyim. Koç Holding deyince aklına kimbilir neler gelmiştir, seni hınzır seni.

Şimdi bir bakalım Turgay Ciner'in neleri varmış, neleri yokmuş.
  • Park Termik
  • Park Teknik
  • Eti Soda
  • Park Enerji
  • Park Elektrik
  • Silopi Elektrik
  • Park Toptan Elektrik
  • Park Maden Enerji
  • Riotur Madencilik
  • Konya Ilgın Elektrik
  • Kazan Soda Elektrik

Yukarıda görünenler, Turgay Ciner'in enerji alanındaki faaliyetleri. Haaaa, sen şimdi diyeceksin ki, "Niye sadece 'enerji' meselesini gündeme taşıdın?" Dur bakalım yeni başladık, daha neler çıkar neler. Birtakım rakamlar vereceğim ama canın sıkılmasın.

Bizim Ünal Aysal ne iş yapar hacım? Bir-iki otel dışında yatırımları ve şirketlerinin değeri 10 milyar doları bulan Ünal Aysal'ın na yatırım alanı enerji santralleri. Aysal'ın Yönetim Kurulu Başkanı Unit Group'un sadece Türkiye'de inşaat halinde 2.5 milyar dolarlık enerji projesi bulunuyor.

Dünyanın yüzde 19'unun hiç enerjiyle tanışmadığını biliyor musun? Yaklaşık 1.5 milyar insan elektrikten mahrum. 1.5 milyar insanın elektriği olmadığı şu manaya da geliyor. 1.5 milyar insana satılacak enerji. Türkiye'den bir rakam ister misin? Türkiye'nin dış ticaret açığı (resmi rakamlar bunu söylemese de) yaklaşık olarak 100 milyar dolar civarında. Bunun 50 milyar doları, yani sadece yarısı enerji ithalatından oluşuyor. Şu rakamlar, enerji alanının ne denli önemli olduğunu gösteriyor mu? Bizler kavganın salt Galatasaray-Fenerbahçe olduğunu düşünüyoruz pek çok kez ama öyle değil. Elbette bir etken ama birincil etken sikindirik bir futbol hadisesinden oluşmuyor.

Demek ki neymiş? İşadamlarımız enerjik gençlerden oluşuyormuş. Şu günlerde sık sık Galatasaray'a sallayan Adnan Polat'ın da enerji alanında büyük yatırımlar yaptığını söyleyelim. Hiç ortalarda görünmeyen adam, bir anda açıklamalar yapıyor, 'Aziz' dostundan söz ediyor, Ünal Aysall'ı tanımadığından falan dem vuruyor. Bu Adnan'ın altta enerji Oscar ödülü aldığı fotoğrafı var (bu arada söylemeden edemeyeceğim fotoğrafa resim diyenin amına koyayım). Aynı ödül töreninde tanıdığımız bir isim daha ödül almış, yan yana koydum, gelinim sen anla.

'Temiz enerji' diye bir şey çıktı. Herkes deliler gibi seviniyor, "Yuppi, artık çevremiz kirlenmeyecek", "İşte bu, dünyamız daha temiz olacak" diye. 'Temiz enerji' diye böyle allanıp pullanan şey ne biliyor musun? Lan sana bildiğin 'rüzgar', 'Güneş' satıyor herifler. Biz de, 'daha temiz bir dünya', 'yenilenebilir enerji' teranesiyle, göt atıyoruz buna. Bak iki saniye dur ve düşün, içinden aynen şunu söyleyeceksin, "Vay amına koyayım doğru lan! Herif bana bildiğin rüzgarı, güneşi satıyor. Var olan bir enerjiyi, üç-beş sikindirik aletle bana sokuyor" diyeceksin. Demediysen zaten malsın, yazının bundan sonrasını okuma bile.


Neyse efendim, Ciner Holding'in Yavuz Semerci vasıtasıyla Galatasaray'a saldırma nedeni, Fenerbahçe şakşakçılığı yapmak, ligde şampiyon olmak filan değil, onlar işin hikayesi. Galatasaray Drogba ile Sneijder'ı almış da, bunlar senelik büyük ücretler alıyormuş da, Galatasaray şampiyon olamazsa, büyük darboğaza girermiş de. Lan, Galatasaray'ın başkanı o paraları götünden sıçar manyak mısın? Hadiseden uzaklaşmadan devam edelim.

Şimdi ortalarda bir 'şer cephesi' muhabbeti dolanıyor. Gazetecisiydi, yorumcusuydu, papazıydı, maçasıydı vs. bunların Galatasaray'a karşı harekete geçtiği söyleniyor. Kısmen katılsam da, olayın öznesinin boktan bir şampiyonluk olduğuna inanmıyorum. Kim siker şampiyonluğu. 3 yıl şampiyon olamazsın, sonra 10 yılda 6-7 kez şampiyon olursun, kimse senin 3 yıl şampiyon olmadığını anımsamaz bile. En nihayetinde taraftar dediğinin yüzde 90'ı maldan oluşuyor. İki transfer, bir şampiyonlukla susturuverirsin hepsini. 

Enerji günümüz dünyasının en devasa büyüyen sektörlerinden. Bundan 20 yıl önce enerjiden kazandığın para, sattığın tüpten başka bir şey değildi. Bugünse artık milyarlarca doların döndüğü, uğruna savaşlar çıkartılan bir sektör haline geldi. Böylesi rakamlar varken, Galatasaray-Fenerbahçe nedir lan? 

Nihat Özdemir'den, Nihat Özbağı'na, Koç Holding'ten Polat Holding'e, Doğuş Holding'den Ciner Holding'e kadar hepsi, enerji sektörüne yoğunlaştılar. Ortada bir şer cephesinden söz edilecekse, hadiseye "Stadı sen yaptın?", "Sen de okul arazisini aldın", "Ama sana salon yaptırıldı", "Biz de devlete arazi verdik" kısırlığından sıyrılmak gerekir. Bu adamcağızların hepsi de, takım aşkıyla yanıp tutuşuyor he mi? 

Garip bir dünyada yaşıyoruz, o dünyanın en garip yerlerinden biri de içinde yaşadığımız ülke. Birileri Galatasaray'a saldırıyor değil mi? Elbette bunu görmemek için aptal olmak lazım ama konunun salt futbol olmadığını anlamamak için daha büyük aptal olmak lazım. "Çok büyük şirketlerim var, acayip de zenginim, hayatta tek eksiğim renklerine sevdalı olduğum takımımın yöneticisi olmak istiyorum" dediklerini filan mı düşünüyorsunuz? 

Konu futbol filan değil, konu fırından yeni çıkmış, fantastik bir pastanın paylaşımı. Ciner'in Ünal Aysal'a "Oğlum ben girmiştim bu sektöre, senin bok işin mi var, git başka iş yap" demesini beklemiyoruz değil mi? Ünal Aysal 2009 yılında Türkiye'ye enerji yatırımları yapmaya başlamış ancak tesadüf eseri de 2010 yılında başkan olmuş. İnşaat şirketleriyle takılan Nihat Özdemir, 2001 yılında enerji işine giriyor tam da o sıralar Fenerbahçe'ye yönetici oluyor. Turgay Ciner enerji devi olma planları yaparken Kasımpaşa'yı satın alıyor. Bunların hepsi hayatın minik sürprizleri değil mi? Yiyene karışmam ama ben tokum canım kardeşim.

Düşünmeye devam ama daha çok düşünmemiz lazım, onu da kafamızın bir tarafına sokalım.

15 Şubat 2013

Çevir kazı yanmasın


Rıdvan Dilmen: Drogba transferini bu paralarla çok mantıklı bulmuyorum açıkça söylüyorum. Tamam tabii ki iyi futbolcudur, kalitelidir vs. ancak çok da gerekli olduğunu düşünmüyorum

"İyi futbolcu" demiş, tarafsız futbol ulemamız. Sen büyük demesen, biz anlamayacaktık. Şimdi çevir kazı yanmasın. Çevir canım çevir, ne ilk çevirdiğin kaz, ne de son olacak.

O değil de, herif haksız rekabet amk. Daha yeni başladık, devamı pek yakında. Neyse uzun uzun yazarız sonra.

Öyle başa, böyle tarak!


Bu ülkede koskoca bir şike davası yürütüldü değil mi? Peki bu şike davasında senin haber almanı sağlayacak kim? Elbette medya. Sokaktan 100 kişi çevirip "Medyaya güveniyor musun?" diye sorsan, ne yanıt alırsın? Hadiseye iyi niyetle yaklaşan birkaç kişi dışında "Hayır" cevabı alırsın.

Dün, Fanatik Gazetesi'nde şahane (!) bir Wesley Sneijder röportajı vardı. Röportaj manşetten koca koca puntolarla verilmiş ve hatun da altına bildiğin imzasını atmış. Buraya kadar bir sorun yok.

Sneijder, röportajı yalanladıktan sonra oluşacak refleksi bekledim bütün gün. Fanatik.com.tr sitesinde tüm gün ilk sırada duran röportaj çıkartılma gereği duyulmadı, bir özür yazısı gelmedi, yalan röportajı yapan hanım kızımız hakkında "gereği yapıldı" türünden bir açıklama da yoktu. Sabah, Fanatik'in sitesine girip baktım, acaba düzmece röportaj kaldırılmış mı diye. Yooo gayet de yerinde duruyor. Gazeteye baktım, bir özür yazısı var mı diye? Valla o da yok. Hepsini bir kenara bırak, Fanatik'in resmi twitter sayfasında, röportajın duyurusu halen duruyor. 

Bak işte, medyanın durumunu tek bir haberle ancak böyle özetlersin. Bunun sadece sporla kaldığını da düşünmeyin. Bu sadece Aysberg'in görünen yüzünden başka bir şey değil. 

Kendimi o hanım kızın yerine koyuyorum. Dün Sneijder'la röportaj yaptım diye manşetlerdeyim ama aradan birkaç saat geçiyor, götünden uydurduğun ortaya çıkıyor. Bugün sokağa nasıl çıkar, işyerine nasıl gider, insanların yüzüne nasıl bakar, ailesine ne söyler, sevdiği insanlar bir şey söylese ne cevap verir vs. vs.? Ya hakikaten yeri yarıp içine girerim, hatta yeri komple kıçıma sokarım şu işi yapsam. 

Röportajda acayip şeyler var. Misal ablamız sormuş, "Fatih Terim’i önceden biliyordun, şimdi tanıştın neler söyleyeceksin?" Yanıt olarak "Her şeyden önce çok karizmatik" diyor Sneijder ve "(Gülüyor)" diye ibare var. Bütün röportajı bir kenara al, yalan gülümseme ifadesini röportaja serpiştirmek, çok acayip bir olay. Hakikaten ibretlik lan! Hayalinden yazıyorsun, hatun öyle bir canlandırmış ki, o sırada Sneijder gülümsüyor verdiği cevaba.

Bak bu ablamız, cinsel yönden çok mutludur. Bir gece Brad Pitt, bir gece bir gece David Beckham, bir gece Matthew McConaughey, bir gece George Clooney. Ohhhh keyfe bak lan sen! Her gece birbirinden seksi erkeklerle birlikte oluyorsun. Arkadaşlarına anlatıyorsun bunu.

- Kız Merve, dün Brad'le birlikteydik
- Brad mi? Seninkinin ismi Yaşar değil mi?
- Offffff ne Yaşar'ı be. Brad Pitt'le birlikteyim.
- Hadi canım.
- Vallahi, yeminle. Sneijder'la röportaj yapmış gazeteciyim ben. Yalan söyler miyim hiç?
- Eeeee, nasıl peki?
- Dün gece bana geldi, saatlerce konuştuk, sonra da seviştik.
- Hasiktir, Brad Pitt'le seviştin demek. Neler konuştunuz, neler oldu anlatsana, çıldırtma insanı Esra. Ama o Angelina ile birlikte değil mi?
- Angelina'nın amına koyayım, (Sinirlendi) ben sana aşığım dedi. Karı bunu sıkmış, pazardan patates alır gibi sürekli çocuk alıp duruyorlarmış, karı sürekli çocuk istiyormuş.
- Ayyyyy valla mı?
- Evet ama işte artık istemiyormuş o yelloz karıyı. 
- Peki daha ne kadar sürdüreceksiniz bu yasak ilişkiyi.
- Bir plan yaptık, çocuk alma bahanesiyle Kamboçya'ya gidecekler. Orada bir kayalık varmış, arkasından itecekmiş. 
- Yok artık.
- Valla diyorum kız. Ben Sneijder'la röportaj yaptım, sana yalan mı söyleyeceğim?
- Eeeeeeee, yatakta nasıl peki?
- Kızımmmmmm herif tam bir aygır var ya. Ağzıma sıçtı, ağzıma. Yemin ediyorum 6 saat seviştik. "Angelina mı iyi, ben mi?" diye sordum. "Siktirtme Angelina'yı, şimdi en mutlu anlarımı yaşıyorum, seninle erkekliği keşfettim" dedi. (Yalıyor) 
- Sendeki şans kimsede yok yemin ediyorum. Sneijder'le röportaj yapıyorsun, sevgilin Brad Pitt. Sürprizlerle dolusun.
- Bu daha başlangıç, akşam Beckham'la yemeğe çıkıyoruz, sürekli mesaj atıyor. 
- Sallama be!
- Sneijder'la röportaj yaptım, bana nasıl inanmazsın. Al bak, bu da kanıtı (telefonu gösteriyor)
- Oha herife bak ne yazmış (Şimdi ağlarım yarın susarım, gözümdeki her damla yaşın hesabını gün gelir sorarım!)
- Geberiyor bana diyorum, inanmıyorsun bir de.
- Peki o şeyle evli değil miydi?

Haaa işte, al sana mis gibi diyalog. Öyle başa da, böyle tarak. Şanlı Türk basını, kimbilir bize daha neleri gösterecek. Hangi yalanları yutturmaya kalkacak. 

13 Şubat 2013

Sizin ruhunuza sokayım


Biliyorum bazen yazdıklarım hoşunuza gitmiyor, söylediklerim keyfinizi kaçırıyor ya da kendinizce doğru bulmuyorsunuz ama ben hayatım boyunca aka ak, boka bok demekten vazgeçmedim ve geçmeyeceğim. Haaa, burada her yazılanın doğru olduğunu söylemiyorum ama benim doğrularım olduğunun altını keçeli kalemle çiziyorum.

3.5 yıllık blog maceramda ve sağda solda yazdığım yazılardan şunu anladım ki, herkesin gönlünü hoş tutmak için vıcık vıcık bir adam olmak lazım. Misal Çarşı ile ilgili bir yazı yazdım, bana "abi" çeken adamların sövmediği tek akrabam kalmadı, Fatih Terim'e saydırdım, bu kez Galatasaraylılar aynı aile bireylerine sövdü. Haaa, umrumda mı? Öyle bir gün sinirleniyorsun, kızıyorsun, sonra sikinde bile olmuyor. Çünkü kimsenin gönlünü hoş tutmak için yazmıyorum, başta da söylediğim gibi benim doğrularımı yazıyorum. Hah işte, şimdi de öyle bir şey yazacağım.

Galatasaray Basketbol Şubesi'nde paralar ödenmemiş, Lindsay Whalen da, bavulu eline alıp gitmiş. Olayın öğrenilmesinin ardından 2 gün boyunca kulüpten bir ses çıkmadı, sonra aniden dün, Milliyet'te Nevzat Dindar imzalı bir haber (Haberin linki) yayımlandı. Kulüpten bir yalanlanlam geleceğini düşünürken, bugün şöyle bir (link budur) açıklama geldi.

Nevzat Dindar'ın haberinde ne deniyor, bir bakalım. Galatasaraylı bir yönetici, Lindsay Whalen'la ilgili 'çarpıcı bilgi'lere ulaşmış. Bilgi dediği şey, Lindsay'in lezbiyen olmasından ötürü İstanbul'dan ayrıldığıymış. Vay babam vay! Lindsay Whalen aslında 2 aydır parasını alamadığı için değil de 'kendi cinsinden birine' ilgi duyduğu için apar topar Fransa'ya gitmiş. Haberde 'lezbiyen' kelimesi kullanılmamış. Ne kibar lan!

Bak ben sana şunun özetini geçeyim, tek kelime ile orospu çocukluğundan başka bir şey değildir yapılan. Sen bir sporcuna 2 ay ödeme yapmayacaksın, sonra basına el altından haber yaptıracaksın, kadının lezbiyenliğine vurgu yaparak ve en ilkel bel altı vuruşunu gerçekleştirerek. (Aaaaa Galatasaray yöneticisine küfür ettim ne ayıp, ne ayıp değil mi lan? Herifler sanki kulüp yöneticisi değil de, seçilmiş peygamber, küfür edilemez.)

Basketbolda bir alışkanlık oldu bu sipariş haberler. Sezon başında Oktay Mahmuti hakkındaki haberleri, bu sipariş haberle harmanlayınca, gayet net anlaşılıyor durum. Oktay Mahmuti 'küfürbaz', Lindsay Whalen 'lezbiyen'. Eeeee abi, her gidenin arkasından bok mu atacaksınız? Şerefsizce insanları lekeleyecek misiniz? Bu mu lan Galatasaraylılık adabınız sizin? Akit kafasında pezevengin evlatları. Kendi bok yemelerinin üstünü örtmek için kadının cinsel tercihine vurgu yapılıyor. Peki sezon başı geldiğinde Akit'in yaptığından farkı nedir bunun? Var mı bir fark?

Bu rezaleti yalanlamadığına göre, el altından haber yaptırmışsın demektir. Bu iğrenç olayın dumanı üstündeyken, resmi siteden, "Gösterdiğimiz özene rağmen böyle bir gecikmeyi, kulübü terketme bahanesi olarak kullanan bir sporcunun Galatasaraylılık ruhunu ne denli kavramış olduğu ortadadır. Bu tür oportünist bir anlayışın her müsabakada ‘tarih yazmak’ için mücadele veren Galatasaraylı sporcularımızın arasında da yeri yoktur." diye açıklama yapıyorsun.

Bak hocam, bu işler böyle olmaz. Galatasaraylılık ruhu filan diye insanları keriz yerine koymanın anlamı yok. Üç-beş gerizekalıya yedirirsin bunu da, kafası çalışan adama o teraneleri satamazsın. Sen bir sözleşme yapmışsın, o sözleşmenin gereğini de yapacaksın. Yapamıyorsan da, o koltukta oturmayacaksın ya da o şubeyi kapatacaksın. Böyle ruhtu, Galatasaraylılıktı, tarih yazmaktı filan geçeceksin o işleri. Götün yiyorsa Sneijder'ın parasını ödemesene 2 ay ya da Muslera'ya ödeme, Drogba'nın parasını 1 ay geciktir bakalım ne oluyor.

Ama işin kolayı var, ödemeyi yapmazsan, heriflerin arkasından atıp tutarsın, "Drogba 'gay'di, Sneijder 'pezevenk'ti, Muslera 'kulampara'ydı, o yüzden gittiler" diye haber yaptırırsın basında, sana yönelen eleştirileri de atlatmış olursun. Bir de üstüne Galatasaraylılık ruhu diye edebiyat parçaladın mı, aslansın aslan! Ruhmuş! Sikeyim sizin ruhunuzu.

Şu haberi yaptıran yönetici ve bu iğrenç haberi yalanlamayan her kim ya da kimlerse yavşağın önde gidenidir, bayrak taşıyanıdır hatta maraton koşanıdır. Benim kafam başkasını anlamaz.

Yavuz Semerci; bir tetikçi portresi

Elbette bu ülkenin insanlarının haber alma özgürlüğü her şeye, herkese ve her kuruma rağmen olmalıdır. Bunun aksini savunmak fikri bile düşünülemez olmalı. Bu fikri hepimiz en güçlü biçimde dile getirmeliyiz. Ancak medyada, Galatasaray aleyhindeki haberlere bakınca sanki bir el düğmeye bastı ve harekete geçmiş gibi.

Birkaç akşam önce Habertürk yazarı (Gazeteport'un sahibi) Yavuz Semerci, Beyaz TV'de Galatasaray'ın borsada manipülasyon yaptığını ve yatırımcılarını dolandırdığını dile getirdi. Bu iddiaları ilk kez söylemiyor, daha önce de köşesinde sık sık yazdı ve konu etti. Kale boşken gol atmak kolay geliyor olmalı ki, Sedat Doğan'ın yayına çıktığı akşam Yavuz Semerci canlı yayına bağlanma zahmetine katılmadı bile. Oysa iddiaları yenilir yutulur cinsten değildi.

Medyada olunca pek çok insanla tanışıyorsun, hatta birlikte çalışıyorsun. Benim de medya maceralarımın bir köşesinde Gazeteport yer aldı. O yüzden yazdıklarımı Yavuz Semerci'yi gerçekten iyi tanıyan birinin kaleminden döküldüğünü bilin diye söylüyorum.

Gazeteport, Türkiye'de kuruluş fikri açısından cidden başarılı ve doğru bir hamleydi. Gazeteciliğin ve televizyonculuğun internet mecrasına doğru yöneldiğini de göze alarak, NTV'den ayrılıp, Gazeteport'a geçtim. O güne dek, Yavuz Semerci hakkında en ufak bir fikrim yoktu, zaman içinde tanıdım. Anlatacaklarım şu açıdan önemli olacak; Yavuz Semerci'nin hayata bakışı, gazetecilik anlayışı.

Gazeteport yaklaşık 50 kişilik bir kadroyla yola koyuldu. Verilen maaşlar, medyanın epey üstündeydi. İnsan haliyle "bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye merak ediyor. Çünkü o dönem, Türkiye'nin en çok okunan internet portallarında ne insanlara oradaki maaş veriliyor, ne de o kadar sayıda insan çalışıyor. Ben sorup soruşturmaya başlayınca, kuruluş için gereken paranın Avrupa Birliği Fonu'ndan alındığını söylediler. Ama o imkan dahilinde değil böylesi yüklü bir para almaları. Fon'dan alınacak para en fazla 500 bin Euro'dur. Oysa anlaşmaların, harcamaların, maaşların karşılığı 500 bin Euro'nun çok fazla üstündeydi.

İnsan merak ettikçe ediyor ve o merak en nihayetinde sizi doğruya götürüyor. Haaa bu arada hemen dipnot olarak belirteyim, özellikle ekonomi haberciliğinde saldırgan bir yol izleniyor. Benim kıllanmamın nedenlerinden biri de buydu. Gel zaman, git zaman 'Bağımsız gazetecilik' şiarıyla yola çıkan Gazeteport'un sahibinin Mehmet Kutman ve Gazi Erçel olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Mehmet Kutman kimdir, herkes tanıyamalabilir. Ben hemen özet geçeyim. Mehmet Kutman, Global Yatırım Holding'in sahibidir, aynı zamanda da eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın kuzeni olur.

Şimdi Yavuz Semerci'yi unutmadan esgeçip bu Mehmet Kutman'a bakalım. Beni uğraştırmayın ve internette arama motorlarımıza "SPK, ceza, Global Holding" yazın. Yavuz Semerci'nin perde arkası patronu olan adamın şirketinin ne kadar usulsüzlük yaptığına ve buna karşılık aldığı cezalara bakın.

Buna bakarken, Gazeteport'un gizli patronlarından Gazi Erçel'in kim olduğuna bir bakalım. Kendisi Merkez Bankası başkanlığı yaparken devalüasyondan (hani dolar ebesinin amı kadar fırlıyor ya o işte) hemen önce yüklü miktarda döviz aldığı gerekçesiyle görevi kötüye kullanmaktan hakkında hüküm kararı çıkmıştır ve faktoring şirketi tefecilik yaptığı suçlamasıyla 12 ayrı KOBİ tarafından mahkemeye verilmiştir. Zaten bu tefecilik iddiaları nedeniyle de, Habertürk'teki işinden kovulmuştur. Gerçi Turgay Ciner-Mehmet Kutman-Yavuz Semerci-Gazi Erçel-Fatih Altaylı ilişkisi daha bir şenliklidir ama konu bu değil.

Yavuz Semerci'nin Galatasaray hakkındaki iddialarını dinlerken, insan ister istemez, şirketinin gizli iki patronu hakkında neden acaba aynı duyarlılığı göstermez diye düşünüyor. Kendilerine ait ekonomi siteleri The Lira'da ya da Gazeteport'ta bu isimlerin haklarındaki usulsüzlükler neden yer almaz. Yavuz Semerci, Habertürk'teki köşesinde bunları neden konu yapmaz. Bak, içinde onlarca 'neden' geçen cümle sıralayabilirim ama burada bırakıyorum.

Bu boktan, çarpık ilişkileri bir tarafa bırakıp, birkaç bilgi vereyim. Köşesinde namus satan, tüysüz yetimin hakkını savunduğunu söyleyen Yavuz Semerci, çalışanlarının maaşlarını asgari ücretten yatırır, üstünü 'telif' adı altında öder. "Neden?" diye sorduğunu kabul ediyorum ve yanıt veriyorum: VERGİ KAÇIRMAK İÇİN.

Küçük yatırımcının can dostu, haksızlıkların kahramanı Yavuz Semerci, vergi kaçırıyor. Şimdi Galatasaray hakkındaki iddiaları doğru ya da yanlış demiyorum. Vergi kaçıran birine ne kadar güvenirsin? Hah işte o soruya verdiğin yanıt senin namuslu olup olmamanla ilintili. Tüm bu boktan ilişkilerini, gizli patronlarını bir tarafa ayırırsak, ben vergi kaçıran adama inanmam. Hele hele o adam, haftada bir "Galatasaray'dan Borsa şikesi" diye köşe yazıp, konunun birincil muhattabı televizyona çıktığında canlı yayına bağlanmıyorsun, hiç inanmam. Bu birrrrr. (Ahmet Çakar gibi oldum amına koyayım)

O dönem spordayım. Eto'o dönemin en acayip adamı. Herkes ondan söz ediyor, bütün gazetelerde bu var. Messi'nin portakalda vitaminden sıyrılma dönemleri. Kendisi yanımıza geldi ve "Ya çocuklar Eto'o'yla bir röportaj yapsak" dedi. Cevaben, bunun zor olacağını söyledik. "Siz nasıl gazetecisiniz? İnsan çabalar, uğraşır" dedi. Ben de kendisine, "Bana İspanya bileti al, bir hafta orada kalayım, röportajla geleyim. Gelemezsem, bir yıl ücretsiz çalışırım" dedim. "Yaaaaav siz de mail yoluyla sorun, cevaplasın" dedi. Bu kez kendisine, Eto'o'nun böyle bir röportajı yapmayacağını belirttik. 'Bağımsız gazeteci' aynen şunu söyledi: "Yaaa yapmış gibi sallayın gitsin, kim bilecek." (Cevaben, "Sallama röportajı seve seve yaparım ama altına imza olarak senin ismini yazarım. Kabul ediyorsan, bir saate fantastik bir Eto'o röportajı geliyor" dedim ama ölü balık taklidi yaptı.) Hah işte, götünden uydur diyen adamın iddialarından söz ediyoruz, bu da ikiiiiiiiiiiiii. (O değil de çok zevkliymiş lan böyle söylemek)

Bir arkadaşımız işten çıkartıldı, kendisi Yavuz Semerci ile konuşmak için odasına çıktı. Çünkü işten çıkartılmasına rağmen tazminatı verilmedi ve tazminat hakkını istedi. Kendisine "Yaa sen merak etme, biz sana iş buluruz yarın öbür gün, boşver tazminatı filan. Sonra medyada başka bir yerde iş bulamazsın" diye tehdit edildi. Bu da üçççççççççççç.

Yavuz Semerci'nin tarzı budur. Önce Turkcell'e saldırır, haftalarca haber yapar, sürekli bok atar. Sonra ne olur? Turkcell üst banda bir reklam verir ve haberler bıçak keser gibi sonlanır. Yavuz Semerci, Turgay Ciner'e sürekli saldırır, durmadan saldırır, bok atar. Sonra ne olur? Turgay Ciner, bunu gazetesine köşe yazarı olarak alır. Turgay Ciner haberleri arşivden bile çıkartılır.

Yavuz Semerci, bugünlerde Galatasaray'a saldırıyor ya. Aslında saldırdığı Ünal Aysal'dan başkası değil. Gün içinde radyoyu kapatacağını da duyunca, daha bir emin oldum, Yavuz Semerci aç kalmış, onu anladım. Yarın 'GSstore' bir ilan versin, ertesi gün o haberler bıçak gibi kesilmezse adam değilim. Yarın Ünal Aysal, kafasını okşayıp, önüne bir kemik atsın, Ünal Aysal'ı göklere çıkartmazsa şerefsizim.

Neyse yazının ana fikrini anlamayanlara söyleyeyim. Gazeteport, tamamen tetikçilik maksadıyla kurulmuştur ve Yavuz Semerci de namlunun ucundaki kurşundur. Silahı tutanla, tetiği çeken bu değil.

Yazının sonuna kadar okumadıysan, beni kırdın haberin olsun. O kadar uğraştım a.q.

11 Şubat 2013

Kurum içi dengeler bozulmaz mı yavşak



Fenerbahçe eski yöneticisi Hulusi Belgü: İki futbolcunun da (Hagi ve Popescu) Fenerbahçe'ye gelmesini çok istedim. 15 gün sonra Hagi ve Popescu, birer milyon dolar karşılığında Fenerbahçe'ye gelmeyi kabul ettiler. Aziz Yıldırım'ı çoğu zaman eleştirdim ama o gün bir fair-play örneğine imza attı. Fenerbahçe'ye gelmeye hazır olan Hagi ve Popescu'yu 'Galatasaray zor durumdayken almak doğru değil' diyerek almadı. Aziz Yıldırım onay verseydi, 1998 yılında Hagi ve Popescu birer milyon dolar karşılığında Fenerbahçe'ye transfer olacaklardı.

Fenerbahçe yöneticisi Deniz Tolga Aytöre: Fenerbahçe isteseydi Didier Drogba'yı alırdı. Neden alamasın. Fenerbahçe'nin gücünü bütçesi gösterir.

Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Yıldırım: Hoca ile yönetim arasında herhangi bir problem yok. Fenerbahçe isterse Hamit'i alır. Transferin gerçekleşmesi halinde borsaya bildireceğiz.

Ömer Temelli: Biz tamam desek Hamit transferi bitmişti.

Aykut Kocaman isteseydi, Fenerbahçe Sneijder'i alırdı.

Bu sezon böyle bir modamız var "Fenerbahçe isteseydi alırdı" diye. Galatasaray kimi istiyorsa, kime imza attırıyorsa, aslında Fenerbahçe'nin istemediği artık mal muamelesi yapılıyor. Ne söylemek gerekir açıkçası bilmiyorum çünkü şu açıklamaların hakikaten boku çıktı.

'Çılgın aşık'
gibi götverenler. Tipler olur ya, bir kıza yanık olurlar. Lise çıkışına giderler, kollarına kızın baş harfini filan kazıtırlar. Kızın haberi bile yoktur aslında böyle birinin varlığından ama bunlar arkadaşlarına "Oğlumm var ya, kızla bugün fena bakıştık" diye hava basarlar. Oysa, kızın soluduğu hava ile bu malın soluduğu hava birbirine karışmamıştır. Arkadaşları "Hadi lan konuş işte" diye bunu gazlar, bizimkisi "Ya konuşacağım da götü kalkar şimdi. Çok istiyorsa, gelsin o konuşsun" diye sıralı otogaz havası basar.

Hah, işte bu "İsteseydik alırdık" diyen gerizekalılar, bizim mal oğlanın liseye gitmeyen, şirket sahibi olan hali.

İşin bir de, medya boyutu var. Galatasaray kimi transfer etse, takım içindeki dengeleri bozar mutlaka. Lan amına koyayım, gelen adamlardan biri Sneijder, diğeri Drogba. Asgari ücret mi alacak bu herifler? Herhalde, diğerlerinden fazla alacak. Bu "Takım içi dengeleri bozar" diyen yavşak yani Rıdvan, NTV'den yıllık 1.6 milyon dolar alıyor. Embesil herif, televizyonda haftanın 3 günü konuşup, 1.6 milyon dolar alıyorsun, günde maksimum 6 saat oradasın. Seninle aynı kurumda 10-12 saat çalışıp 2 bin TL alan adam kaynıyor. Senin aldığın maaş kurum içi dengeleri bozmuyor da, Drogba'nın, Sneijder'ın aldığı para takım içi dengeleri bozacak!

Gönül ister, eşit işe eşit ücret olsun, herkes emeğinin karşılığını doğru düzgün kazansın ama hayat böyle, kabul edelim ya da etmeyelim, birileri, birilerinden daha fazla kazanıyor.

Şu iki transferi Fenerbahçe yapsaydı, açık ve net söylüyorum imrenirdim ama bugün televizyonlar, gazetelerde bok atmak için ellerinden geleni yapanlar, Aziz Yıldırım'ın taşaklarını yalıyordu, bu iki adama imza attırdığı için. Anelka, Alex, Ortega, Roberto Carlos transfer olduğu zaman bunlar "büyük transfer hamleleri", Galatasaray Sneijder'a, Drogba'ya imza attırdığı zaman "soru işareti", "takım içi dengeleri bozar", "Drogba yaşlı", "Sneijder sakat" vs. vs.

Komik olan şey, Drogba'nın, Sneijder'in aldığı paralar üstünden eleştirilmeye kalkışılması. Herife sorsan Hasan Ali'yi, Meireles'i, Mehmet Topal'ı, Sow'u kaça aldın, bu adamlara ne kadar veriyorsun diye, öyle mal gibi kalır ama Hıncalvari bir tavırla karşında kimse olmadan atıp tutuyor. "Drogba, Çin'deki performansını geçmeliymiş!" Peh, peh, peh. Şu lafı duyan, çılgınca bir biçimde Çin ligi izlediğini sanacak. Lan, herifin ne yaptığını biliyor musun? Hangi maçını izledin de, performansının üstüne çıkması gerektiğini biliyorsun.

Çok açık ve net söylüyorum, çünkü yakından biliyorum, Rıdvan Dilmen'e Bundesliga'dan "8 takım say" desen, 6'nın üstüne çıkarsa alnıma "Ben yavşağım" diye dövme yaptıracağım. "Chelsea'den, Manchester United'dan 7'şer futbolcu söyler misin?" diye sor, 5'in üstüne çıkarsa enseme "Hem yavşağım hem de götün önde gideniyim" diye dövme yaptıracağım.

Bu ülkede yılda 1.6 milyon doları, bir bok bilmeden de kazanabiliyorsun. Kazandığın paraya bakmadan, Drogba'nın ve Sneijder'ın aldığı para üstünden "takım içi denge" edebiyatı yapıyorsun. Bir siktir git hakikaten. Hayal bile edemeyeceğin başarıları kazanmış adamlar, bırak da, liseli çocuk yorumu yaparak senin televizyonda aldığın paranın iki katını kazansın. Onların aldığı paralar gayet mantıklı da, senin aldığın parayı izah edebilecek bir durum yok. Güzelim medyamız böyle, yerleştirme adamlarla kaynıyor. Aziz Yıldırım'ın talimatıyla kendi kurumuna küfür eden adamlar, bugün köşe yazıları yazıyor. Tabii yine talimatla.

Neyse yazının başından kopmadan bitirelim. Fenerbahçe babayı alsın.

7 Şubat 2013

Ziyaretçiniz var!



Alttaki isimleri dikkatlice oku.

Adnan Polat,
Fatih Terim,
Arda Turan,
Aziz Yıldırım,
Rıdvan Dilmen,
Abdullah Kiğılı,
Nihat Özdemir,
Fikret Orman,
Ercan Saatçi,
Haluk Ulusoy,
Hakan Şükür,
Emre Belözoğlu,
Abdürrahim Albayrak,
Ali Dürüst,
Yılmaz Vural,
Ersun Yanal,
Hıncal Uluç,
Yıldırım Demirören,
Mustafa Denizli,
Faik Gürses,
Ömer Üründül,
Elazığspor Başkanı...

Ben isimleri yazmadım ama Mustafa Koç'tan Ferit Şahenk'e kadar geniş yelpazede işadamları da ziyarete gitti. İş dünyasının da en sevilen isimlerinden olduğunu buradan anlıyoruz. Tabii Hikmet Çetin'den Hakan Tartan'a Akp'li CHP'li, MHP'li siyasetçileri de unutmamak gerekir ama konu futbol dünyası olduğu için konunun bu noktasına girmeyeceğim.

Şu üstteki isimleri herhangi bir biçimde yan yana getirebilecek kaç kişi vardır acaba? Ama işte güzide ülkemiz Türkiye'mizde Mehmet Ağar diye bir gerçek var. Herkes ona gidiyor, cevaevinde kendisini bir başına hissetmemesi için 'çorbada benim de tuzum olsun' diye herkes ona koşuyor.

Fatih Terim ziyarete gidince Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar "Biz zaten Galatasaray'ın 96'-00' arasında nasıl 4 kez üst üste şampiyon olduğunu biliyoruz. Fatih Terim diyet ödüyor" ziyareti eleştiriyor.

Aziz Yıldırım gidince, bu kez Galatasaraylılar, "Fatih Terim gidince yeri göğü inlettiniz, hadi konuşsanıza" diye rövanşı alma çabasına giriyor.

Fikret Orman'a gidince, sıra Fenerbahçe'liler ve Galatasaray'lılara geliyor, ziyareti alabildiğine eleştiririp, üste çıkmaya çalışıyor.

Futbol tutkalı gibi herif. Bir odaya atsan, birbirini gırtlaklayacak adamların hepsinin ortak kümesi gibi Mehmet Ağar. Kendisi, bir nevi futbolun birleştirici unsuru. Mübarek, siyasetçi değil Türkiye'de futbolun mucidi. Cezaevinden çıktıktan sonra Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olsa, bırak 2014 Dünya Kupası'na katılmayı, Mehmet Ağar'ın sayesinde kupayı bile kazanır bu ülke.

Bu ülkede şike var değil mi?
Bu ülkede bahis çetesi var değil mi?
Şike sahaya yansımıyor değil mi?

Bir zahmet, yazının ana fikrini de sen çıkart. Direkt söyleyince suç unsuru oluyor, mahkemeyle uğraştırma beni. Çıkartamıyorsan öküzün önde gideni, sığırın bayrak taşıyanısındır.

Hepimiz bok dolu bir havuzda yüzüyoruz. Ağzımız, yüzümüz bok dolmuş. Sen bana "Ahahahaha ağzımı kapattım, ağzımı kapattım" diye gülüyorsun, ben sana "Ben en azından ağzımda bok olduğunun farkındayım, sen onun bile farkında olamayacak kadar aptalsın" diyorum.

He canım benim, sen temizsin ben kirliyim, ben temizim sen kirlisin, biz temiziz onlar kirli, onlar temiz biz kirli...

Cezaevini futbol dünyasının Kâbe'si haline getiren herkes sütten çıkmış ak kaşık. Hadi canım benim, sen şimdi uyu fakat kıçını her seferinde açık bıraktığın için sürekli rüya görüyorsun, mevsim kış üstüne battaniye ört.

Aslında tertemizdik ama bu olayla rezilleştik


Hasret Daşlı'yı tanıyan var mı?
Ya da Gülay Armağan'ı,
Esra Yaşar,
Ayşe Selen Ayla,
Fatma Demir,
Bediha Oral,
Hülya Işık,
Havva Erdoğan,
Pınar Ünlüer,
Marion Elizabeth Graham,
Cathy Dinsmore...

Bu isimleri tanıyan var mı? Ama Sarai Sierra yazsam, herkes seceresini döker ortaya değil mi?

10 gündür Türkiye'de öldürülen bir ABD'li kadını okuyoruz. Ülkenin gündemi tek bir kadına bağlandı. Önce gazetelerde, sonra televizyonlarda Sarai Sierra bombardımanına tutulduk. Sanki biz Norveç'te filan yaşıyoruz, ülke insanı olarak hayatımızın en büyük endişesi de boz ayıların neslinin tükenmesi.

Bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor, tecavüze, saldırıya uğruyor. Bunların hiçbiri manşet değeri taşımıyor, televizyonlarda yer bulmaya değer görülmüyor ama Sarai Sierra isimli bir kadının öldürülmesi, memleketin en önemli meselesi haline geliyor. Öldürülmesinin önemsiz olduğunu söylemiyorum ancak bu denli yoğun gündem oluşturmasının anlamızlığına anlam veremiyorum.

Kendi ülkende 13-14 yaşındaki küçücük kızlar tecavüze uğrarken sessiz kal, kadınlar öldürülürken "Adana'da kadın cinayeti" diye sıradan bir haberle geçiştir, sıradan bir ABD'li kadın öldürülünce yeri göğü inlet! Mesele yabancı olması diyeceğim ama bu ülkede öldürülen tek yabancı kadın Sarai Sierra değil, al işte üste yazdım iki isim, onlar da yabancı. O iki İrlandalı kadın bu kadar gündem yaratmamışken, Sarai Sierra'yı farklı kılan nedir?

İşi 'Geceyarısı Ekspresi' tadına kadar getirdiler. İstanbul güvensizmiş, kadın olmak zormuş, turistler ne yapacakmış? Eeeee, yeni mi fark ettin bunları? Aptal mısın sen? Gerizekalı mısın? Mal mısın sen lan!

Türkiye'de son 10 yılda 5 bin kadın öldürüldü, boktan sebeplerden ötürü. Boşanmak isteyen kadın öldürülür, arkadaşlık teklifine olumsuz yanıt veren kadın öldürülür, töre diye öldürülür. Sebep mi arıyorsun, yumurtasını rafadan yapmadı diye karısını öldüren var bu ülkede. Bunların hiçbiri yaşanmamış gibi davranacaksın, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edeceksin, sıradan ABD'li bir kadın öldürülünce belediye başkanın çıkacak "İstanbul güvenli şehir" diye açıklama yapacak, köşe yazarların "Eyvahh! Rezil olduk" diye tutuşacak, ülkenin medyası sanki 25 yıldır ilk kez bir kadın cinayete kurban gitmiş gibi haber yapacak.

Ülkede herkes Sarai Sierra cinayeti üstünden "Biz nasıl insanlar olduk? Yazıklar olsun" diye hayıflanıyor. Nasıl insan olduğunun şimdi farkına vardın yani.
Doğru ya, ülkenin aydınları sokakta öldürülürken güzel insanlardık, otellerde insanları yakarken şahane insanlardık, vatan-millet sevgisiyle binlerce insanı öldürürken fantastik insanlardık, 14 yaşındaki kıza toplu tecavüz edilirken şirin insanlardık ama ABD'li bir kadın İstanbul'da öldürüldüğü için apansız boktan insanlar haline geldik.

Haa işte bak; basının gücü tam da böyle bir şey oluyor. Sana istediğini okutuyor, istediğini izlettiriyor. Tabii tam tersi olarak, istemediğini okutmuyor, bilgi almanı sağlamıyor. Sana sıradan ABD'li bir kadını sanki dünyanın en ünlü kadın yıldızı öldürülmüş gibi allayıp pullayıp satarlar (Bunu yanlış anlamayın ancak sıradan insanın ölümü ile bir dünya yıldızının ölümü haber olarak farklı değerler taşıyor).

Şu ağzının ortasına sıçtığımın ülkesinde, ilköğretim okuluna giden 7 küçük kıza, defalarca tecavüz ediliyor, kimse bir şey olmamış gibi davranıyor ama ABD'li bir kadın öldürülünce dünya ayağa kalkıyor. Sadece bu bile ne denli rezil insanlar olduğumuzu ve boktan bir ülkede yaşadığımızı gösteriyor.

Bir de arkadaş, iPad'la fotoğrafçılık yapmak nedir? Hakikaten biri bunu bana anlatsın. Ebesinin örekesinden Türkiye'ye geleceksin, isminin başında sıfat olarak 'fotoğrafçılık' olacak ama iPad'le çekeceksin. Harbi siktirin gidin!

4 Şubat 2013

Eylemci genç=Canlı bomba



Az önce Emniyet Müdürlüğü'nün 'terörle mücadele' için hazırladığı bir kamu spotuna rastladım. 14. saniye ile 18. saniye arasını dikkatle izleyin. Şöyle diyor; "Terör örgütleri küçük eylemlerle hak arayışı maskelerini takar."

Bu cümle söylenirken görüntüde üniversiteli gençler ellerinde 'Özgürlük', 'Demokrasi', 'Direne direne kazanacağız' yazan kartondan dövizler bulunuyor.

18 ila 25. saniyeler arasında ise Kamu Spotu'nun ilk saniyelerinde ailesiyle piknik yapıp, karpuz yiyen genç kızın ailesi ile tartışmaya başlaması gösterilir ve yine bir üniversite eylemi görüntüsü eşliğinde şu sözler sarfedilir; "Sessizce çocuklarınızı, elinizden alır ve canavarca (buradaki vurgu fantastik olmuş) yutar" cümle öbeği verilir.

İzlemeyenler için toparlayayım, ilk saniyelerde piknik yapan üniversiteli genç kız, eylemlere katılıyor, terör örgütleri bu genç kızı kandırıyor, ufaktan aile ile dalaşmalar başlıyor, genç kız arada yine eyleme gidiyor ve en sonunda canlı bomba oluyor.

Ailelere verilen ana fikir şu, çocuklarınızı eylemlere göndermeyin, yoksa canlı bomba olup sağı solu patlatırlar.

İktidarın bu denli saldırgan olmasının tek sebebi, 'korku' duygusundan kaynaklanıyor. Güçlüymüş gibi görünüyorlar oysa insanların sokaklara çıkmasından, kitleselleşmesinden ödleri kopuyor. Çünkü daha birkaç yıl önce en büyük müttefikleri olan ülkelerdeki 'asla iktidardan inmez' diye düşünülen yönetimlerin nasıl gönderildiklerini çok iyi biliyorlar. En büyük korkuları,benzer bir yöntemle gitmeleri. Hoş, orada olanları sadece bu çerçevede değerlendirmemek lazım ama konu bu değil.

Emniyetin hazırladığı bu 'Kamu Spotu'na göre, eylemlere giden her genç, canlı bomba olma potansiyeli taşıyor. Bu gençler, her an vücutlarına bomba bağlayıp, orayı-burayı patlatabilir yani. O yüzden siz siz olun, sakın oğlunuzu, kızınızı sokağa salmayın. 'Huzur' içinde yaşaması için bol bol karpuz kesin, kuru köfte yapıp, pikniğe gidin.

Ülkeyi baştan sona sığ ve faşist düşüncelerle beziyorlar. Hakkını arayan işçi, zam isteyen memur, Cumhuriyeti kutlamaya giden siyasetle çok da ilgilenmeyen sıradan halk, üniversiteli genç vs. v.s. fark etmiyor. Tek dertleri, insanların sokağa çıkmasını engellemek. 1 yıl için alınan gaz bombaları bu yüzden 3 ayda bitiyor, senede 4 ihale yapılıyor. Bu yüzden 2002 yılında 122 bin düzeyinde olan polis sayısı 10 yılda 250 bine çıkıyor. İstiyorlar ki, her yaptıkları onaylansın, alkışlansın, kimse bunları protesto etmesin, herkes ellerine eteklerine yapışıp öpsün.

Aslında bir Kamu Spotu da bizim yapmamız lazım, Türk polisine ilişkin. Misal görüntüde akademiden yeni mezun bir polis olsun. Akademi yıllarında insanlara son derece kibar davranan (fantastik biraz ama olsun), ailesiyle hafta sonları karpuz kesip pikniğe giden genç bir polis adayı. Müzik yavaş yavaş yükselsin, fondaki ses sertleşsin ve akademiden mezun olan polisin karakolda 5-6 arkadaşıyla nasıl insan dövdüğü, sokakta 6-7 polis vatandaşı nasıl tekmelediği, üniversitesinde en doğal hakkını kullanan gençleri nasıl coplandığı gösterilsin. Ve fondaki ses, "Siz yaşamın masum tarafında huzurla yaşarken, devlet pusuda bekler. Yetiştirdiği polislerse, devleti koruma maskesi takar. Sessizce, çocuklarınızı, babalarınızı elinizden alır ve canavarca yutar"

Kamu Spotu adı altında, ülkede hak arama eylemleri terörizmle eşdeğer görülüyor ve devlet bunu zorunlu olarak televizyonlarda yayınlattırıyor. Bu iktidar ve onun polisine göre, yasal eylem diye bir şey yok. Sokağa çıkan her vatandaş, terörist potansiyeli taşıyor, hele gençse, yüzde 70-80 teröristtir. Uydumuz fırlatılıyor, ODTÜ'lü serseriler (!) uydumuzun fırlatılmasını protesto ediyor. Övüneceği yerde yaptığına bak!

'Huzur' içinde yaşadığımız ülkemizde bir tanecik bile sorunumuz yok hamdolsun! Ülkemizin itibarı dış dünyada arttı, ekonomi dersen, dünya altüst olurken Türkiyemiz adeta ders verdi, bolluk içinde yaşıyoruz, bir elimiz yağda bir elimiz balda. Daha ne istiyorsanız da, sokağa çıkıp eylem peşinde koşuyorsunuz.

Eylem yapmak istiyorsanız, gidin Akp'nin mitinglerinde "Beraber yürüdük" diye şarkı söyleyin. Al sana mis gibi eylem. Ne o öyle protestolar filan!

Böyle ülke olmaz amk, hakikaten olmaz. Ülkenin tuttuğu yeri elinde kalıyor. Düşünce yapısı iyiden iyiye sakat halde. Demokrasi naraları atarak, faşizm nasıl filizlendirilir en şahane örneğini yaşıyoruz, gün geçtikçe de faşizm çemberi daralıyor. Bu ülkede terörist arıyorlarsa, lacivert üniformalılara baksınlar, onlardan ala terörist yok.